Currently Browsing: Defne’den

Kulun istediği bir göz…

 

Hani bazen dersin ya, hani benim kızım-oğlum da şunu yapacak da ben de görecek miyim diye. Dersin. Herkes der. Ben de dedim. Daha dün. Facebook’ta, koltukta oturduğu yerde uyuyakalmış bir kız çocuğu görüp, karşımda oturan kocama dedim. “Bizim cadı da böyle oturduğu yerde uyuyacak da ben de görecek miyim peh peh peh!” dedim.

Akşam oldu, Defne giyindi hazırlandı, artık uyku zamanı diye özenle yatağa götürüldü. Emzirildi. Uyusun diye yatırıldı, son iki haftanın yeni uyuma seremonisi etkinlikleri kapsamında yanına yatıldı. 30 dakika saç yolma, kapalı gözü kirpiklerden tutup açma, kaşları çıkış yönünün tersine itinayla tırtıklama, yüzü gözü tırnaklama, ayakları annenin ağzına gözüne, elleri burnuna sokma seansının sonunda “Yok la bu böyle uyumayacak” diye bir daha emzirme, tekrar yatırma, 30 dakika daha yukarıda adı geçen eylemleri bıkıp usanmadan tekrarlama sonucu bende sigorta attı! “Aaaa bu ne böyle, uyumazsa uyumasın, uykusu gelince uyur nasılsa.” diye kaldırdım, oturttum yatağa. Ben de karşısında yarı yatar durumda. Üstüme doğru bir hamle yaptı, “Yine mi saldıracak yoksa” diye hamleyi savuşturmaya çalışırken ben, birden boş bulundum, geldi soktu başını gıdıma. Napıyor ki böyle diye anlamaya çalışırken ben, birden nefes alışverişler derinleşti, eller ayaklar sakinleşti. Uyudu. Bir dakikada! Hayır ne böyle sarılmalı sevgi gösterilerine alışkınım, ne de uyumasına. Aldı mı beni bir gülme. Ben güldükçe kıpırdandı, başını çevirdi, yine de uyudu.

Demek ki neymiş, birşey için hayal kurarken, detay vermek gerekirmiş. Oturduğu yerde uyusun demek yetmezmiş, yer, zaman, şekil belirtmek gerekirmiş.

Bir de kızını gıdısında uyutan anne naparmış, telsizi açtığı gibi içeri koşar “Hahaahaa, Defne bugüne kadar ki en güzel kıyağını bana yaptı nabeeeerrrr?” diye, içeride hangi bisikletle nasıl hızlı gidileceğini anlatan belgeseli muhtemelen birkaçıncı defa izleyen kocasına nanik yaparmış:)

 

Anne Dostu Toplum

Tatlı Nil’in annesi Yeşim (http://nils-mum.blogspot.com/), bir süre önce Anne Dostu Toplum soruları ile beni sobelemişti. Bir süredir bizim evdeki aile ziyaretinden dolayı biraz geç de olsa cevaplarımı paylaşmak istiyorum.

1. “Anne Dostu Toplum”dan ne anlıyorsunuz? Birkaç cümle ile tanımlar mısınız?

Anne Dostu Toplum diye bir kavramı konuşuyor olmak garip aslında. Anne dostu olmayan bir toplum nasıl olur ki diye düşünüyor insan ama oluyor maalesef. Annelik hayatın içinde en doğal, en temel olgulardan biri. Her anne bunu ruhsal olarak yargılanmadan, dışlanmadan, taciz edilmeden, fiziksel olarak da engellenmeden, normalde yaşadığı hayattan kopmadan hakkı olanı rahatlıkla yaşayabilmeli.

2. Türk toplumunun “Anne Dostu” bir toplum olduğunu düşünüyor musunuz?

Bazen evet, bazen hayır. Annelik toplumun çoğu için kutsal ama teoriyle pratik maalesef pek uyuşmuyor. Annelik bizim toplumda herkesin mutlaka bir fikrinin olduğu ve çoğu zaman da sadece kendi fikrinin doğru olduğuna inatla inandığı bir konu. “Dost”ça davrandığını düşünerek taciz eden insanlardan çok yoruluyorum. Özellikle hemcinslerimiz yapıyor bunu. Erkekler bu konuda daha duyarlı ve yardıma gönüllü.

3. Toplumsal hayatta annelerin karşılaştığı en büyük üç zorluk sizce nedir?

En büyük zorlukların başında başkasına fikir yerine akıl veren, dayatmacı “tecrübeli” anneler geliyor galiba. Sosyal hayatta defalarca böyle müdaheleci insanlara rastlıyorum. Bana ya da başkasına. Çocuk böyle uyutulur, yemek şöyle yedirilir, şu katiyetle yapılamazcılar…Tavır da çok önemli. “Yüzüne birşey sarsaydınız keşke, üşümesin bebek.” demek var, “Sar çocuğun yüzünü sar, bu havada çocuk mu çıkar zaten!” demek var.

Fiziksel çevre zaten başlı başına bir sorun. Bizdeki şehircilik anlayışı insanları sokak yaşamına teşvik eden bir anlayış olmadığı için, değil bebekli ya da engelli, normal gündelik yaşam için bile sıkıntılı sokaklar.

İş yaşamında ise benim kendi işimiz olduğu için maruz kalmadığım ama bir sürü arkadaşımın anne olduğu için yaşadığı negatif ayrımcılıklar var.

4. “Anne Dostu İş Yeri” deyince aklınıza gelen ilk üç kriteri paylaşır mısınız?

Süt sağacak ve saklayacak, ve bunu yaparken annenin kendisini suçlu ve huzursuz hissetmeyeceği bir ortam

Çalışma saatlerinde esneklik

Kariyer planlamasında anneliğin kadınların önüne engel olarak çıkarılmaması; anne olmadan önce bile hamilelik, doğum gibi konular yüzünden çoğunlukla ikinci tercih oluyor kadınlar…

5. Çalışan annelerin yaşadığı en önemli üç sorun size göre nedir?

Hem iyi bir anne, hem de başarılı bir çalışan kadın olmak için bir çok şeyden fedakarlık yapmak gerekebiliyor ve buna rağmen hem başkalarının eleştirileri hem kendi vicdanlarıyla sürekli mücadele halindeleler.

Süt sağma, hastalık, okul sorunları gibi çocuklarla ilgili durumlarda iş saatlerinde esnekliklerinin olmaması veya bu esneklik varsa maruz kalınan eleştiriler.

İyi bir bakıcı bulabilme sorunu.

6. Elinize bir sihirli değnek verilse, iş ya da günlük hayatınızda yaşadığınız hangi sorunu/engeli değiştirmek isterdiniz?

İşyerlerinde süt sağmak için, alışveriş merkezlerinde, hastanelerde, restoranlarda vs. ise bebek bakımı için öylesine yapılmamış, gerçekten işlevini yerine getirebilecek odalar hazırlanmasını sağlardım.

Kafa oldu binbeşyüz!

Herkes o kadar kar kıyamet fotosu koydu. Ben de eksik kalmayayım.

Daha geçenlerde şurada “çocuk dediğin dışarıda büyür arkadaş” demiştim ya, yetmezmiş, dahası da varmış. Çocuk dediğin kalabalık ailede büyürmüş arkadaş!

Bir süredir annem ve Kaan bizde. Anne, baba, anneanne, kuzen, bakıcı abla, arada gelen giden amca, birkaç günlüğüne uğrayan babaanne, dede derken, bizim evde bir cangamadır gidiyor. Sadece Defne’li günlere “cangama” diyerek haksızlık yapmıştım, zira anladım ki “cangama” dediğin şey için en az bir bebek, bir çocuk, bir grup da sabır seviyesi yüksek, mağdur olmaya müsait yetişkin gerekiyormuş:) Evde ses seviyesi mütemeadiyen sınırların üstünde. Ama kahkaha ve eğlence de! Belli bir süre katılımcı olarak iştirak ettiğimiz Defne–Kaan kudurukluklarına, bir süre sonra “Yeter, durun, susun” diye müdaheleci olarak, kaile alınmayınca kulakları kapatıp, kendimizi “stand-by” a alıp seyirci olarak katılıyoruz. Evet, biz mağdur yetişkinler.

Sabır taşın çatlamazsa çok çocuk iyiymiş be. Yanlış anlama olmasın, biz zavallı yetişkinler için değil, yine çocuklar için! Benim anlayamadığım bir ilişki var aralarında. Öyle süslü kelimelerle “Ayy muhteşem bir iletişim var aralarında, elektrikleri tutuyor. Çocuklara özgü büyülü, saf dünyalarını paylaşıyorlar ” falan değil bu. Onlar kuduruyor, saçma birşeye dakikalarca gülüyor, ben ayıptır söylemesi mal gibi bakıyorum. Bir de arada kıskanıp, aralarına karışıp güldürmeye çalışıyorum. Dışlanıyorum. Durum bu.

Hayır, bu ikinci çocuğa sıcak bakıyorum yazısı değil!:)

Ha bir de, benden size tavsiye, ortamda iki çocuk varken asla ama asla “Hadi dansedelim” gibi bir kudurtma cümlesi sarfetmeyin.

Sonuç? Kafa oldu 1500(yazıyla binbeşyüz)!

Defne 8 aylık!

 

Dün itibariyle Defne artık 8 aylık! Her defasında zaman ne de çabuk geçiyor, daha dün elim kadardı muhabbeti yapmak istemiyorum ama da-ya-na-mı-yo-rum! Daha dün elim kadardı beee! Hem mutlu oluyorum büyüdükçe, hareketlendikçe, bizimle ve tüm dünyayla daha çok iletişim kurdukça, hem de çabuk mu geçiyor herşey, birşeyler mi kaçırıyoruz hissiyatı kalbimin kenarında bir yerde oturuyor hep. 1 yaşına kadar bu veletlere “bebek” deniyormuş da bir yaşından itibaren “oyun çocuğu” kategorisine geçiyorlarmış ya, öyle erkenden çocuk falan diyemem bebeğime ben! Bir Türk annesi olarak, Defne artık “Anne yeteeerrr!” diye cinnet geçirene kadar bebeğim diye sevmek niyetindeyim kendisini, bu da üniversite yıllarına falan tekabül edebilir, karışmam:) Ayrıca “bebeğim” dememi öpüp başına koysun zira 30’unu geçmiş ben ve benim gibileri “boncuk, kuşum, minik kuzum” diye seven anneler var, onlar kendilerini biliyorlar:)

 

 

Gelişmeler? Var. Olmaz mı? Çeşit çeşit.

Yemek: Çorba savaşlarında durum lehimize dönmeye başladı, az mı? Kıymaları dilinin ucuyla itip boncuk boncuk dizmekten sıkıldı, yemeye karar verdi. Artık yemekleri ağzına almamak yerine, alıp püskürtmek, alıp biriktirip toplu püskürtmek, hapşırıp püskürtmek, gülüp püskürtmek daha eğlenceli! Kabak, havuç, patates, kıyma tamam gibi de doktor pırasa dedi, karnıbahar dedi, bu savaş burada bitmez dedi. Ahhh ahh…

Emekleme: Emekleme konusu hala bir muamma. Emeklemeye hevesi, yürümeye yeteneği var diyelim:) Emekleyerek 15 cm ilerleyemezken, ellerinden tutunca 15 m gidebiliyor.

Diş: Yok. Damağın altındaki ele gelen tırtığı sayarsak 0.25 dişi var, hakkını yemeyelim!

Uyku: Artık söylenmeyeceğim! Kucakta çok zor deyince, beşikte devamlı sallanmaya, beşik zor deyince, yanımızda yatmaya, 3 kere de kalkılır mı yuh deyince 5 kere kalkmaya başlıyor! Çevresiyle çok ilgili çocuklar az uyurmuş diyorlar. Yersen:)

 

Genel hal ve gidişat: Kendini “çığlık” la ifade etmekten vazgeçti. (Neyseki, bkz. 7. ay) Artık bizimle bayağı oyun oynuyor, şakadan anlıyor, kızıyor, ağlıyor, kahkahalarla gülüyor, ama eskisi gibi herşeye değil. Gerçekten komik olmak gerekiyor ama gerçekten. Herşeyi delice merak ediyor, görmek istediği birşey için engel tanımıyor, biz de dahil. Önüne geçen herkesi, herşeyi itip, sağdan soldan bakıyor. “Heeey” diye sesleniyor, yeterince ilgilenilmediğini düşünürse “heeeeyyyyyy” diye çığlığı basıyor. Önüne ekmek kırıntısı koyunca serçe gibi toplayıp yiyor. Kitapları sadece kemirmek için kullanmıyor artık, takriben 3 dakika özel ilgi gösteriyor. Evde en çok 2 m2’lik çamaşır odasını, dışarıda her yeri seviyor. Bir de en çok beni seviyoooorr:)

Ha bi de saçı var artık. Toka bile takıyor:)

 

 

 

Hayat dışarıda güzel!

Defne doğmadan önce karda, yağmurda, soğukta, hatta 20’nin altı, 30’un üstü her derecede dışarıda bir bebek görsem “Bunun anası babası da deli mi? Bu havada el kadar çocuk dışarı mı çıkarmış? ” diye bıdı bıdı eder, hatta daha da ileri gider, haddimi bilmez, “Ay çocuğu yapmışsın, otur oturduğun yerde, az büyüyene kadar da gezmeyiver.” diye coşabilirdim. Tabi içimden. Dışımdan söylemeye cesaretim olsa zaten, muhtemelen cevabımı alır, otururdum yerime. Zira şimdi Defne’yi dışarı çıkardığımızda gözleriyle taciz eden, yanımızdan geçerken cık cık’layan hatta yetinmeyip “Aaa hasta etceksin çocuğuuu, sar ağzını yüzünü sar sar.” diye kendini herkesin annesi zanneden teyzelere cevabını verip oturtmak istiyorum yerine. Şu 8 aylık tecrübemle öğrendim ki çocuk dediğin açık havada büyür arkadaş!

 

 

 

Aslında ben öğrenmedim, Defne öğretti desem daha doğru galiba. “Aman şuncağız ne anlar, börtü böcekten, daldan ağaçtan.” derken ilk zamanlar, Defne’yi gezdirmekten ziyade kendim hava alayım, görevimi yapayım, dostlar alışverişte görsün, hatta bebek  arabasına verdiğimiz para işe yarasın diye bile dolaştırmış olabilirim Defne’yi. Tabi hava sıcacık, günler pırıl pırılken herşey kolay. Ama kız büyüdü, hava kötüleşti, her Türk annesi gibi “nan bu çocuğu hasta eder miyiz?” manyaklığım başladı, bir acaba dedim. Evet dedim. Ama Defne’nin dışarıda ne kadar mutlu olduğunu, bir yaprağın sallanmasının bile onu heyecanlandırdığını(evet biraz şapşal olabilir:)), rüzgar yüzüne esince kahkaha attığını, yoldan geçen her köpekle sohbet ettiğini, evet bayağı sohbet ettiğini görünce, sokaktaki her insana  karşısındaki “celebrity” miş gibi ağzını ayırınca benim kafaya dank etti. Hayat dışarıda güzel!

 

 

 

Üşür mü, hasta olur mu, bu havada dışarıda çıkarılır mı yalan. Kötü hava yoktur, kötü kıyafet vardır! Yeni mottom bu! Uyarsa…

Ha bi de dışarıdan dönünce Defne daha iyi uyuyor. Ama çıkmamız ondan değil. Belki biraz. Bak valla:)

Not: 1.Celebrity ne dersen, bildiğin ünlü. Ama öyle böyle değil, çok ünlü!

2. Bu yazının bir de alışveriş merkezi versiyonu var. Pek yakında!