Kaybetmesi İmkansız Oyun Buldum, Daha Ne!

Benim oynadığım bir oyun var. Şöyle çok ama çok delirmeli günlerde. Hani ya birine dalacaksın, ya çaydanlığı camdan aşağı atacaksın, ya patronuna ‘Patron olmuşsun ama adam olamamışsın gülüm ya..’ deyip istifa dilekçesini çakacaksın, işte tam öyle bir günde. Hani bir ‘Fight Clup’ olsa, karşına Tyler Durden gelse, affetmeyip dişlerini eline vermek istediğin bir anda…

Oyun çok basit.

Anlatıyorum.

Durum 1:

Mesela o hafta Güney’den nefret mi ediyorum, adamın şuradan kalk şuraya otur dediği bile batıyor mu, çocuklara bakmıyor, beni yeterince önemsemiyor, telefonla çok mu oyun oynuyor? Sebepler önemsiz, dönemsel değişiklik gösterebilir. Hatta sebep kendi değil, ben de olabilirim, farketmez. Ama ben adama fena halde gıcığım. Napıyorum biliyor musun?

Boşuyorum gidiyor!

Hayalimde.

Önce diyorum, ay sevenler ayrılır mı, öyle kolay boşanılır mı? Ay tabi boşanılır, sonuçta bir sürü insan birbirini seviyor ama birlikte yaşayamıyor, demek ki bizim de kaderimiz buymuş.

Başlıyorum hemen fizibilite çalışmalarına.

Ankara’da yaşamaya devam mı ederim, aman yok iki çocukla n’apcam tek başıma, giderim Mersin’e annemlerin yanına, bu yaştan sonra da anne-baba evinde kalınmaz yahu, neyse tutarım yakın bir ev, e iş konusu n’olcak, ay bir Sibel Hanım vardı, teee ne zaman staj yapmıştım yanında onu mu arasam, çocuklar babayı nasıl görecek, ay banane, gelsin babaları olacak her hafta. BANANE. Birini tenise yazdırıyorum Mersin’de, öbürünü yüzme kursuna, gidecekleri okul belli. Yaz tatillerinde ne yaparız falan o detaya iniyorum.

Derken derken, inanmazsın içimi bir hüzün kaplıyor. Hani gerçekten boşansam sevdiğim kocamdan, muhtemelen ilk hırslı günlerim geçince içimde hissetme ihtimalim olan o üzüntü. Değer miydi diyorum. Bunca aşk, sevgi, emek, hayaller, iş ortaklıkları yalan mıydı? Hata mı yaptım derken, değmezdi be diyorum. Değmedi. Niye bıraktın gül gibi adamı? Herkesin var bir ‘öküz olma potansiyeli’ ama iyi yönleri de çoktu ya. Hem bayağı da seviyordum keratayı.

Bir bakıyorum sinirim geçmiş gitmiş, boşanıp da boşanmadığım yanıma kar kalmış. 15 sene öncesine dönmüşüm, adama baştan aşık olmuşum! Bir süre öyle pamucuk öyle pamucuk oluyorum ki, eminim Güney de bana baştan aşık oluyor!

Durum 2:

Mesela o hafta çocuklara çok mu kılım, şöyle annemin terliği olsa da kıçlarına kıçlarına yapıştırsam içim yine de mi soğumayacak, sürekli kavgaları, durmadan konuşmaları, her şey boğazıma boğazıma mı çöküyor?

15 sene önce ye gidiyorum! Ve hayatımı altüst ediyorum. Bir kere Güney’le tanışmıyorum. N’olur n2olmaz? Adama çok aşığım, bundan süper baba olur falan diyorum ya (BKZ. Durum 1 sonu), hiç ona bulaşmıyorum. Hatta hiç bir erkeğe bulaşmıyorum. Dünyanın her yerinde bir iki yıl geçirecek bir düzen kuruyorum kendime. Evlilik, çocuk yalan. Kitaplar okuyorum, New York’ta konsere, Hindistan’da eğitimlere gidiyorum. Çocuk ne ya? Ezik miyim, ‘domestic’ miyim, niye çocuk yapayım?! Bir mutluyum, biz özgürüm sorma gitsin!

Sonra biyolojik saat, orta yaş bunalımı, evlat özlemi ne dersen de bir şey gelip dürtüyor beni. Hiç doğmamış çocuklarımın hasretiyle yanıyorum! Ah diyorum bu hayatı seçmeseydim, kazandıklarım çok ama kaybettiklerim de çoksa ya. Ya iki çocuğum olacakdıysa da biri kız, biri oğlan olacakdıysa da, adlarını da Defne’yle Doğa koyacakdıysam da… Hüngür şakır, gözyaşlarının arasında sisler bir çözülüyor, bir bakıyorum benim iki hıyar, aynı renkli, aynı kutulu, aynı markalı iki oyun hamurunu paylaşamadıkları için dünyayı yakıyorlar! Yakın yavrularım! Yakın canlarım! Kavga kardeşliğin şanından. Yiyin birbirinizi. Ananız da sizi yesin hatta. Ah yavrularım sizsiz bir hayat mümkün müydü?

Sevgi pıtırcığı oluyorum. Biri beni durdurmazsa, üçüncüyü doğuracağım, o derece!

Durum 3:

Ülkenin hali malum. E bizim içimizde de gençlikten beri bir gitme sevdası. O zamanlar özgür ruh, zincirlerini kırma çabası yurtdışı. Şimdiyse ‘Bu ülkede yaşanır mı?’ sorusunun cevabı. İki gün üst üste haber dinlersem, kapıyorum gözleri, veriyorum ülkeyi yangına, basıp gidiyorum.

Bazen Amerika’da bir yerler. Bazen Barselona ya da Bologna hayaller. Bir üniversitede öğretim görevlisi oluyorum, okuldan çıkışta metroyla meydana iniyorum. Arka sokaklardaki küçük dükkanlardan, iki havuç, bir sap brokoli, bir elma, bir muz alıyorum. ‘Bacon’ , Jamie Oliver’lığın şanından zaten, kasaptan 5 dilim koy yağlı kağıda. Köşede çiçek satan adamdan 2 Euro’ya kese kağıdına sarılı çiçekler de aldım mı bildiğin Avrupalıyım! Sonra eve gidiyorum, apartmanda komşu yok. Tv’yi açıyorum Poyraz Karayel yok. Telefonuma eşten dosttan mesajlar geliyor, Aşure yaptım, sen de olsaydın boğazımızdan geçmedi diye. Hüzünlenip sokağa çıkıyorum, bir barda iki kadeh bir şey içeyim, biraz insan göreyim diye. İngilizcem, sonsuz hızdaki Türkçem gibi değil. İkinci dilde yaptığım espriler yavan. Bir Behzat Ç. muhabbeti yapayım desem, dünyanın ekseni 12 cm kaydı, siz bana bir cm yaklaşmadınız desem anlayan yok. Aman bir hüzünleniyorum, bir duygulanıyorum. Ne yapıyorum ben burada yaa? Durumlar kötü de olsa ille de vatanım! Hem kötüyse söylenme de bir ucundan da sen tut diyorum, sen gidersen, ben gidersem, kalanların hali ne olur diyorum. Annemi babamı çok özlüyorum. Ha bir de lahmacunu. Bir de künefeyi. Bir de çayı. Bir de yaprak sarmasını. Bacon da neymiş, pastırma gömesim var. Bunca acının üstüne 1.5 lt Turnip acılı şalgam içsem durulmam. Öyle bir acı!  Yemişim Avrupa’sını da Amerika’sını da diyor, ülkeme dönüyorum!

Al sana delirmekten kurtulmanın kısa yolu. Böyle manyaklıklara gireceğine, şükretmeyi bilsen falan deme bana. Bu da bir şükür yöntemi bence. Allah sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirip sonra buldururmuş ya, benim gibi eşeklere de önce aklını kaybettirip sonra bulduruyor. Bulunca da bende mutluluk derya deniz.

Bak yazınca bile bir rahatladım.

Güney gidiyor muyuz üçe aşkım?!!!