Dünya ne kadar büyük…

13

Barselona’ya gittiğimiz ilk gün.

Kaldığımız evden yeni çıktık, yürüyoruz.

Sokak dar ve kalabalık. Bir sürü araba geçiyor.

Defne ve Güney iki-üç adım önde.

Ben de bebek arabasıyla arkada.

Kalabalıkta koşturarak gitmesinden, elini tutturmamasından tedirgin oluyor Güney.

“Defneee, bak bir sürü araba geliyor, burası biraz tehlikeli. Hadi elele tutuşalım.” diyor.

“Baba, kookma, anne buuda, seni korur.” diye beni gösteriyor Defne.

O an dünya ne kadar büyük. Defne ne kadar küçük.

Beni çıldırttığında…

Birşeye inat ettiğinde…

Bazı şeyleri bilerek bizi delirtmek için yapıp, içinden kıs kıs güldüğünü düşündüğüm anlarda…

O “an” ı hatırlıyorum.

Alıp içime sokmak istiyorum.

Ben onu korurum.

Korurum…

 

Barselona da bitti, sıra önümüzdeki maçlarda!

15

Ne New York’u gördüm, ne Küba’ya gittim, ne Alp’lere tırmandım ne Niagara Şelalesi’nde yüzdüm ama Avrupa’da epey bir şehir gördüm, gördük. Güney’le. Paris, Brüksel, Amsterdam gibi olmazsa olmazlara da gittik, Biarritz, Arcachon, Bilbao gibi öyle her turist illa gitmeli olmayan şehirleri de. Kimisine iş için, kimisine gezmeye. Ama bir tek Barselona için buraya mutlaka bir daha gelmeliyiz dedik. Ve hatta bir yolunu bulup burada yaşamalı.

Ve çok şükür gittik, gidebildik. Defne ile.

İşte size pek mühim “2 yaşında çocukla gezi rehberi”!

Geçen sene uçakla Antalya’ya tatile gitmiştik. Şurada anlatmıştım. E bir yaşında bebekle bunu başaran, iki yaşında çocukla neler başarmaz diye verdik gazı, verdik gazı. Ne kadar da safmışız!

Kural 1: İki yaşına gelmiş ve sendromlardan sendrom beğenen çılgın bebeğine asla güvenme!

Daha bir ay önce ikimiz Mersin’e uçakla gittik, hiç sorun çıkarmadı, hatta başka bebeklere, kemerini tak, ağlama uçak güzel diye akıllar verdi diye, bunu 2+3 saatlik aktarmalı uçuşta da gerçekleştirecek, güzel güzel uçak yemeği yiyip, melekler gibi uyuyacak sanmıştım da meğer tatil romantizmindeymişim, çok geç anladım. Giderken öğlen 1’de çıktık evden, gece 11’de Barselona’daki evimizdeydik. Uyudu mu? Evet, uçak inmeye on dakika kala. Kemerimi takmayacağım diye bağırarak. Bayılarak. Sızarak. Artık uyanmasın diye ağzınla kemeri mi açarsın, bebek arabası gelene kadar Defne’nin çantasını sırtında, kendi çantanı totonda, montunu gıdında mı taşırsın sen bilirsin. Uyudu ya!

(Yazının ilerleyen zamanlarında göreceğin gaz verme taktiği ile dönüş yolunda anında uyudu. Tecrübe önemliymiş! Çocuğumun niyeti varmış, sendromu yokmuş, melekler gibi uyuyacakmış, annenin kafa geç çalışmış.)

 

14

 

Kural 2: İki yaşına gelmiş ve sendromlardan sendrom beğenen çılgın bebeğin gazla çalışıyor, her konuda uygula!

Gecenin 11’inde yarı uyur yarı uyanık eve getirdiğimiz Defne’yi öyle bir gazladık ki, burası Barselona’daki evimiz, birkaç gün burada kalacağız, çok mutlu olacağız, hep gezeceğiz, hep gezeceğiz, çok eğleneceğiz diye, çocuk utanmasa tapuyu isteyip koynuna alıp öyle yatacaktı. Sabah gözünü açar açmaz da ilk önce “Evimiz çot güzeeeel” dedi ve arkasından ekledi, “Şimdi nereye gidiyos?” Konsepti kapmıştı yavrum!

(Biz Barselona’da 1+1 yada 2+1 imsi bir evde kaldık. Mutfağı, ayrı bir yatak odası, rahat bir banyosu vardı. Kahvaltıları evde yaptık. Defne gönlünce dolanıp durdu tek oda olmayınca. Ev 1. kattaydı ve Defne evde olduğu her saniyeyi Fransız balkonunda geçirip, tüm sokağa laf attığı için gezinin sonunda sokakta yaşayanlar camdan bize lollipop atacak kadar, çöp toplayan kamyonun süper havalı, kolları dövmeli personeli her akşam el sallayacak kadar mahalleden görmeye başladılar bizi.)

 

page2

 

Kural 3: İki yaşına gelmiş ve sendromlardan sendrom beğenen çılgın bebeğinin adı üstünde çılgın, asla pusete oturtmaya çalışma!

Tüm gezi boyunca pusetinde oturup çevreye gülücükler atan, sonra da orada sefil uykulara dalan bebeklere çok özendim. Sonra hırslandım. Sonra kızdım. Sonra çıldırdım. Defne doğduğu günden beri puseti hiç sevmedi. Bizim pusette, çanta taşıdık, market poşeti taşıdık, ayakkabılarımızı bile taşıdık ama bir Defne’yi taşıyamadık. Elin Avrupalısının çocuğu pusette masum masum oturur ve uyurken, hatta iki çocuğu tek pusette uyurken, hatta iki çocuğu tek pusette uyuyup, arkaya tekerlekle bağlanan aparatta üçüncü çocuğu da ayakta dikilerken (evet, gerçekten böyle bir aile gördük!) bizimki totousunu değdirmedi. Önce Avrupalılara imrenirken ne uslu diye, sonlara doğru çamur atmaya başladım, amaaan bunlarınki artık usluluk değil, bildiğin mallık, bak nasıl da boş boş bakıyor çocuklar, hep ilgisizlikten, benim çocuğum öyle mi diye. Bizim çocuklarımız nasıl akıllı, nasıl cin, nasıl da deli deli bakıyorlar?! Canımın içi, akıl küpü, özgürlük savunucusu, Türk evladım!

(Bizi en zorlayan konu, puset oldu heralde. Biz de çocukla geldik demedik, her sabah 10’da çıkıp, her akşam 9’da geldik, ve yemek yeme anı dışında hep yürüdük. Defne de hep yürüdü. Bu tempo ona birazcık(!) ağır gelmiş olabilir. Biz çok geç anladık 🙂 )

 

9

 

Kural 4: İki yaşına gelmiş ve sendromlardan sendrom beğenen çılgın bebeğin ne yiyecek diye korkma!

Ama Türk anneliğinden de ödün verme. Ben her ihtimale karşı, ev kekimi, böreğimi, peynirimi falan aldım ki yanımıza kıtlık çıkarsa çocuğumuz aç kalmasın! Badem, ceviz, kuru kayısı, fıstık da lazım, malum kıtlıkta bile “iyi yağlar” önemli!

(Yemek konusunda pek sorun yaşamadık, idare edecek kadar yesin yeter, ve ne yerse yesin 5-6 günden birşey olmaz kafasıyla gitmiştim zaten. İçine sadece köfte konmuş McDonalds hamburgeri de yedi, eski gezimizde keşfettiğimiz Türk lokantasından döner de, İspanyol restoranlarında ne bulursa onu da. Az yedi ama dert etmedi. Bir tek McDonalds’larda verilen çilekli süte çok isyan etti. Baba bu ayyan diiil, yanlış almaa! Aç kaldığı yerde çikolatalı puding de yedi, meyveli yoğurtta. Dönünce, özüne döndü. 6 günde ne obez oldu, ne sıska. )

 

3

 

Kural 5: İki yaşına gelmiş ve sendromlardan sendrom beğenen çılgın bebeğin uyumaz sanma, gazla çalışıyor dedik ya!

Şu 5-6 günde iyice anladık ki, evet Defne gazla çalışıyor. Öğlenleri pusetinde oturan milyon tane uslu Avrupalı bebeği gösterip, aaa bebekler arasında uyuma yarışması düzenleniyormuş, hadi çabuk çabuk, sen Victoria’dan önce uyuyacaksın, bak Eugine uyudu bile, tüh olamaz, sen birinci olacaktın, bak geç kaldın hadi diye verdik coşkuyu. Pusete giriş hızını görünce gözlerim yaşardı!

(En korktuğum konu uykuydu. Defne 7-8 aylıktan beri hiç pusette, dışarda uyumadı, uyutamadık. E o zaman neyinize güvenip gittiniz deme, bilgisayarda biletin onay tuşuna basana kadar, çocuğun sana melek gözüküyor melek! Ama yarışma fikri pek cazip geldi. Her gün maksimum 40 dakika uyudu ama olsun. Uyudu ya!)

 

5

 

Kural 6: İki yaşına gelmiş ve sendromlardan sendrom beğenen çılgın bebeğin Türkçe’yi konuşamıyor, gavur ellerde nasıl iletişim kuracak diye hayıflanma!

Daha havalanında Madeline teyzeyle, Münih’te Franz amcayla, parkta Victoria’yla bildiğim sohbet etti! En son girdiğimiz H&M’de çocuk kıyafeti yok mu diye sormaya çalıştığım güvenliğe, göğsüne vura vura “Depme’ye kıyapet, Depme’ye kıyapet” derken, anladım ki bu veletler her şekilde gemisini yürütür!

(Daha doğumdan çocuğunu çift dilli yetiştirmeye çalışan Türk anne-babalara pek bir burun kıvırır, dırdır ederdim. Meğer bu çocuklar hakkaten dile ne yatkınmış ya?! Hola diyene, hola, hellocuya hello, hallocuya hallo. Valla havaalanındaki görevli adam Defne’ye “what a cute girl” deyip, Defne aynen tekrar edince anladım ki, anlamadığı bir dil de olsa bebekler tüm sesleri doğru algılıyor.)

 

page1

 

Kural 7: İki yaşına gelmiş ve sendromlardan sendrom beğenen çılgın bebeğinin anası babası mimar, bir de İspanya’ya gitti diye mimar olacak sanma!

Koca şehirde ne kültür mirasları, ne dünya tarihleri vardı da, bir avuç kum kadar mutlu etmedi Defne’yi be! Hayvanat bahçesine de gittik, yunus gösterisine de, tüm şehri gezdik, bir sürü binaları da, ata da bindik, kocaman su topunda da yuvarlandık. Ama sahile indik, kumlarda yuvarlandık ya. İş orada bitti. Boşa gitti bizim paralar. Bundan sonra istikamet arka parkta kum havuzu. Bedava!

(Şaka bir yana gezmeyi inanılmaz sevdi. “Heykel avcısıyız” diye garip bir şarkı ve dans uydurduk, tüm şehri öyle gezdi. Bütün binalara baktı. Herşeyi inceledi. Önce hoşumuza gitti. İlgili yavrumuz diye hisli hisli baktık. Sanata ilgisi var çocuğumuzun dedik. Sonra yerdeki karıncaya da, yaprağa da, çöpe de, sokak sanatçılarına da, Sagrada Familia’ya da aynı ilgiyi gösterip, 100 metreyi 1 saatte yürüyünce, geçti romantikliğimiz.)

 

7

 

Kural 8: İki yaşına gelmiş ve sendromlardan sendrom beğenen çılgın bebeğinin sendormalardan sendrom beğeniyor, tedbiri elden bırakma!

Böyle güzel güzel geziyor, bulduğunu yiyor, iyi-kötü uyuyor, pusete de oturmuyor ama o da nazar boncuğu diye havalara girdik ya, herşey tozpempeydi ya. Birden gökyüzü bulutlandı, şimşekler çaktı, yağmur patladı. Ortalık viran! Edebiyat yapmıyorum, valla bak! Bir öğleden sonra saat 5 sularında gökyüzü delinmiş, deli gibi yağmur yağıyor, Defne artık yorgunluktan iki adımda bir yere yuvarlanıyor.

Defnecim hadi pusete binelim, hızlı gidelim.

Puset diiiiiilllll!

Hadi kızım kucağıma alayım, bak ıslanıyoruz.

Kucak diiiiiiilll!

Tamam sen burada kal o zaman, ıslan yağmurda.

Yağmur diiiiillll!

Defne çıldırtma insanı!

Depmeeee diiiillll!

Böyle bir iki kriz yaşadık, Allah dedik, meğer tam iki yaşını bekliyormuş iki yaş sendromu, tam da yaban ellerde buldu bizi dedik, vah tüh ettik -ben bir ara Defne’yi daha çok ağlarsa polise vermekle tehdit etmiş bile olabilirim- bittik biz dedik.  Ankara’ya dönünce geçti! Klasik delilikleri ve inatları devam ediyor ama yarım saat çamurlu sularda yerlerde yatıp bağıracak kadar değil. Meğer yorgunluktan ve uykusuzluktan sapıtırmış çocuğum. Pek duyarlı ana-babası anlayamadı da, günde 10 saat yürüttüğümüzü öğrenen arkadaşlarımız uyardı sağolsun 🙂

Gittik geldik, Barselona’yı bir kez daha sevdik. Defne’yle gezmeyi çok sevdik.

Bir daha gider miyim?

Kesinlikle eveeet!

Yakın zamanda mı?

Kesinlikle hayıııır!

Dur daha yeni geldik, biraz dinleneceğiz!

Şimdi diiiiiiil!

Okuyucuya özel not: Fotoğrafların içerikle hiçbir alakası olmayıp, tamamen rastgele konulmuştur. İkisini birarada yapmayı becersem, benim de gazetede bir köşem olurdu, hayret birşey!)

Rakamla 2, yazıyla iki oldu!

13

Oldu! Rakamla 2, yazıyla iki oldu!

El kadar boyuna bakmadan viyak viyak bağırıp beni manyaklıklardan manyaklıklara sürüklediği ilk günler nasıl geçecek, 40’ı dolacak mı, 6. ayda mucize olacak mı, 1 yaşında kuş konduracak mı derken 2 oldu!

Bunu söyleyince kendimi “teyze” gibi hissediyorum ama söyleyeceğim işte, zaman ne çabuk geçiyor oolum?!

Bu tabirler beni 33 gösterse de Defne 2, ben 22!

Geçen seneki görmemişin kızı olmuş, apartman dairesine 60 kişi koymuş, doğumgünü diye balık istifi yapmış anne deliliğinden aydığımdan (!) kelli, bu sene doğumgününü 3 aşamalı kutladık. Anneanne-dede-Kaan Abiyle 15 gün önce ısınma turları, 18 Mayıs’ta 22lik arkadaşlarımla kafe kutlaması ve 19 Mayıs’ta pazar günü aile pikniği! Ne sağduyu değil mi? Doğumgünü yapacağız diye ne çocuğumuzu, ne kendimizi hiiiç yormadık!

Bu yazının bol fotoğraf içermesini görmemişliğime değil, heyecanıma vereceksin artık. İşte başlıyor!

 

page1

 

Süslemeye uğraşırım ama yemekleri kimi bulursam ona yaptırırım geleneğini bu sene de bozmadım. İstikrar önemlidir! Meraklısına sarma da sararım, annem açarsa mantı da yaparım ama Defne’nin doğumgününde değil. O zaman saçıma kim fön çektirecek?

 

1

 

Defne’nin doğumgününü kutladığımız kafe bizim çok sevdiğimiz, bahçesi çok güzel, küçük bir ev-kafe. Yanında park da var, hanfendi kızım, narin elbisesiyle ve babetleriyle pastasını üfler, misafirleriyle sohbet eder, hediyelerini açar, günün sonunda da eğlenmek için oraya gider diye, bu mekan pek bir uygun gelmişti. Hem madem Defne’nin doğumgünüydü, onun sevdiği etkinliklerle dolu olmalıydı. Ben süslemeler için erken gidip, Defne babasıyla sonradan gelince, babası da niyeyse(!) ön kapı yerine, parkın içinden direk bahçeye getirmeye çalışınca tahmin et noldu? Kafeye verdiğimiz paralar boşa gitti! Ben demiştim aslında başta, “termosa çayı koyalım, bizim sitenin arkasındaki parka gidelim, çardakların altında kutlarız, bebelere park, büyüklere spor sahası, oh mis!” diye. Seneye doğumgünü bütçesi, bir termos çay, 30’lu kağıt bardak!

 

2

 

Ailecek pastamızı üflerken pek bir şendik!

 

fotoğraf1

 

Defne 2. yaşında piiillleri ve düdafaları benden çok sevdiğinden pastaya kendi resmimi koymadım, seneye affetmem!

 

3

 

Defne mumlarını kendisi söndürdü. Hemencecik orada kotardı işi. Ay öyle aylar öncesinden çocuğunu havaya sokanlar, mum üflemeye çalıştıranlar, doğumgünü de doğumgünü diye yatıp kalkanlar varmış! Bizde herşey dozunda!

 

4

 

Madem O’nun doğumgünü pasta mıncıklamak serbest. Üstü kirlenirmiş, elbisesi pasta olurmuş hiiiç dert etmem. Rahat anneyim ben. Yoksa daha girişte parkta üstü başı rezil ettiğinden değil!

 

11

 

Pastayı üfleyince doğru parka!

 

12

 

Ay park yanı bahçeli ne güzel fikir, çocuklarla da rahat ederiz diye gururla çağırdığım çocuklu arkadaşlarımdan af diler, yerlerinde oturup iki lokma yiyemedikleri için bu akşam çaya beklerim.

Asıl doğumgünü olan 19 Mayıs gününde, alışmadık totoda don durmaz misali hanfendi kişiliğinden sıyrılıp özüne döndü Defne.

 

6

 

Amcasına gol attıktan sonra sevincini, göbeğini açıp, “İtte buu!” diyerek seyircilerle paylaştı.

 

9

 

Mumları yine bir gayret üfledi. Çocuğunu mum üflemeye çalıştıranlardan bahsetmiş miydim?!

 

8

 

Uçurtma uçurdu, kelebek kovaladı, böcek mıncıkladı, ineklerin ailesine iltica talebi tarafımca reddedildi, ailecek “guş gakası arıyos” etkinliği yaptık, yedik, içtik, güldük,eğlendik.

 

7

 

Duvar dibi dinlenmesi de kesmeyip, iki yaşına geldik diye huyumuz da değişecek değil ya diyip, uykudan sapıtınca Defne, kuyruğumuzu kıstırıp eve döndük.

 

10

 

Fotoğrafları da Defne sapıtmadan çektik ki ileride bakarken “Aaaay Defne’nin 2. doğumgününde de ne eğlenmiştik, Defne de ne uyumlu çocuktu, bizim torun huysuz biraz, kesin damadın anasına çekmiş, yoksa Defnemiz melekti melek…” diyebilelim.

 

fotoğraf2

 

Akşam tam da Defne’nin doğduğu saatte dilek feneri uçuralım isimli romantik çalışmamız rüzgarın sabotajının akabinde, yangın çıkıyor diye feneri tepelememizle son buldu. Olsun niyet önemliydi.

O gün..

Hep şükrettim.

Defne doğduğu için.

Benim kızım olduğu için.

İlk annelik deliliklerimi geride bıraktığım için.

Anneliğin tadını çıkarabildiğim için.

Sağlık, mutluluk, huzur…

Herşey için.

İyi ki doğdun Defnem! İyi ki…

 

 

 

 

Gidiyoruz ama dört başı mamur değil!

defneyolcu

Evde bir telaş, bir heyecan… Nasıl cesaret ettik, o biletleri taa aylar önce nasıl aldık bilmiyorum ama biz bugün minik ailemle Barselona yolcusuyuz.

Bir yanım vesvese kumkuması. Ne yiyecek, nasıl uyuyacak? Yağmur mu yağacak? Mutlu mu olacak?

Bir yanım bir rahat sorma gitsin. Rahat rahat yiyecek. Güzel güzel uyuyacak. Yağmur da yağsa herşey eğlenceli olacak.

Ve evet mutlu olacak. O, gezme seven bir bebek. O, dışarıda mutlu olan bir bebek. Haftaya kadar bebek. 19 Mayıs’ta çocuk olacak!

Diye konuşup duruyor mutluluk kumkuması yanım. Onu dinlemeye çalışıyorum. Genellikle.

Arada bir zihnime üşüşen deliliklerimi de boyacıları çağırıp beyaza boyatıyorum. Hayali küçük adamlarla.

Valize her koyduğum çıksa da, her çıkanın yerine garip şeyler eklense de, pijama yerine oyuncak kaşık giyer yatarız, dişlerimizi tahta ksilofonla fırçalarız, demek ki hazırız diyorum. Hazırız galiba.

Güne gülerek başlıyoruz.

Defne gittiğimiz yerde adamlar nasıl konuşacak diyoruz.

Hede ada ööö, deyip deyip gülüyor. Pasaport kontrolünde ülkemize neden geldiniz diyen memurla Defne’yi muhattap etmeyi düşünüyorum.

Herşey güzel olsun. İnşallah.

Sağlıkla gidip gelelim. İnşallah.

Gitmek isteyen herkesin karşısına bir fırsat çıksın. İnşallah.

Anni hasta ooma, abla ol!

defnetuba

Hastayım. 3-4 gündür. Fena.

Fena dediysem alt tarafı nezle. Burnum akıyor, gözüm akıyor, öksürük, tıksırık, hapşırık. Öyle havalı birşey değil anlayacağın. Ama şöyle öldürmeyen de süründüren cinsten.

Yatıyorum, dinlenmeye çalışıyorum. Tam fuardan dönmüşüz, iş çok, rahat edemeyip kalkıyorum, işe gidiyorum. Olmuyor, geri eve geliyorum.

Evde dinlenebiliyor muyum? Tabi ki hayır. Evde çılgın bir Defne, yemek bekleyen koca.

Hapşırmaktan kalan zamanlarda düşünüyorum. Acaba vicdan, birini iyi hissettirme iç güdüsü büyüdükçe gelişen birşey mi?

Bundan bir iki ay önce yine fena hastaydım. Ama bu defa istesem de yataktan kalkamayacak kadar. Serumla toparlanacak kadar. O zaman Defne, yattığım yastık meniiimmm diye deliriyordu, üstüme örttüğüm örtü meniiimmm diye bağırıyordu. Yatak odasında yatmaktan bayıp da salonda yatmaya çalışınca, Güney tam üç örtü getirdi de, Defne üçünü de kaptı, en son ben tuvaletteyken yerime yatıp, örtüyü boğazına kadar çekmiş bulunca, kuyruğumu kıstırıp döndüm yatak odasına. Hani dedim, kız çocuğum olunca devirip totoyu yatacaktım dedim, o bana bakacaktı dedim, oolum bu bana resmen kuma oldu dedim, kestim umudu.

Bu defa durum farklı.

Hastayım diyorum. Anni ilaç iç diyor.

İçtim ilaç fayda etmedi diyorum. Anni uyu diyor.

İçeri gidip yatayım o zaman diyorum. Anni buuda uyu diyor.

Tamam o zaman ilaç içip yatmaya gidiyorum diyorum. Anni gerek yok diyor. Öpcem geçcek, iyi gelcek diyor.

Öpüyor, seviyor, oynuyoruz biraz. Sonra yine kötü oluyorum. Artık yatmam lazım diyorum. Anni öptüüüm, iyi geldi, gerek yoook diye kızıyor.

Yatmama ikna olursa bir zahmet, geliyor yatağa, çıkıyor tepeme, anni masaj, seni iyileştircem diye her tarafımı sıkıştırıyor.

Baktı ki hala iyileşmiyorum, başlıyor dırdıra.

Anni hasta ooma, yimek bap.

Anni hasta ooma, oyun oyno.

Anni hasta ooma, parka git.

Ve son nokta…

Anni hasta ooma, abla ol!

Onun gözünde abla olmak on numara ya, sıcak yemek tenceresini ucundan değil tam göbeğinden karıştırmak ya, fırından sıcak tepsiyi çıkarmak ya, niyeyse hasta olduğu motosikletlere binip gezebilmek ya, büyük içeceklerinden içebilmek ya, karşıdan karşıya el tutmadan geçebilmek ya, arabanın ön koltuğuna oturup, arabayı kendi sürebilmek ya… Abla olma tanımında yatmak yok. Hele zorunlu saatler dışında, gezip tozma zamanlarında hiç yok! Kim ister abla olmak varken hasta olmayı!

Dünden beri 1573 kere hasta olmak yerine abla olmam gerektiği gerçeğiyle yüzleştim. Birşeyi kırk kere söyleyince olurmuş da benim beyin kıvrımları sümükle dolduğu için iletim yavaş oluyor biraz. 2000. tekrarda “Dalya!” deyip abla olmayı planlıyorum.

Ha gayret Defne!