Doğa 9 aylık!

9ay

Çoook eskiden, televiyonda bir reklam vardı. Bir tane erkek bebek, totosunu kıvıra kıvıra tehlikeli bir şeye doğru emekliyor -cam bir vazoydu sanırım-, anası olacak kadın da oturduğu yerden elektrik süpürgesiyle çocuğu poposundan çekip gitmesine engel oluyor. Sonunda da şöyle şahane süpürge, çekim gücü böyle üstün vesaire vesaire. İşte o reklam benim annelik anlayışımı şekillendirdi dostum! İzlediğimde 10lu yaşlardaydım muhtemelen ve anne olmama da daha çoook vardı. Ama birgün anne olacaksam işte o kadın gibi olacaktım! Bir elimle Vög dergimin sayfalarını çevirirken, bir elimle filtre kahvemi yudumlayacak, arada dergiden beğendiğim “trendsetter” kreasyonları, parmağımdaki nal kadar pırlantamı da kadraja sokacak şekilde fotoğraflayacak, Bengisu’ya whatsuptan mesaj atacaktım. Gözümün ucuyla yerde oynayan çocuğumu da seyredip, arada tehlike topa girerse de elektrik süpürgesiyle totosundan çekiverecektim. İşte hayalimdeki şahane kadın buydu! Yok la atıyorum, o zaman whatsup falan yoktu, hatta kablosu kıvrık olandan başka telefonumuz bile yoktu. Hiç tek taşım da olmadı zaten! French press’i de daha geçende aldım. Yeni.

Ama çocuğum oldu! Defne hiç emeklemedi. Daha doğrusu emekledi ama yürüdükten sonra. Az birşey. Benim hayalimden çok uzaktı. Doğa 4 aylık olduğundan beri tüm umutlarımı ona bağladım dolayısıyla. Önünde emekledim, ayak-el koordinasyonu olsun diye, elini kolunu çekiştirip çocuğu delirttim, Defne’ye söyletip gaza getirdim. Bu defa eşeğimi sağlam kazığa bağladım anlayacağın. Sonra da başladım meyvelerini beklemeye. Ama yok! Çocuk emeklemiyor. Herkese başladım dert yanmaya. Ay bu çocuklar neden emeklemiyor, havadan mı, sudan mı, yediğinden mi diye. Halbuki emekleyince pek de tatlı oluyorlar diye. Herkes avuttu beni. “Ay deli misin, emeklemesin işte, emekleyince binbir dert.” dediler kibarca. Toz dediler, kir dediler, sağı solu dağıtmak dediler, eşyalara zarar vermek dediler.

Sonunda Doğa emekledi!

Ve neden kimse bana kabaca “La manyak mısın .ok mu var emekleyince, gidip kapıdaki ayakkabıların altını yalayacak.” demedi?

Ve neden kimse bana hunharca “Bu dünyada tuvalet fırçası diye bir gerçek var, az akıllı ol.” demedi?

Ve neden kimse bana hoyratça “Çiçek saksılarının toprağı, orkidelerin yaprağı, vay bana vaylar bana.” dizelerinden sözetmedi?

Ve neden kimse bana 9 aylık bir bebeğin, mutfak dolabının altındaki üç metrelik bazayı, parmağını soka soka sökebileceğinden bahsetmedi?!!

Elektrik süpürgesinin gücü de totodan çekmeye yetmiyormuş zaten!

Manevi yıkım tazminatı diye birşey var mı bu hayatta?

 

İkinci gol, “gol”den geldi!

Her elitist, sosyetik, eğitimli, kültürlü, şehirli Türk anası gibi ben de çocuğumun Tan Sağtürk, hadi biraz politiğinden Fazıl Say, en kötü Nobellisinden bir Orhan Pamuk olmasını istiyordum! Dembaba değil. Hayır şarkısında gerdan kırmışlığımız da vardı ama ebeveynler olarak bunu kapalı kapılar ardında gizli yapıyorduk elbet.

Ve Doğa ilk bilinçli kelimesini söyledi!

Gol.

Bile isteye.

Günde yüz kere.

Karnında 9 ay taşıyan, yediren, uyutan, saçını süpürge eden anasının adını değil, 9 ay boyunca taşıyan anasına, “aşermek diye bişey yoktur, bilimsel değil,  hamilelik yorgunluğu diye birşey olmaz, bilakis iki kişi olduğun için iki katı iş yapabilirsin” şeklinde destek veren, yemeği niye önce çocuklar yiyor, bak koskoca THY bile, oksijen maskesini önce kendinize takın, sonra çocuğunuza diyor diye çocuğundan önce yiyen, son beş dakika TV, sonra uyku diye motive edip salonda bırakıp ufaklığı uyutmaya gittiğim sırada, koltukta uyuyarak, çocuğun 1 saat daha çizgifilm seyretmesine sebep olan babasının adını değil, meşin yuvarlağın adını söyledi!

Dembaba yine iyi seçenek de, İlker Yasin mi olacak yoksa bu çocuk yav?

Yaktın beni 9. ay!