Bir yıldız mı doğuyor?

Daha hazırlık sınıfındayken ses düzenini  bozduğum için korodan atılmış bir insanım ben. Hani ortaokuldan önce okunan hazırlık sınıfında. Minicik bir çocukken. Sözleri sadece “Zumgaligaligali zumgaligali” olan bir şarkıyı üç sesli söylemeye çalışan grupta, o üç sesten hiç birine de uyamadığım için! Müzik öğretmenim! Vicdansız kadın! Daha 10 yaşındaydım!

Ortaokul ve lisede okul birincisi olma manyaklığında bir insandım. Aynı müzik öğretmeni. Aynı vicdansız kadın. Tüm derslerim süper de ya müzik dersinden 3 alırsam 4 alırsam nolacak deliliğiyle yaşadım ben. Sadece şarkı söylemiyor blok flüt de çalıyorduk. Ya da onlar çalıyordu ben akıllara zarar bir ses çıkarabiliyordum sadece. Sonunda annem babam bana bir “org” aldı. Literatürdeki adı bu mudur bilmiyorum ama bir “org”um olmuştu. Çok da yetenek gerektirmiyordu. Boyum kadardı, sürekli serviste unutup her salı servisçi Ahmet Abi’ye ulaşmaya çalışıyordum ve o zamanlar cep telefonu yoktu! Yine de iyi kötü çalabiliyordum. İstiklal Marşı’nı çalıp, 5 bile almıştım. Yetmez mi?

Bir de Lullaby’ın Almanca’sını düzgün söylemediğim günler vardı ki müzik öğretmenim en sonunda sen sadece orgla çal demişti! Neyseki beni seven, araya giren, matematik, fizik öğretmenlerim ve torpil diye birşey vardı.

Daha 2 sene önce Fırat (Defne’nin amcası) müzik aletlerini akord etmek için kullanılan br aletle çıkageldi. Kendi sesimizde de denemeye karar verdik. Ben Dooooo dediğimde alet Sooool dediğimi iddaa ediyordu. Tüm ailenin dalga konusu oldum. Neyseki evlenmiştim artık çok geçti!

Bu arada en büyük hayalim şöyle binlerce insanın dolu olduğu bir yerde sahneye çıkmak, gözlerimi kapatıp ışıkların altında bağırarak şarkı söylemek oldu yıllarca. İronik değil mi?

Pek sanatsal bir kişilik değildim galiba. Mimar oldum ama sonunda. Sayılır mı?

Bütün bunları niye anlattım? Dün gece Defne ilk defa piyanoyla tanıştı. Tuşlarına dokunup, ses çıkarmaktan çok mutlu oldu. İçimden bu yönü bana benzemese dedim. İlk defa. Tüm bana benzesin hırslarıma yenik düşüp. Benzemez di mi?

Hayır okul birincisi de olmadım…

 

Geç kalmış babalar günü yazısı…

 

Evlenince çocuğuma iyi baba olur mu diye düşünmedim ben. Sadece benim çocuğum değil ki “çocuğumuz” olmalıydı zaten. Sevgili olurken de iyi bir sevgili olur mu diye düşünmedim. Beni çok sever mi, mutlu eder mi, hasta olunca bakar mı, şımartır mı, anlamsız yere kavga çıkartıp sonra barışmak istediğimde deliliklerimi çeker mi, bana hep aşık aşık bakar mı, üzgünken kucağına yatırıp saçlarımı sever mi, dünyanın en saçma şakalarıyla beni kahkahalara boğar mı, hep benimle hayal kurar mı diye de düşünmedim. Sadece sevdim.

Tüm olmazları oldurduk. Sevgili olduk. Evlendik. Hayal ettik. Minik ailemize Defne gelsin istedik. O testte iki pembe çizgiyi görünce “Biz hamileyiz.” dedi. İşte o zaman evet O muhteşem bir baba olacak dedim. Bizi çok sevecek, mutlu edecek, hasta olunca bakacak, şımartacak, deliliklerimizi çekecek, bize hep aşık aşık bakacak, dizine yatırıp saçlarımızı sevecek, bizi kahkahalara boğacak, hayaller kuracak dedim. Hiç onun annesi benim, ben bakar büyütürüm babası da yardım eder demedim.  O hiç yardım etmedi bana. Yardım etmek denmezdi ona. Paylaşmak? Belki. Yaşamak? Evet. Madem bizim çocuğumuzdu o, beraber yaşamalıydı kahkahaları da, kavgaları da, kızgınlıkları da, acemiklikleri, eğlenceleri, krizleri de. ‘Hadi bakalıııımm Defne’ye annesi yedirir, baba da kaçaaar’ dediğimiz de oldu, ‘Madem senin kızın al babası o zaman bu gece sen uyut!’ dediğimizde. Çok yorgunum, hiç birşey yapmıyorsun, bir tek benim çocuğum mu diye kavga ettiğimizde. Ama aile olmak saçma sapan şeylere kavga edip, 5 dakika sonra barışmak, mutfak masasında beraber oturup sapı koparılmış çilekleri pudra şekerini batırıp yemek, az önce neye kavga ettiğini unutup Defnee hadi eller havaya yapalım demek değil miydi ki zaten?

İyi ki sen benim oldun, bu minik ailemizin babası oldun.

Ve babacım, iyi ki sen benim babam oldun…Yoksa muhteşem bir baba nasıl olur nereden bilebilirdim ve O’na muhteşem bir babasın diyebilirdim ki…

Defne 13 aylık!

Evet 13 aylık oldu! Bir yaş bile çok garip, çok uzak gelirken üstüne 1 ay daha eklendi geçti bile. Merak eden olabilir, 1 yaşına gelince bir sihirli değnek dokunuşu var mı, uykular birden akşam 8 – sabah 8 oluyor mu, yemekleri hapur hupur kendi yiyor mu, ayy annecim enginar muhteşem olmuş, yarına da bir kabak oturtma pişirsen diyor mu, yürümeye başlayıp gitmek istediği yere sakince kendisi gidiyor mu diye. Cevap veriyorum, evet ortada bir sihirli değnek var, o kesin! Ama bu konular için değil. Hayal kuruyorsan bu konuda hemen şimdi unut! Ama henüz hayal bile etmediğin öyle şeylere de dokunuyor ki, uyku falan unutulup gidiyor. Hayır yalan söylüyorum, unutulmuyor:)

İşte 13. ay gelişmeleri…

 

Yeme-içme mevzuları:

Herşeyi tattırmaya devam! Ama değişik bir stilde! Defne tanımadığı her yiyeceği önce uzun uzun inceliyor, sonra ağzını açıp yaklaştırıp, dokunmadan geri çekiyor, birkaç denemeden sonra dilini değdiriyor, sonra yalıyor, yüzünü ekşitiyor- yediği ne olursa olsun tatlı ekşi farketmez- sonra bana yediriyor, yetmiyor babasına da onaylatıyor, biz çeşnicibaşıların başına da birşey gelmediğinden emin olursa bir zahmet yiyor! Hayır Güney bana benzediğini de nereden çıkarıyorsun, ben yemek konusunda gayet açık fikirli bir insanım, ama sushiyi çiğ balıktan yapmasınlar. Bir de yarım baş beyinli diye bir yemek olmasın. Bir de eti biraz az mı seviyorum, olabilir. Karides de biraz çirkin görünmüyor mu sana da?

Tabi bir de çatal konusu var. Defne’ye ne verirsen ver, çatalla vereceksin. Yemeği değil ama tabi. Çatalı. Bir gün oyalansın diye eline verdiğimiz plastik, çirkin, özelliksiz, tasarımsız çatal hayatımızın merkezine oturdu. Ne havalı, yok 12. aya uygun bilmem ne uçlu, ergonomik, bilmem ne içermeyen, tasarımlı çatallar almıştım ona, reklam bebekleri gibi yiyecekti de bir çirkin çatala sattı hepsini! Neyse işte, ver çilek, karpuz, köfte, kaşar peyniri yanına da çirkin çatalı, Defne ladylik okulundan yeni mezun olmuş, İngiliz kızlar gibi harikalar yaratsın sana. İnanmazsan, ispatı şurada.

 

Diş konusu yemek konusunu da fena sabote ediyormuş onu da bu ay anladık ama. Bazı günler en renkli animasyonlarımız, Cirque du Soleil’i gölgede bırakacak gösterilerimiz bile kifayetsiz kaldı. Defne iki lokma yemeden aç yattı:(

 

Yürüme mevzusu:

Hani kendi başına 8-10 adımı atıyorsun ya, hani aylardır ama çoook uzun aylardır elimizi tutunca koşuyorsun ya, ha bir de durmadan oraya buraya gitmek istiyorsun ya bence artık tek başına yürü Defnee! Bak valla korkacak birşey yok, biz arkandayız, o totiş yumuşak iniş yapsın diye her daim arkanda hazırız!

 

Bu da henüz yürümeden koşmaya çalışan Defne’ye babaanne stili çözüm:)

 

Uyuma-uyumama ve yegane eşlikçişi diş mevzusu:

Hani bebeklerin her huysuzluğunu daha 3-4 aylıkken dişe bağlamaya başlıyorsun ya, bence başlama. 13. aya gelince sıkılıyorsun da. Ondan. İlk iki diş de “Ayy bu diş meselesi de pek zormuş” dediklerimiz de yalanmış. Sen hele bir de üst dişleri gör. Köpek dişleri daha zor mu diyeceksin, bu bahsi kapatalım lütfen. Şu anda kaldıramayabilirim:)

Bir ayda 3 diş çıkarsa, her birinde takriben bir 3-5 günlük huysuzluk ve uykusuzluk olursa, eh işte anladın durumu..

Tarihe ve kendime not:

19 mayısta üst ilk dişi, 26 mayısta ikinci üst dişi, 14 haziranda üçüncü üst dişi çıktı.

 

Genel hal ve gidişat:

Bir sihirli değnek varsa eğer, işte tam burada devreye giriyor olabilir. Olmayabilir de. Kuzgun ve yavrusu sendromu da olabilir. Objektif değilim. Amaaa, bir kere boğazına su kaçınca sırtına vurup helal dediğimden, her boğazına birşey kaçar gibi olduğunda, kendi ensesine vurup helal helal diyorsa, sehpanın üzerinde duran harddiske dokunmasın diye parmağımı sallayıp hayır deyişimin üzerinden 3-4 gün geçmişken, harddiski babasına doğru hafifçe itip parmağını sallayarak hayır diyorsa, evdeki palmiyemsi bitkiye vurup vurup ben ona kızmayınca elimi kolumu çekiştirip, parmağını sallayıp hayır diyorsa (aklınca beni deniyormuş sıpa), hayır vurma deyince de cici diye seviyorsa, hadi parka gidelim deyince oyuncaklarına, dışarı çıkınca markette çalışan iyi günler diyen her çalışana, akşam eve çöpü almaya gelen görevliye baybay yapıyorsa, düğmesine arka arkaya basınca habire aynı şeyi söylediğinden “kırmızı turuncu kırmızı turuncu” diyen sesli kitap sunucusu teyzenin sesine remix yapmış bir dj edasıyla dansediyorsa, hadi üzerine değiştirip dışarı çıkalım dediğimde tshirtünü kendi kendine çıkarmaya başlıyorsa, evet sihirli bir değnek var bence!

Sihirli değnek dediysek de gaza gelme hemen. Hani Harry Potter büyücülük okulunda bire giderken o değnek bir çalışıp bir bozuluyordu ya acemilikten bizimki de o hesap.

 

 

Karpuz sezonu açılsııın!

Biz evde olduğumuz için, bizi çok sevip her dakikayı birlikte geçirmek istediğinden midir, yoksa bize gıcığı var, dur şunlara bir rahat yüzü göstermeyeyim dediğinden midir, her pazar sendromumuz var bizim. Uyumayan koca gözlü minik bir baykuş, türlü numaralar deneyen anne-baba! Defne gün sonunda artık bayıltılarak arabada gezdirilip uyutulur, anne-baba müzik dinler, sohbet eder. İlk sevgililik zamanlarındaki saatlerce arabada oturup triplendikleri flörtöz günler gibi! (evet biz gençken triplenmek diye birşey vardı!)

Neyse işte yine böyle sendromlu bir pazarın arkasından, pazartesi de bakıcı izinli olursa, annenin akşama kadar Defne’nin peşinde koşmaktan pili bitmiş olursa, Defneee azıcık totonun üzerine otur, bak valla arada zevkli bile olur diye söylenip durursa, Güney’in gelişini dört gözle beklerken dur şu kıza bir karpuz vereyim belki oyalanır derse ve aşağıdaki görüntüler ortaya çıkarsa nolur?

Tuba sıfırlanır, başa döner, enerji tavan yapar, karpuza çatal batıran bir yumuğa tekrar aşık olur! Herkese bunu anlatır durur!

Bu minnaklar kesin çok akıllı, son sınırı biliyorlar ve illaki o anda bir numara yapıyorlar. İlk videonun sonunda bir türlü batıramadığı karpuzu çatala eliyle takıp öyle yiyen minik kız biraz şapşal mı göründü sana? Evet birazcık olabilir.

Flaş flaş flaş!

Geçen hafta Defne hastaydı. Ateşi 39’un üzerine çıktı. Çok üzüldük, hiç kıyamadık ama çok şükür toparladı.

Ama bu ateşin bir de iyi tarafı vardı. Tabi insanın inanası gelmiyor, ne gibi bir iyiliği olabilir ki diye. Şimdi Defne sıpası benim karnımdaki minnak hallerinden başlayarak hep biraz kuduruk bir model oldu.  Totosu durduğu yerde bugüne kadar hiç duramadığı için de tel sarar, çirkin ol, hadi korkut, babana birbir anlat gibi her Türk bebeğinin geçmesi gereken yollardan bir türlü geçmek bilmedi. Alkış hariç. Onu da vakti zamanında anneannesi 1 haftalık görüşmelerinde öğretmişti. Baybay da hariç ama o konu dışı. Dışarı gitmenin dolayısıyla rahatça kudurulacak mekana geçişin anahtarı gibi gördüğünden onu hareketiyle olsun, kelimeleriyle olsun erken aşamalarda öğrenmişti. Bu ateş dediğin şey yükselince insanı halsiz düşürüyor, hareket edecek hal bırakmıyor malum. Defne de ateşinin yükseldiği anlarda zorunlu olarak totosunun üstüne oturdu, o ateşten kıpkırmızı yanaklarıyla kitaplarına falan baktı,  bizimle daha çok sohbet! etti. Zaten o sabah pazar olmasına rağmen klasik sendromumuzu az yaşayıp, dışarıda da olsa 1.5 saat uyuyunca birşeylerin ters gittiğini anlamam lazımdı! Sonrasında bir gün içerisinde gelsin öpücük atmalar, fıs fıs diyerek krem sıkmalar, kaşıkla bebeğe yemek yedirip bir de ağız şapırdatmalar,  gitsin a-aa-aaa diye elini ağzına vurarak yamyam dansı yapmalar, tel sarmalar, pisi pisi diye kedi sevmeler !

Ve en bomba süpriz! Defne artık öpüyor! Sulu sulu, sesli sesli. Pek tabi ki sadece beni! Bu nasıl bir mutluluk anlatamam! Bir kez daha öpsün diye 10 dakika uğraşıp, sadece beni öpüyor diye Güney’le birbirimize giriyoruz! Evet, bu anne-babalık kurumu dediğin şey aleni manyaklık. Kabul.

İki saat ateşi çıkıp sakin oturunca bunları öğrenirse, hep sakin otursa neler öğrenecek diye Nobel ödüllü annesi hayallerime çoktan geri döndüm bile! Neyseki ateş düştü, Defne özüne döndü, totosu yerle ilişkisini kesti. Defnecik hasta olmasın da ben peşinde koşarım kıvamına çoktan geldim. Ama Defne’nin bilmesine gerek yok.

Bir de düne kadar biz yürütürken habersiz bırakınca birkaç adım atarak yürüyordu Defne. Dün çimlerde oynarken bile isteye, arka arkaya, pek tabi ki yalpalaya yalpalaya, yaptığının farkında olarak 3-5 adım attı! Sormaya gerek var mı? Tabi ki bana doğru! Çok mesudum çok!

Güller arasındaki poz apartman görevlimizin özel tasarımıdır. Kendisine teşekkürü borç biliriz:)

Evet biz evde hep pijamayla gezen bir aileyiz:)

Bu hafta uzayan saçlarıyla tekli fıskıye, ikili fıskıye modelleriyle de Güney’in hayallerini gerçekleştirdi Defne neyseki de sayesinde karı-koca arasındaki öpücük krizi aşılmadıysa da ertelendi.

Defneee bir kere babanı da öp lütfen yaa, başta tek olmak hoşuma gidiyordu, ama daha fazla didiklenmeye dayanamayacağım. Lütfen.