Currently Browsing: Gelişim

Defne iki buçuk!

defneikibucuk

İki buçuk dediğin bildiğin “küçük insan”!

Herşeyi kendi seçen… Herşeye kendi karar veren… Herşeye bir lafı olan…

Ayyy ne güzel falan deme. Benim hayalim daha uzuuuun yıllar, oyuncak bebek gibi istediğimi giydirip, saçını başını istediğim gibi tarayıp, her dediğime bebek bebek evet anne, tamam anne diyecek bir çocuktu! Noldu? Yalan oldu.

 

Şöyle bir yaşını geçip de yürüyene kadar, boy zaten bir karış, bacaklar patates, etek giydirsen birşeye benzemez, elbise giydirsen, gıdının altında bir kumaş yığını. Saç desen zaten yok. Üç adet tel, 1 cm boy. Evet anne, tamam anne diyecek konuşma nerdeee? Agu dedi, mama dedi diye üç gün göbek atıyorduk. Tam yürüdü, boy uzadı, bacaklar patatesten sosise döndü, saç desen sırma değilse de bir potansiyel barındırıyor dedim, geldi mi 2 yaş tavırları?

 

Pantolonu, tshirtü geçtim, giyeceği çorabı bile kendi karar vermediği zaman baş parmağının ucundan geçirtmeyen bir insan. Taytın rengi, kazağa uymadı diye beğenmeyen! Ulan uymaktan kastı da kazak pempeyse tayt da pembe olacak, kırmızıysa toplu kırmızı. Şöyle vişne reçeli kavanozuna batmış da çıkmış gibi. Senin anan mimarlıkta kaç sene dirsek çürüttü, üniversitede hocama, pembeyle pembe bir arada iyi durur, çünkü çok güzel olur desem, sence “güzel” ne demek, “güzel” diye bir şey var mıdır, “güzel” göreceli midir, senin güzelin benim de güzelim midir,  diye diye hayata küstürür, üstüne de pembe kustururlardı, diye anlatıyorum. Dinleyip dinleyip, “sen küçük mimarsın, ben çot büyüüüük mimar olcam” diye cevabı yapıştırıyor. Demek ondanmış be, küçük mimar olduğumdan kafam temel tasarıma bir türlü basmamış da, okulu uzattığım gibi, son sınıfa kadar hocalarımdan bir çift güzel laf duymamışım. Sınıftaki geri kalan 59 kişi gibi. Jüriye pembe üstü pembeyle gitmeyi bileydim. Nerdeeee?

 

Saç desen ayrı bir olay. Hiç bağlatmadığı saçlarını, gözüne girmesin diye anneannesi kahkül kesmişti bayramda. Uzayan kahkülleri kuaförde kestirmeye karar verince, kızımla ilgili herşeyi ben yaparım romantikliğindeki Güney, ben keserim diye çıktı ortalara da, hem kaşının 3 parmak üstünden hem yamuk cart diye kesti. Ama yalan yok çok “Amelie” oldu çocuğum. Şimdi saç kuş kadar kaldı ya, 3 aydır toka değmeyen kafaya, her sabah bir avuç toka seçiyor, bir de üstüne “saçımı konik yap!” buyuruyor. Ah be evladım, baban koniğin önde gideni yaptı da, aşk senin gözüne kör ettiğinden, aynaya bakıp bakıp, saçım çot düzel oldu, babam kesti diye seviniyorsun. Demiyorum tabi. Eşek sıpası da olsa, benim kızım, kıyamıyorum.

 

Dil desen pabuç.

Adam neden korna çaldı anne?

Çünkü öndeki araba hata yaptı.

Öndeki araba neden hata yaptı da, adam korna çaldı anne?

Çünkü dikkatsiz davrandı.

Öndeki araba neden dikkatsiz davrandı hata yaptı da, adam korna çaldı anne?

Çünkü arabanın içinde senin gibi durmadan konuşan bir çocuk varmış.

Öndeki arabanın içinde neden çok konuşan bir çocuk var da, adam dikkatsiz davranıp hata yaptı da, adam da korna çaldı anne?

 

Durum böyle. Yalanım varsa…

 

Ama hani bir gülüyor da dünya duruyor ya, yok artık bu beni kesmiyor. Madem bu kadar kapris, naz çekiyorum, daha somut örnekler istiyorum!

Neyseki işini biliyor kerata!

 

Anne seni bulut kadar seviyom, babamı da hayuz kadar.

Nöey?

Dedim ya seni bulut kadar, babamı da hayuz kadar seviyom.

Nerden çıktı şimdi bu?

Hani demiştin ya, ben seni gökyüzü kadar seviyom, baban da denizler kadar seviyo diye, ben de bulutla hayuz kadar seviyom!

 

Aferin çocuum bana bunlarla gel!

 

 

Defne 29 aylık!

29ay

Defne’nin okula başlama süreci, arada bir hafta azıcık gezmeyle karışık, aslında iş için İtalya seyahati, maaile geçirilen bir bayram… Anlatacak çok şey vardı. Var. Heves yok. Yoktu. Okula gitmeyeceğim krizleri devam ederken, bizim aylar öncesinden belli olan İtalya seyahatine gitme zorunluluğu, Defne’nin dönüşte bu bir haftanın acısını fena çıkarması  falan derken, zamansızlık, keyifsizlik.

Falan filan neyse işte…

Döndüm sonunda.

Bu arada Defne 29 aylık oldu.

On beş gün öncesine kadar “Ayyy ne krizi, ne sendromu, denmez öyle 2 yaş krizi falan, ne o öyle hastalık gibi. Çocuğumuz büyüyor, kişiliği gelişirken, bazı şeylere net tavırlar koyması normal, bu süreçte biz de gelişiminee destek vereceğiz. Hasta değil çocuğumuz, sadece büyüyor.” culardandım. Ya da öyle olmaya çalışıyordum. Şimdi doğal ebeveynlik moda, kitaplar, psikolojik yaklaşımlar falan hikaye oldu ya, ben de eksik mi kalacaktım, dışarıda mı yere mi attı kendini, “çüş artık, daha neler, alsana çocuğunu yerden, hem de öyle bağırtarak ağlatılmaz çocuk”cu teyzelere inat, ağla evladım, içini dök, geçince gelirsin, sarılırız, büyüyorsun bunlar çok normal diyordum. Dışarı donla mı çıkmak istiyor, tabi çocuğum kendi seçimin, 5 derece sıcaklıkta donla sokağa çıkmayı seçebilirsin, sonunda toton donar, ama sen seçiminin sonucunu deneyimlersin ve böylece öğrenirsin diyordum. Yok be tabi ki atıyorum, kızıyordum, sinirleniyordum, bağırıyordum ama en azından cinnet geçirmiyordum!

Tam iki hafta önce anladım ki evet bu iki yaş krizi, iki yaş sendromu! Evet bu hastalık değil, bu direk delilik!

Bugüne kadar gördüğüm inat, inat değilmiş. 2 yaşında bir velet, bile isteye, insanın gözüne baka baka onu delirtmek isteyebilir ve bundan keyif alabilirmiş!

 

Giyinmem krizi. 1.5 saat.

Nü şekilde TV seyretmenin keyfi başka nerede olabilir?

 

Banyo yapmam krizi. 1 saat.

Bir hafta banyo yapmazsam saçlarım harika  şekil alıyormuş. 

 

Banyodan çıkmam krizi. Yarım saat.

Madem girmem bir hafta sürdü, çıkmam 15 dakika sürecek değil ya!

 

Toka takmam krizi. 1 saat.

Yemek yerken saçım içine girmezse, sulu boya yaparken saçlarım da boyanmazsa, oyun hamuru kafamın derinliklerine işlemezse, banyodan saatlerce çıkmamamın ne anlamı kalır ki?!

 

Uyumam krizi.

Zamanla ölçülemez!

 

15 günlük yoğun programdan sonra, haftasonu itibariyle yavaşlatılmış programa geçti neyse ki. Bünye günde 6 saatlik kriz kotasına alışınca, daha azıyla yetinemiyor valla. Yatakta 2 saatlik bezdirmek suretiyle uyutma programı, 45 dakikaya düşünce, bir kurtlanıyorum da kızı dürtüp uyandırasım geliyor, nooolduu, bugün erken bayıldın diye.

İki yaş krizi 2 ila 3 yaş arası seyredecekse, ilk altı ayı hafif geçirdik ya, onun keyfindeyim şimdi.

Ay kriz demek yoktu ama. Büyüyor çocuğum. Anasını delirtmezse, babasını zıvanadan çıkartmazsa, donla dışarı çıkmazsa, paltoyla yatağa girmezse nasıl öğrenecek sınırlarını.

Sen böğürerek ağla aşkım, ben yanında mal gibi beklerim, sarılmak istiyor musun diye sorarım, daha çok böğürürsen, tamam, anladım, şimdi sarılmak istemiyorsun, sen isteyene kadar yanında sessizce bekleyeceğim, ağlayıp açılınca gelirsin, ben de sana sürekli “tüm manyaklığına rağmen” demeden, seni seviyorum derim. Orada otururken de papatyadan fal bakarım sakince. Camdan tek başına atlamak, camdan seni yanıma alıp atlamak, camdan ailecek atlamak,  camdan tek başına atlamak, camdan seni yanıma alıp atlamak, camdan ailecek atlamak… Yok canııım olur mu öyle şey, ruh hastası mıyım ben? Büyüyorum sadece, benim de kişiliğim gelişiyor.

Ayy anlattım anlattım da rahatladım valla. Bugün hiiiç camdan atlayasım kalmadı. Hem 9 gün tatilden sonra, okula da ağlamadan hatta isteyerek gitti ya, keyfim çok yerinde aslında oolum! Ama söylenmek de anneliğin şanından. Söylenmeyeceksem niye doğurdum?!

Bundan sonra gelsin okul yazıları!

 

 

 

 

 

Defne 28 aylık!

IMG_2317_2

Defne bugün 28 aylık…

Koca bir kız.

Minik bir bebek.

Gündemimiz önce sağlık tabi, ve sonra çok ama çok mutlu olması bu aralar.

Ve ailecek verdiğimiz kararlardan pişman olmamak.

Çünkü Defne okula başladı.

Benim kafam karışık. Onun kafası karışık. Herşey çok yeni.

Anlatacağım ama sonra.

Defne artık benim minik arkadaşım.

Neden kanatlarımız olmadığını sorgulayan.

Ama anne kanatlarımız olsaydı, kuş gibi uçsaydık, yukarıda oynasaydık, işimiz bitince aşağı inerdik. Çok güzel olmaz mıydı?

 

Köpeklerin nasıl bir okula gittiğini merak eden.

Anne köpekler çok küçük, onlara göre de okul var mı?

 

Herkesle sohbet etmek isteyen.

Anne okulda arkadaşlarım beni duymuyor, adın ne diyorum beni duymuyor. Öğretmen duyuyor ama.

 

Beni çok seven.

Anne ben çitolatalı donmama seviyorum. Bir de seni. İkinizi de!

 

Kendine güvenen.

Anne ona binme, anastör bozulmuş. Asansör olabilir mi? Hayır anne, anastör.

 

Birlikte yapılanlardan zevk alan.

Anne, aşkam beraber gek bapalım, çünkü beraber bapmayı çok seviyom.

 

Her günü kutlamaya değer bulan.

Bugün iyi ki doğdun bapalım mı anne? Ama bugün senin doğumgünün değil Defne. Olsun bapalım mı, çok güzel olur.

 

Herşeye fikri olan.

Şimdi oyun oynayalım, sonra bapıştırma bapalım, sonra dans edelim, sonra uyuruz. Bu fikrimini beğendin mi?

 

Ve çok şapşal!

Defne sen bu fikirleri nasıl buluyorsun?

Düşünüyorum, düşünüyorum, sonra buluyorum.

Nerede peki o fikirler?

İşte burada, kafamın içinde.

Öperim ben o fikirleri.

Ama öpemezsin, çunkuu içinde.

 

 

 

 

Defne 27 aylık!

fotoğraf27

Kilosunu, boyunu psikopatça takip ettiğin ilk sene geçince, o geçen bir senede lohusalığı atlatıp, kafan da normal insan gibi çalışmaya başlayınca (tamam tam normal insan gibi olmayabilir, annelik girdi bir kere kanına, o delilikten kurtuluş yok!), ayyy bebeğim bu ay 325 gr aldı, ayağını ağzına soktu, 12.5 saniye ayakta durup taytay yaptı, elmayı cam rendeden geçirince 25 gr, çatalla ezince 32 gr yedi, kakasını günde 5 kereden 3 kereye düşürdü muhabbetinin tadı da kaçınca (bana kalsa bir otuz sene daha konuşurdum da, kafa azıcık normale dönünce karşımdakine acımaya başladım. Bazen. Biraz.) bu “Defne şu kadar aylık oldu” yazılarının anlamı kalmadı gibi mi geliyor sana? Banane ya, yazacağım işte, seviyorum ben. Bak okuduğun yerde miden ağzına gelmesin diye, çiş-kaka muhabbeti yapmıyorum, zira karşındaki 6 ayı geçince aslında koca adam şeysi yapabiliyor, çocuğu zaten 6 ayda bir tartıyı dolaptan çıkarıp bulup getirince tartıyorum, boyunu kendisi odasına yapıştırdığı dergiden çıkan boy ölçme şeysiyle ölçüp, hergün 89 olduğunu iddia ediyor. İtiraz edecek halim yok ya. 89 iyidir. İçerik değişse de biri çıkıp, yuh artık dur diyene kadar yazacağım galiba.

Defne’yle geçirdiğimiz zamanın, hatta Defne’nin yanında biz olmasak da uyanık geçirdiği zamanın %99’u konuşarak geçtiği için, artık Defne’yle ilişkimiz, kafamız yerindeyse, aaa çocuğumuz ne güzel konuşuyor, vay şunu dedi, vay bunu anlattı, kafa yerinde değilse de napsak da sustursak, babasına mı kaktırsak, azıcık amcaya mı yollasak, yarım saat erken uyutmaya kalkışsak durumu çakar mı şeklinde geçiyor. Çakıyor valla eşek sıpası!

Ama bugün ay dönümü ya, pazartesi sabah işe gelmişim, aklım hala yerinde ya, akşama kadar çok tatlı değil mi yaa?!

Hiç durmayan “sohbet”ten, al bakalım payına düşenler.

 

Ramazanın son günleri, kapı çalar, Güney açar. Ramazan davulcusu gelmiş der. Defne içeriden deli gibi koşar, neee yaramaz davulcu mu gelmiiiş?!!

 

Yatağa yatarız, Defne her zamanki gibi, uyumadan defalarca anne kipat oku, anne masal anlat diye beni yemektedir. Defne çok yoruldum anlatamayacağım deyince, ben sana anlatacağım der ve başlar: Bir varmıııış, bir yogmuuuş, bir tavşam varmıııış yogmuş, bir kattundağa varmıııış, yogmuş.

 

Bu defa Defne babasıyla uyumaya gider. Yine defalarca “kipat” okuttuktan sonra, “Baba ben uyumak ittemiyöm!” der. Artık baymış olan Güney de, bazen istemesek de uyuruz, bugün de öyle birgün der. Derin bir sessizliğe gömülen Defne, artık uyuyayacak mı diye umut dolan baba, yanyana beklerken, Defne birden coşar: İttemeden uyumak ittemiyöm baba!

 

Her sabah işe giderken, çok şükür arkamdan ağlamalar bir süredir sona erer. Defne her sabah kapıda, anne seni çot seviyoöm, bi de çot özlüyom der sarılır. Tam asansöre gitmişken arkamdan seslenir. Yine geeeel!

 

Site komşumuz 22 aylık Artun’la bahçede karşılaşır. Artuun meyaba, sen bapıyön? Cevap yok. Artuuun elimi dut, oynıyalim. Cevap yok. Artuun paaka gittin mi? Cevap yok. Bana döner. Anne, Artun benimle gonüşmüyö. O bebek daha. Tucaama alabiliiğ miyim?

 

Bir başka site komşumuz 26 aylık Ceren’i görür uzaktan, yanına kadar koşar ve derin bir kıskançlıkla, Cereeen ayakkabıların çot güzel!!! der. Bu ana şahitlik eden Güney biter.

 

İşe gitmek için üzerimi giyinirken Defne gelir. Anne senin bu kıyapetin çot güzel, der. Ay öyle mi, teşekkürler falan derken, büyüyünce menim olabiliğğ mi?

 

Ertesi gün dışarı çıkarken, üzerime yeşil ve siyah boncuklu bir tshirt giyerim. Defne gelir. Anne, senin kıyapetin ne güzel der. Seninki de çok güzel, fiyonklu deyince ben, kızar, ben piyonk ittemiyöm, yuvarlaklı kıyapet ittiyöm, siyah olsuuun, yeşil olsuuun.

 

Defne 26 aylık!

fotoğraf1

Her ay dönümünde, o bir ay daha büyüdüğünde, elinde değil sorguluyorsun kendini. Ve hatırlıyorsun. Doğduğunda, deliler gibi mutlu olup, filmlerdeki gibi emzirip, kucağında mırıl mırıl uyuyacağını, o esnada Güney’in kapının arasından gülümseyerek sizi izleyeceğini, gelip birer öpücük konduracağını hayal ettiğini, ama ilk zamanların hiç de öyle olmadığını. Defne ağladıkça, uyumadıkça, senin de ağladığını. Kafanın içinde, doğru zaman değil miydi, doğru insan değil miydim diye kırk tilkinin durmadan dolandığını. Ve bu günler geçecek mi, Defne büyüyecek mi, ben “normal” bir insan, “normal” bir anne olacak mıyım, olabilecek miyim diye kıvranıp durduğun anları. Günler geçsin diye, o büyüsün diye gözünün içine baktığını. Zaman, bekledikçe geçmesini, ne de zor geçer…

Ve her ay dönümünde elinde değil, telaşa kapılıyorsun. Zaman bu kadar hızlı geçmesin diye. Defne bıdık bıdık konuşurken, bir anda ilkokul çocuğu oluvermesin diye. Kavunun adı daha bir süre kayuuun, havuçun adı, gayuç olmaya devam etsin diye. “Töpekler” gece çok havladığında, önce korkup, boynuna sokulup, sonra da benimle arkadaş olmak istiyorlar desin diye. Her yola ayağını bastığında “Anneee, araba gelir, kaldırıma çık.” diye seni uyarsın diye. Bir yere koşarak giderken, sanki kendi hep yürürmüş gibi, “Gavaş gavaş git, dütersin, dizin acır.” desin diye. Her gece yatmadan seni delirtip delirtip, sonra da “ben seni çot üzledim” le sarılsın diye. Defne biz ağustosta tatile gideceğiz dediğinde, hadi hadi hadi hadi hadi hadi diye kudursun, zaman kavramı hep şimdi ya da şimdi olsun diye. Yere düşüp, ağzı kanarken, başı morarmışken, kucağında ağlayıp ağlayıp, geçecek anne geçecek diye iç geçirsin diye.

Çok seviyorsun. Bu hiç değişmeyecek. Hiç geçmeyecek. Ama çok sevdiğini bu kadar çok söylebildiğin, onun bu kadar hevesle dinleyeceği günler geçecek biliyorsun.

Şükür. Bu günlere geldik diye.

Dua. Hep güzel günler olsun diye.

Zaman sen de sinsi olma.