Currently Browsing: Anne baba ne dinliyordu?

İnsanoğlunun müzikle imtihanı!

müzik

Sene 90 lardan birşey… Her zavallı Türk lise öğrencisi gibi, okula gidiyorum, geliyorum, dershaneye gidiyorum. Okul şehrin bir ucunda. Dershane öbür ucunda. Her yere gidiş illa bir vesaitle. Kulağımızda da ergenliğin ön şartı olarak illa bir walkmen. Hem annenin, babanın, sınıfta gıcık olduğun kızın, öğretmeninin sözlerini duymuyorsun, hem de çok “cool” göründüğünü düşünüyorsun. Şimdiki gibi havalı, şöyle kafandan geçirdiğin kocaman renkli şeyler falan yok tabi. Kulağının içine zorla soktuğun, bir süre sonra hele de kulaklığın adiyse, süngerinin yırtılıp düştüğü, metal kısmının kulağını deli gibi acıttığı minik kulaklıklar var. Otobüste yer bulup cam kenarına oturduysan, kafanı da cama dayayıp hülyalı hülyalı bakıyorsan, çantan da annenin sana kıyamayıp zorla eskitmeye uğraştığı, babanın Kıbrıs Pazarı’ndan aldığı yepisyeni asker çantası ise dünyada senden havalı kimse yok sanıyorsun. Vesaitte değil de yürüyorsan olay daha büyük. Mersin’in marttan itibaren neredeyse 3o derece olan sıcağında bile şanslıysan orijinal asker botu, şanssızsan ona benzer CAT botlarını giyiyorsun. Okul eteğini belinden kıvırıyorsun. Aşağı kaydırdıkça büzülen kapkalın çoraplarınla arz-ı endam ediyorsun. Müzik illa seninle. Hayat, okul-dershane-ev ve okuldan kaçıp gittiğiniz kafeler arasında geçince de bu sahne daima yaşanıyor. Ne mi dinliyorsun, Pink Floyd, Metallica, Iron Maiden, Doors, Deep Purple… Yok canım her zaman elbette bu kadar havalı değilsin. Sezen Aksu yeni kaset mi çıkarmış, Tarkan yeni şarkı mı yapmış? Tabi kaçırmıyorsun ama çaktırmadan. Malum o yılların mahalle baskısı “Ayyyy bu iğrenç şeyleri mi dinliyorsun? Ben Capital Radyo bile dinlemiyorum, yabancı da olsa hep pop çalıyolaaarr!” Bi yürü git, diyecek özgüven yok. Hiçbirinizde. Halbuki hepiniz radyodan kaset çekip, arada radyo djinin abuk subuk konuşmalarını da duyduğunuz şarkıları dinliyorsunuz. Yolda yürürken Aşkın Nur Yengi, gerdan kırdıracak bir şarkıya başladı mı elinizde olmadan kıvırtıp, hemen toparlanıyorsunuz. Hele Özcan Deniz, hadi hadi meleğim diye bağırdıkça… Yok ya, radyoda kanal arıyordum ne alaka? Ha bu arada dün akşam TRT3’te Rock Saati’ni izledin mi? Adamlar ne çalıyor yaaa! Bazen de Sezen Aksu söylüyor. Sen zırıl zırıl ağlıyorsun. Fena aşıksın. Evet o salak çocuğa. Ama çok tatlı yaa.

İşte o günlerden kaldı galiba içimde hep. Hayat film gibi olsa. Arka fonda hep bir müzik olsa. Bazı “an”lar o otobüs camına kafanı dayadığın anlar gibi yaşansa. Büyüdükçe akıllandım. İnsanların yaptığı müziğe kulp takacak kadar kulağım ve bilgim olmadığını kabullendiğim gün, ben de “kulağıma güzel gelen herşeyi dinlerim”cilerden oldum. Bir yerde duyduğum melodinin peşine düşüp, aylarca arayıp bulduğum da oldu, belki de benden başka kimsenin umurunda olmayan şarkıların peşine de düştüm. Tarkan’ın albümü çıktığı gün neyse parası verip almayı da bildim. Pink Floyd’u çok severken, İbrahim Tatlıses şarkısında hüngür hüngür ağladım. Güney’le evlendiğimiz zaman, tüm kasetlerimizi ve Cd’lerimizi dolaba dizerken, neredeyse hepsinin çift olduğunu gördüğümüzde daha çok aşık olduk birbirimize. Hala çekmeceyi açıp, ilk sırada Kumdan Kaleleri görünce aynı şeyi hissederim.

Defne doğduğundan beri hayat eskisi gibi müzikli değildi sanki bir dönem. Daha çok gürültülüydü. Ya da ben sadece o kısmını duyabilecek ruh haline sahiptim. Sonra bir dönem Pepee’nin şarkıları bile girdi hayatımıza.

Mersin’deydik geçen hafta… Hayat orada eskisi gibi hala çok “müzikli”. Sıcak mı insanları böyle yapıyor, Akdeniz mi bilmem ama, her evden, her dükkandan bir müzik. Bağıra bağıra. “Bu nöeeeeyy la böyle?!!” diye çemkirdiklerim de oluyor, “Amanın teyze az aç da beraber dinleyelim” dediklerim de. Gece saat 3’te bile evin önündeki sokaktan geçen arabadan bangır bangır müzik. Gülşen yatcaz kalkcaz, yatcaz kalcaz dedi de bir türlü bitiremedi o geceleri. Bu defa kızamadım. Hoşuma gitti bu haller. Bir akşam Güney Defne’yi arka odada uyutup geldi gülerek, bu ne ya, sokaktan ambulans geçti, polis geçti, çöp arabası geçti, diskotek bile geçti dedi. Her gece sokaktan en az 5 diskotek geçti. Ve o gece bir kadın sabaha kadar kahkaha attı.

Ankara azıcık ketum mu ne? Ya da müziğini illa kulaklıkla mı dinliyor?

Dün akşam, Defne havanın 35 derece sıcağına bakmadan, yağmur yağacak dedi. Ve benim bir yağmur şarkım var, onu söyleyeceğim. Yağmur yağmadı. Ama biz ailecek, belki 50 defa yağmur yağıyor, seller akıyor’u söyledik.

Yok ya, valla beynim sulandığından yazmadım bu yazıyı. 5o kere “Yağmur yağıyor” bana n’apar? Ben zamanında Defne dansetmeyi çok seviyor diye, 30 kere arka arkaya kendi sesimden  Türkmen kızını dinlemiş insanım!

30’undan sonra triplenirsen olacağı bu!

Biz gençken ‘triplenmek‘ diye birşey vardı! Yoo, öyle İngilizce- Türkçe sözlüklerde yazan “trip: Kısa seyahat veya yolculuk” la bir alaka kurmaya çalışma. Çünkü, hiç alakası yoktu.

Triplenmek daha ziyade gençken ve tüm dünyaya karşıyken, illaki muhalefet olacak, olmadı kendini üzecek, yetmedi bunalıma sokacak birşeyler yaşamak, yaşayamıyorsan yaratmak, o da olmadı hayaliyle yetinip, kendini bir birayla sarhoş edecek hale getirmekti. Amma da uzattım lafı, şimdiki halimle tek kelimeyle ‘efkarlanmak’ tı işte. Ama marifet çoğu zaman efkarlanacak birşey olmasa da yine de efkarlanabilmekteydi. Çok tripliysen Sakarya’daki barlardan birine, başta neşeliysen ama sonunda tripleneceksen Kızılay’daki eller havaya barlardan birine, triplenmeye gönlün yoksa ama cool’luğumdan da ödün vermem diyorsan Tunalı’daki barlardan birine giderdin. Gerçekten tripliysen ODTÜ stadyuma. Ama o başka. O zaman gerçekten dertlisin demekti. Konu aşk acısı olur, aşık değilsen niye değilim olur, aşk konusunu eskittiysen bu üniversitede bu bölümde ne işim var olur, mühendis olan arkadaşın ‘Ne güzel sen mimarsın birşeyler üretiyorsun, ben ne halt ediyorum?’ der, mimarlıkta okuyan sen, işletme de okuyana ‘Sen hiç değilse çalıştığın zaman kazandığın parayla, hayatının geri kalanını satın alacaksın, ben ne halt edeceğim?’ dersin… Sonra hep gidesin olur, bu şehir boğar seni, bu ülkede yaşamak istemezsin. Hep bir çift kanat istersin. Hayali bile olsa. Özgürlük demek ya onlar. Ama konu gelir gelir sonunda yine aşk acısı olur. Acısı olmazsa aşk olmaz ya, o yüzden acıtacak birşey olmasa da illa ki bulunur..

Biz de triplendik yıllarca. Güney’li, Güney’siz, birbirimiz için, birbirimiz yüzünden, defalarca. Evlendikten sonra bir akşam Güney’le Tunalı’da Cafe Lins’de oturuyoruz. Daha Defne yok. Böyle Viyana’daymışız ortamı…Müzikler güzel, yemekler güzel, biz güzeliz. Alttan alta başka müzik sesleri de geliyor çevreden. Sevdiğimiz şarkılar. Ama eskisi kadar çok dinlemediğimiz. Biraz rock, biraz metal, bazen ne zaman nerede duyarsan duy, illa ki gözlerini dolduracak bir Sezen Aksu şarkısı.. Bilenler bilir, Cafe Lins’in karşısında Corvus Pub’ın falan da içinde olduğu 5 katlı sırf barların olduğu bir bina vardır. İşte kafayı kaldırıp, mutlu kabuğumuzu azıcık aralayınca o binayı görüyoruz. Biraz hüzünleniyoruz, biraz duygulanıyoruz. Vay be gençlik diyoruz, neler yaşadık hatırlıyoruz. Lan o minnacık masalarda, karanlıkta birbirimizin yüzünü görmeden, birbirimize ettiğimiz iki çift lafı duymadan o barlarda ne triplenirdik diyoruz. Ama bir türlü triplenemiyoruz. Çünkü fazla mutluyuz. Çünkü fazla yaşlıyız. Çünkü artık mutsuzsak, efkarlıyız. Bira değil, rakı içiyoruz. Artık aşk acısı çekmiyoruz.

Bolu’dan dönüyoruz. Bir kaç gün önce. Defne yok yanımızda. Günübirlik iş için gitmişiz. Radyo açık. Eski, güzel şarkılar çalıyor. İki saatlik de olsa, sakinliğin, arabada yanyana oturabilmenin, canın isteyince iki çift laf edebilmenin, istemeyince kendini müziğe bırakmanın tadını çıkarıyoruz. Aşkın Nur Yengi söylemeye başlıyor. Aa bu şarkı da nerden çıktı diyoruz, gençken ne çok dinlerdik diye düşünüyoruz.

Karanlığın içinde yandı gözbebeklerim
İlk önce gözlerini gördüm
Ilık rüzgarlar misali
Sesin değdi tenime
Belki bin defa yanıp yanıp söndüm

Bir yanda sen bir yanda tövbeler
Bir yanım karşı koyar bir yanım ister

Serserim benim deli dolu sevgilim
Kor gibi sıcak yada sular gibi serin
Gelme uzak dur korkuyorum çok
Çılgınlık bu halim yok

Gözlerim doluyor. Hüzünleniyorum. Her kelimesi için gözümün önünde bir hayal. İçim titriyor. camdan dışarı bakıp, derinlere dalıyorum. Evet ya, bildiğin tripleniyorum. Ben kızımı özlüyorum. Sabah 9’dan akşam 6’ya kadar göremedim diye. İşe gittiğimde zaten göremediğim saatler olsa da. Sırf başka bir şehre gittim diye. Sırf istediğimde eve çıkıp göremem diye..

Kor gibi sıcak yada sular gibi serin
Gelme uzak dur korkuyorum çok
Çılgınlık bu halim yok

Derken kadın, ikinci çocuğu yapmalı mı, Defne kardeşsiz kalmasın mı, ama ben bir tanesi için yeterince iyi miyim bilmiyorum ki, çılgınlık bu halim yok derken yakalıyorum kendimi!

Yok artık!

Deli miyim neyim?

30’undan sonra triplenirsen olacağı bu!

Not: Ben bu yazıyı yazarken rayoda Losing My Religion çalmaya başladı. Gel de triplenme..

Anne baba ne dinliyordu? (v3)

Hani ODTÜ’nün bahar şenliklerinde stadyum konserlerine giderdik ya, hani yaşımız 3 ile başlamazken, hatta erken 20 lerdeyken, amcalar teyzeler de gelirdi o konserlere. Biz bağıra çağıra eşlik ederken ve dans ederken, hele de bir rock konseriyse, burun kıvırırdık o amca ve teyzelere, “Arkadaşım rock konserine de gelmeyiver, hadi geldin dans etmeyiver.” diye.

Kaldı şurada 15 sene. Stadyumda öne geriye sallanmak suretiyle dans ettiğini sanan, 18liklerden daha 18lik (olduğunu varsayan!) bir adamla kadın görürseniz, işte o Güney’le benim:) Defne nerde mi? En ergen haliyle “Yaa şurda bari rahat bırakın, siz Duman dinleyecek yaşta mısınız? Gidin bari uzakta sallanın!” diye homurdanarak stadyumun öbür ucunda…

Seviyoruz Duman’ı napalım. Helal olsun.

Anne baba ne dinliyordu?(v2)

Bir süredir takıntımız bu ve bu.  Evet herşeyi internetten dinlemiyorum, neyse parası verip cd aldığım da oluyor:)

Teoman’ın düet yaptığı kızcağız var ya, o ses beni mest ediyor. Aşk acısı çekiyor moduna bile giriyorum nerdeyse:) Hayır evli çoluklu çocuklu kadınsın ne modu değil mi, otur aşağı.

Anne baba ne dinliyordu? (v1)

Öyle bilinçli bir klasik müzik dinleyicisi değilim ben. En bilinenler dışında çalan müziğin bestecisini bilmek, birine kafayı takıp saatlerce dinlemek gibi kabiliyetlerim yoktur. Ama klasik olmayan klasik müziği özellikle severim. Ne demekse artık!

“Klasik müziğin indierock ile evlenmesi” diye adlandırmış yapım evi Olafur Arnalds’in müziğini.

Takip ettiğim bir blog sayesinde tanıştık kendisiyle.. İzlandalı gençten bir çocuk kendisi. (1986 doğumluymuş!!) Bir dinleyin. Şu soğuk, gri kış günlerinde pamucuk pamucuk oluyorsunuz.

Büyüksün Olafur!

Dinlemek isteyene…

Bu vesileyle bu post da ileride Defne, anne babasının engin! müzik zevkinden faydalanabilsin diye bir süredir yapmayı düşündüğüm “Anne baba ne dinliyordu?” serisine elit bir başlangıç olsun:) Hayırlı olsun.