Currently Browsing: Gelişim

Defne: Bir buçuk!

Evet hala altına yapıyor, evet hala uyumuyor, evet hala yemek püskürtmeyi seviyor, evet hala büyük bir insan gibi yürümüyor, evet hala onu giymem, bunu giyeceğim diye kıyamet koparıyor, evet hala koca kız gibi konuşmuyor ama olsun, ben bu bir buçuk senelik birlikteliğimizin en çok bu kısmını sevdim! Ya da ben bir buçuk yaş annesi olmayı sevdim.

Evet hala altına yapıyor ama yapacağını tüm ev ahalisine anons edip, bittiğini de bildiriyor ki, yanlış anlama olmasın, 7 gün 24 saat kaka yapıyor sanmayalım. Gülüyoruz.

Evet hala uyumuyor, hatta gece terörünü belirtileri gösteriyor, geçici olduğuna inanıp bitsin istiyoruz, ama Defne uykun geldi mi diye sorduğumuzda eliyle gözünü ovuşturup, eee eee diye yatıyor, sonra da kahkahalar atarak kaçıyor, “Yedin mi numaramı?” bakışı atıyor. Gülüyoruz.

Evet hala yemek püskürtmeyi seviyor, ağzını açmadığı günleri çoktan geride bıraktı, ağzında biriktirip topluca çıkarıyor, çok az yiyor, çok zor yiyor, ama memmeeek diye bağırarak zeytin istiyor, ve çekirdeğini kendi başına çıkarıp yiyebiliyor. Gülüyoruz.

Evet hala büyük bir insan gibi yürümüyor, ama hottaaaa hottaaaa diye sekerek, tik tak tik tak diye sallanarak, pıtı pıtı diyip dansederek, ya da aaaaaaaaaiiiiaa diye deli bağırarak koşarabiliyor. Gülüyoruz.

Evet hala onu giymem, bunu giyeceğim diye kıyamet koparıyor, ama siyah botlarını giyince baaaak diye herkese ayağını gösteriyor, ya da astronot montunu giyince başından ayağına kadar eğilerek baaaak diyor, altına şort üstüne palto giymek istiyor. Gülüyoruz.

Evet hala koca kız gibi konuşmuyor, ama önüne memmek koyunca, annieeaaaa kakaal diye çatalını istiyor, dışarı çıkarken kankaaa diye illa çantasını takıyor, babaaaammm babaaaamm diye şarkı söylüyor. Gülüyoruz.

Hep gülmüyoruz ama. Çok zorlanıyoruz. Deliriyoruz. Kızıyoruz. Sabrımız bitiyor. Bunalımın eşiğine gidiyoruz, iki çikolata, bir kahveyle geri dönüyoruz. Bazen herkes çocuğunu güzel güzel büyütüyor, biz mi beceremiyoruz diye sorguluyoruz. Ama mutlu ya, gülüyor, dansediyor, kaçıyor, kucaklıyor, ve evet iletişim kuruyor, anlatıyor, anlamaya çalışıyor ya, yetiyor. Çok klişe ama delirmiyorsan o kahkahalar sayesinde. Bir eşik var. Orası sınır. Gidiyorsun ve hep dönüyorsun. Neyseki.

Bir de elele tutuşup yürüyoruz ya bazen, yumuşacık, sıcacık.

Yetmez mi?

Bir de artık kirli çamaşırları makineye atmayı öğrendi ya, büyük rahatlık valla. Çorabını çıkar ver eline, yolla çocuğu:)

Tamam tamam o kadar iğrençleşmiyoruz, ama yere çıkarırsan affetmiyor. Bişey eeh eeh olmuşsa, iyi ihtimal makineye, kötü ihtimal çöpe:)

Sevdim ben bu bir buçuk yaşı!

 

 

Bir 17.ay, bir bayram, bir doğumgünü yazısı!

En son doğumgünüm olsa da sıralamada, yoo hayır, ilk ondan başlayacağım! Doğumgünlerini severim hep. Niyeyse en kutlanacak şey o gibi gelir. Bayramlarda mesela, biraz da içim buruk olur hep, hani reklamlarda elinde çikolatasıyla çocuklarını bekleyen yaşlılar olur ya, işte o görüntülerle dolu olur beynimin bir tarafı. Bayramların insanları beklentiye soktuğunu düşünürüm. İşte tam da o yüzden insanları mutlu ettiği kadar, mutsuz ettiğini de. Evlilik yıldönümü de öyle, sevgililer günü de. İnsanların birşey beklemediği günlerde aldığı hediyelere, yaşadığı süprizlere daha içten sevindiğine inanırım. Yılbaşı. Eh, o biraz daha farklı. Belki her taraf süslendiğinden. Dünya gözüme daha bir güzel gözüktüğünden. Yeni başlangıçlar, illa ki yapacağım listeleri için heveslendirdiğinden. O süreci severim ama yılbaşı gecesi eğlenmek “zorunda” kalır gibi gelir herkes.

Doğumgünü öyle gelmez. Bir insanın, sevdiğin, değer verdiğin bir insanın bu dünyaya gelmesinden daha kutlanası birşey gelmez aklıma. İlla bir parti, hediyeler, şaraplar, yemekler gerekmez. Hatta bazen başka biri bile gerekmez. İnsan kendi kendine bile kutlayabilir. Bu hayata geldiği için, bu hayatı yaşadığı için, bu hayatta sahip oldukları için… Şükrederek… İlla istiyorsa bir keke bir mum koyup üfleyerek. Ama seni sevenler varsa yanında, sevgilin, kızın, ailen, artık ailenin bir parçası olmuş arkadaşların… O zaman işte dünya o gün muhteşem bir yer olur. Dünya senin çevrende döner. Hep gülersin. Bir gün. Yeter, artar bile. Başka bir sevdiğinin doğumgününe kadar.

İyi ki doğdum, ailemin kızı, Güney’in sevgilisi-karısı, Defne’nin annesi, Kaan’ın teyzesi, bir sürü insanın arkadaşı oldum.

Bayram? Tam bayramdı. Çoluklu çocuklu, anneli-babalı, büyüklere gidip el öpmeli. Harçlık toplamalı. Tabi ki bana değil. Bence insan çocuğu da olsa hala çocuktur ve kendinden büyüklerden harçlık almaya devam etmelidir. Yoksa hala 32 yaşında, Defne’nin harçlıklarını kumbarasına mı atsam, cebime mi atsam,  ileriye yatırım mı yapsam, yoksa direk Zara’ya mı yatırsam diye vicdan muhasebesi yaşıyor. Kişisel gelişimim adına hoş değil!

Ve anladık ki yine, Defne kalabalıkla ne mutlu. Evde anneanne yemek yapsın, dede günde 3 kere parka götürsün -ve bunu yaparken “Neee sabahın yedisinde parka mı gidilir?!” ya da “Neee köpeklere yemek vermek için o kadar yol mu yürüyeceğiz?!” ve hatta “Bir tahterevallide -hele de karşında kimse yokken- 100 kere in çık yapılır mı, ne saçma?!” diye annesi gibi car car söylenmesin, Kaaaan diye bağırarak sürekli peşinde gezeceği, ama Kaan onun peşine düşerse rahatça cırlayacağı kuzeni yanında olsun, gak deyince annesi, guk geyince babası, heyyyt deyince teyzesi koşsun, evin her yeri yatak olsun, her birine çıkıp yatıp yuvarlansın, her hareketine alkışlar eşlik etsin, totosunu tuvalet kağıdıyla siliyor diye -giyinikken-, çatal kaşığıyla yemek yediği için, pıtı pıtı dansı, otur-kalk dansı, tiktak dansı yapabildiği için, iki parçalı hayvan puzzle’larını -evet yanlış duymadın, iki parçalı!- yapıp, bir seferde filin totosuyla, kafasını bulup birleştirdiği, gergedan(!) diyebildiği için sürekli toplu tezahürat alsın! Hayat Defne’ye güzel!

 

Peki 17 aylık Defne ne mi yapıyor? Artık “şunu yiyor, bunu içiyor” lar pek anlamlı değil galiba. Onun yerine şuna kızıyor, buna fena trip atıyor, sinirlendi mi ooo çok fena kaçın!’ları anlatma zamanı! Ben -neye dayanarak bilmiyorum- , bu bebek dediğin şeyin en azından 2 yaşına kadar pek akıllı şeyler olacağını düşünmüyordum. Dediklerimizi anlamaz, anlasa da yapamaz, yapabilecek olsa da niye yapsın, hazır bir sürü insan onun için yapıyor zaten, sanırdım. Hadi gezmeye gidiyoruz dememle, koşup kıyafetlerini getirince, yapmadan “kaka” diye belediye anonsu gibi ilan edip ardından kaka yapınca, kirli bezini torbaya koyunca elimizden kapıp çöpe atınca, biraz şaşırdım tabi.

Ya da şu diyaloğu yaşayınca.

Defneee sen kuzu musun?

Me.

Defneee sen inek misin?

Mö.

Defneee sen köpek misin?

Hov.

Ama hala Defneee senin uykun geldi, kafa gitti deyince heyecanla sarılıp kafasını tutacak kadar da şapşal!

Bir de şu 2 yaş sendromu 2 yaşını bitirince mi başlıyor, yoksa küçükken büyük gözükmek isterdik de, yaşımızı sorana 8.5 dan 9 derdik ya, onun gibi 1.5 tan 2 olunca mı? Bunu giymem, giydi mi çıkarmam, bugün illa yeni ayakkabımı giyerim, yarın belli olmaz, 2 numara küçük ayağıma girmeyen ayakkabımı giyeceğim diye ağlarım, evde atkı, dışarıda t-shirt giymek isterim’ler başladı da!

Erken başlarsa erken biter mi, yoksa 2.5 dan 3 olmadan hayatta geçmez mi? İyi haberlerinizi bekliyorum. Bak tatlı ısmarlayacağım.

Not: Fotoğrafların en güzelleri için Bajak’a milyon öpücük! Ama o öyle kuru kuru öpücüklere kanmaz, tamam tamam tatlı, ev yapımı makarna, artık ne istiyorsan:)

Defne Ç. Bir Ankara Bebesi

İlk kelimeler çıkmaya başlayınca ağzından bir heyecan oluyor tabi. Ciddi bir heyecan. Hatta biraz abartılı bir heyecan. Çocuğun ağzından A çıksa “Anne mi diyor oolum bu?”, kafasına göre sıkıldığı için “ba ba ba baaa” diye sesler çıkarsa “Hahaaayt ilk baba dedi!” diye cümle aleme duyuruyorsun. Mam-ma dedi, ehh ehh dedi, al dedi, ver dedi derken akşam telefonda annenle şöyle bir konuşma yaparken yakalıyorsun kendini:

T: Defne konuşuyooor!

A: Öyle mi ne dedi?

T: Anneee, Defne anne dedi!

A: Aaa gerçekten mi, anne diye açık açık söyledi mi?

T: Ya tam açık değil de anniiiaaa dedi, ya da annn-ni ya da öyle birşeyler.

A: Peki bir kere mi dedi, hep mi diyor?

T: Yani hep derken, hep anniiieaa demiyor, ama arada bir, dün dediydi, bugün dedi mi ki, diyor ya, Gamze (bakıcı)söyledi. Bak valla.

Sonra cümle aleme ispat dönemi başlıyor. Hadi Defne anne demiştin ya kızım, bir daha de. Bak baba diyorsun ya ne güzel, söyle de baba duysun. Dede de evladım dede. Papağan diyordun ya eşek sıpası geçen gün papağan diyen su diyemez mi rezil etme beni şurada. Hah ne güzel, evet, geeeel, alll, veeerrr. Düşşş- tü derken ş’lerde tükürme çocuğum. Gel, git.. Mütemadiyen ıhh-ıhh-ııh. Ihh demesene Defnecim, göster bebeğim, hadi söyle istediğin şeyin adını. Tut, attııı, dede, gittiii, tediiii, havhavhav’lar çoğaldıkça havalara giriyor haliyle insan. Ağzından çıkan her kelime fonetik olarak öyle doğru, gramer olarak öyle yerli yerinde geliyor ki sanırsın, bağlaya bağlaya paragraflık cümle kuruyor. O incenik sesiyle de güzel güzel telefuz ettikçe her kelimeyi, içinin yağları eriyor. Sanki karşında Güler Kazmacı..

Ta ki içindeki Angara bebesi ortaya çıkana kadar!

Oturuyor musun koltukta, gak, toka mı var elinde hemen dokayı dak, elinden tutmaya mı çalıştın yolda bıraghhh, fularını mı gördü dolapta, çok heyecanlı bir sürü dak dak dak, karnı mı acıktı, gek yap, oyuna mı çağırıyor seni geh geh!

İnsanda bir hayalkırıklığı, bir kendini sorgulama süreci oluyor tabi! Hayır, gayet kibar bir aileyiz, ne olmuş yani Maraşlıysak, Kayseriliysek- hayır Gayserili değiliz tabi ki- bildiğin İstanbul Türkçesi konuşuyoruz ailecek. Bakıcı dersen, kızcağız düzgün düzgün konuşuyor, ne şive, ne birşey. Hem benim babam edebiyat örtmeni ooluum! Ne oolum mu dedim, yok canım, ağzımdan kaçmış, güzel arkadaşım diyecektim. Ben şiirlerle, romanlarla büyüdüm diyecektim. Babası desen, bir Orhan Pamuk olmayabilir, Nobel’e aday olamamış olabilir, bilimkurgu kitapları hortlayana kadar, Cin Ali’de kalmış olabilir, ama Asimov’un Vakıf serisini bir çırpıda okudu valla! Dile kolay 7 kitap. Hem bana da anlattı biraz, bildiğin anlamış yani. TV karşısında, yemekte, uyumaya 5 kala, gözünün biri kapalıyken, ayıptır söylemesi WC’de falan okuyordu da insanın pek inanası gelmiyordu, anladığına.

Hayır şu nezih aile ortamımızda utanmadan gek diyorsun ya Defne, cık cık cık hiç yakıştıramıyorum.

Boşuna Defne Ç. dememişler demek ki sana.

Yarın öbürgün “Gak da gek yap kadın” demesin de. Ben ondan korkuyorum:)

Defne 16 aylık!

16. ay...

 

Ben O’nu doğduğu zamankinden çok daha fazla seviyorum.. Bir annenin böyle söylemesi ne kadar doğru? Bilmiyorum. Ama gerçek bu. Düşünüyorum. Bazen çok bencilce buluyorum bu fikri. Ama öyle.  Ben bu kızı tanıdıkça, daha çok şey paylaştıkça, daha çok kahkaha attıkça beraber, sadece bize özel bir dil geliştirdikçe, Defne her sabah saat bilmem kaçta kalkar ve kalkınca bizimle yatakta yuvarlanmayı çok sever, Defne yemeğini bilmem ne şekilde yemekten hoşlanır gibi cümleler çoğaldıkça daha çok seviyorum.

 

Ailecek çok cool'duk.

16. ay…

1. yaşına yaklaşırken Defne, hep söylüyordum, ben daha “bebeğim” le yeterince zaman geçiremedim, “çocuk” annesi olmaya daha hazır değilim diye. Niyeyse “bebeğim” olmasını daha cool buluyordum bir taraftan. Sanki çocuğu olanlar daha yaşlı, daha domestic, daha “Defneeee, evladım koşma, düşersin, hem bak terliyorsun, üstüne de su içersin hasta olursun.” cu, daha eşofman-dağınık saç-park’çı, olurmuş gibi geliyordu.

Bebeği olmak öyle miydi? 8 aylık bebeğim var, evet doğum kilolarım da gitti -nasıl da havalıyım- , gecede 5 kere uyanmak mı, çoktan alıştım -evet artık göz altımda morluklar yok, çok bakımlıyım-, hadi dışarı çıkalım mı, tabi, çıkalım, bebek mi var, olsun, biz artık bebekle yaşamayı, bundan keyif almayı öğrenmiş genç bir çiftiz, hem Defne dışarıda pusetinde uyur, sorun olmaz -evet, bebeğimi çok güzel alıştırdım, gezgin ruhlu, hem gezer, hem uyur, ben de çok eğitimli, modern! bir anneyim- , dışarıda yemek mi, hiiiç sorun olmaz, gerekirse evden yemek götürürüm ısıttırırım orada, hem artık eliyle beslenebiliyor, birşeyler atıştırır, hem anne sütü de var, acil durum kurtarıcısı -evet hem çalışan, hem yemek yapan, yaptığı yemeği dışarıda binbir nazla ısıttıracak kadar becerikli, pek muhteşem anne sütünü bebeğinden daha aylarca esirgemeyecek! süper bir anneyim- . O ilk zor ayları atlattıktan sonra, ben, “bebekli genç anne” – tamam 30u geçmiş olabilirim, ama bak valla göstermiyorum, ya da öyle diyenlerin yalancısıyım-, Güney’le biz de “bebekle keyifle yaşamayı öğrenmiş genç çift” tik. Evet, çok cool‘duk ve “çocuk” annesi olup bunu bozmaya hiç niyetim yoktu.

 

Defne, davul ve dans...

16. ay..

Akşam saat 8. Evde Defne’nin saçma sapan davulundan saçma sapan müzikler çalıyor. Deli gibi dansediyoruz. Üçümüz. Kahkahalar. Çığlıklar. Ayağımız kayıp düşüyoruz. Yerlerde yuvarlanıyoruz. Defne’nin ağzından salyalar akıyor. Elimin tersiyle silip, şortumun totosuna kuruluyorum.

Öğleden sonra 5. Parktayız. Defne’yle içiçe kaydıraktan kayıyoruz. Yere yuvarlanıyoruz beraber. Üst baş toz içinde. Üzerimde eşofman. Saç dağınık. Kahkahalar.

Öğlen saat 1. Dışarıda yemekteyiz. Ellerimle bölüp köfteleri Defne’ye yediriyorum. Kendi elleri de yemeğin içinde. Bana yediriyor.  Yüzümüz kirlenmiş. Birbirimize bakıp kahkahayı basıyoruz. Yemek bitince inip sandalyeden koşuyor. Ben de peşinden.

Evet hiç cool değiliz. Ama çok mutluyuz. Defne artık bebek değil. Çocuk oldu. Ben artık “bebekli genç anne”, biz artık” bebekle keyifle yaşamayı öğrenmiş genç çift” değiliz. Biz artık 3 kişilik minik bir aileyiz!

Ben şimdi “çocuklu kadın” mı oldum? Baksana bir yakından daha yaşlı mı görünüyorum? Kaz ayağı bölgemde çizgiler mi belirmiş? Yaşlanmaktan değil canııım. Genetik o. Bizim ailenin tüm kadınlarında var.

Defne artık yürüyor, koşuyor. En büyük zevki dansetmek. Gerçekten dansediyor.  Hergün yeni figürler deniyor.

Kaydıraktan kendisi kayıyor, salıncağa bayılıyor.

Et, tavuk, balık, sebze, herşeyin tadına bakıyor. Hep biraz önyargılı yaklaşsa da deniyor. Sevdiklerini hevesle, sevmediklerini biraz nazla yiyor. Aylardır kilo almıyor, hatta veriyor. Ama boyu uzuyor. Hareketli ve mutlu. Sorun yok.

Hala melekler gibi! uyumuyor. O da uykuyu sevmeyen bir çocuk. Bir kere bunu kabul ettin mi, bunda da sorun yok.

Eve geldiğimde akşamları tüm koridoru koşarak, çığlıklarla gelip beni kucaklıyor.

Şaka yapıyor. Bizim komikliklerimize deli gibi gülüyor. Kendi de bizi güldürmeye bayılıyor.

Kıskanıyor. Deli gibi kıskanıyor. Başka bir bebek, annem, Güney.. Başka birine sarılmama tahammülü yok. Hemen Anniieeea diye koşup aramıza giriyor.

Annieeaa, baba, dede, mamma, gel, git, al, ver, giy, dak(tak), doka(toka), bitti, gitti, bebeee (Pepee), zeytin, tedi(kedi), havhav, bağa (kurbağa), at, koy, baybay, abi, Kaa (Kaan), aç, cici, yokg (yok) diyor.

Terliklerini kendi giyiyor. Bizimkileri getirip giy diyor. -yaşasın çocuğumuzun terlik, su vs getirdiği güzel günler-

Şık bir kıyafet giyince cici diye şımarıp seviniyor.

Git ve babayı uyandır, hadi kovayı getir, çiçeği sulayalım gibi cümleleri anlayıp uygulayabiliyor.

Kitapta gördüğü üstü kirli bir çocuğa eeeh  eeeh, sokakta gördüğü uyuyan bir köpeğe eeeeee e, eeeee  e diyor.

Her düştüğünde yere vurup, ıh ıh diye yere kızıyor. Bir keresinde başını dizime çarptı, kendi başına ıh ıh diye vurup kızdı, çünkü bu defa suçlu olan dizim değil başıydı:)

Başına nolduğunu anlatan Defne...

 

İlk defa sokakta ciddi olarak düştü, başı, çizildi, morardı, şişti. O beş dakika sonra unuttu. Ben unutmadım. Çocukları melekler korusa olmaz mı?

Aradan iki gün geçti, çılgınca dansedip kahkaha atarken Defne’yi bir durdurup sor lütfen. Defne başına noldu?

Uuuuuu, uuuuu (dudaklar büzük, kaşlar çatık, el başta), ıh ıh ıh (yere pat pat vurulup kızılır), ühüüüüü (başını kolunun altına sokup sızlanır) ve dansa devam!

Çocuk oldu demiş miydim?

 

 

 

 

Defne 15 aylık!

Bu deniz, güneş, iklim dediğin ne garip şey…Evler, arabalar, giysiler, yaşam…Herşey bambaşka…

Deniz olmayan yerde hayat daha zor, daha sıkıcı arkadaşım…

Evet bildin Mersin’den döndük…

Mersin demek, şıpıdık terliğinle bakkala, markete, alışveriş merkezine, devlet dairesine gidebilmek demek.

Mersin demek, kıçında şort da giysen kimsenin dönüp bakmaması demek.

Mersin demek, bikininle havuza inmek için asansöre binmek, işten gelen takım elbiseli komşuna iyi akşamlar demek.

Mersin demek ellerin ayakalrın buruşana kadar sudan çıkmamak demek.

Mersin demek, canın sıkılınca iki dakikada sahile inip dondurma yiyerek aylaklık yapmak demek.

Mersin demek, biranı, şarabını, limonatanı ayaklarını denize uzatarak yudumlamak demek.

Mersin demek, gece saat 3’te geçen arabadan bangır bangır müzik gelmesi demek.

Mersin demek, her dakikada sokakta yaşamak demek.

Mersin demek, anneannenin doyurması, dedenin gezdirmesi, kuzenin oynatması demek.

Mersin demek, Tuba’yla Güney’e, Defne’yi bakma heveslilerine satıp, ohhh keyif yapmak demek.

Defne Mersin’de 15 aylık oldu. O bir haftada çok değişik bir kız oldu.

Her sabah 6’da kalkıp kahvaltısını yapıp saat 7’de soluğu sokakta aldı. Kedi sevdi. Salıncakta sallandı. Bakkaldan ekmek aldı. Dedesinin elinden tutup aldıkları ekmeği ucundan kemirerek eve döndü, torun olmanın tadını çıkardı. Havuza girdi. Evdeyse hiç balkondan içeri girmedi. Ayaklarının ucuna yükselip sokakta kedilere bağırdı, sokakta çocuklara bağırdı, sokakta arabalara bağırdı. Leğene su doldurup oynadı. Çiçek suladı. Lahmacun yedi. Yeşil zeytin yedi. Ali nazik yedi. Dondurma yemedi, külahını yedi. Hastalanınca vazgeçtiği yürümeye geri döndü, hatta koşar oldu.

Mamma dedi, kedi dedi, pisi pisi dedi, gel, git, al, ver, annieee, babaaaa, dedde, kaan dedi, ıslık çalmaya çalıştı, herkese gıdı gıdı yaptı, yastık savaşında galip geldi, bir haftayı kuzeni Kaan’la geçirince araba delisi oldu, bütün gün hınnnnn düüüt yaptı.

İçinde dans ve oynamak geçen her cümlede çılgınca kafasını sallayıp pıtı pıtı dansı yaptı. Cümle, akşama monopoly oynayalım mı olsa bile:)

Defne Mersin’e bebek gitti, minik bir kız olarak döndü.

Biz de Güney’le denize doğru limonatalarımızı hüpletirken Ah ulan dedik, denizli memlekette yaşamak başka dedik, denizli memlekette çocuk büyütmek bambaşka dedik.

Nasıl? Herşey rüya gibi değil mi? Çok mutluyduk çook.

Da azıcık sıcak mıydı?

“Ohh gece gündüz yaşayan şehir” de gecenin 3’ünde çalan bangır bangır müzik kızı mı uyandırdı?

Şıpıdık parmak arası terliğin ayağını yara mı yaptı?

Uçağa geç kaldın ve acele ederken Defne arabada kustu mu?

6. binişinde Defne uçak kemerinin gereksiz olduğuna karar verdi ve bu kararını tüm uçağa çığlıklarla afişe mi etti?

Sokak sokak gezen Defne, Ankara’da sabahın yedisinde ba-bayyy diye ayakkabılarını alıp kapıya mı dayandı?

Ve hatta havaalanından eve dönerken yolda uyudu ve 1 saat evin önünde arabada mı bekledin?

Olsun ya. Tatil güzel. Eve dönmek güzel.

15 aylık Defne çok güzel!