Currently Browsing: Defne’den

Sözüm söz!

Ben mutfakta vakit geçirmekten keyif alanlardanım. Yeni şeyler denemeyi de, anne usülü eski tatlar için çaba sarfetmeyi de severim. Yemek kitaplarını, dergilerini alıp uzun uzun okurum. Bizim evin mutfağından her daim güzel kokular yükselir.

Diye cümleler kurabilirdim. Eskiden:) Yani Defne’den önce. Şimdi yemekle ilişkim, en sevdiğimiz ama en pratik yemekleri en kısa sürede hazırlamak ve yemekten ibaret. Artık ben diyim zamansızlıktan, siz diyin tembellikten mutfaktaki sandalyedense salondaki koltuk pek bir cazip görünüyor gözüme! Lakin bu gidişata bir dur demek lazım! Defne bir büyüsün, şu aşağıdakileri yapacağım. Bak valla yapacağım. Hayır, şimdi de yaparım da Defne yiyemez. Ondan.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kar yağar, kafa karışır…

 

 

Hayatımın ilk 9 senesini Kayseri’de, ikinci dokuz senesini Mersin’de, kalanını da Ankara’da geçirdim ben. Sonuç? Kafa karışıklığı. 9 yaşıma kadar her kış belime kadar karın içinde büyümüş bir insan olarak, yıllarca Mersin’deki “kar gezisi” konseptine adapte olamadım. Kar gezisi ne ola ki derseniz, bir grup insanın bir otobüse doluşup, 15 derecenin altına düşmemiş bir sıcaklıkta bir heves atkı, bere, eldiven ne bulursa kuşanıp, yarım saatlik bir yolculukla Toroslar’a doğru yol katedip, bir avuç buz olmuş, çamurlanmış kar öbeğinde gününü gün etmesidir. Her gezi gününü “kar görmeye üstüne bir de para mı vercem yaa” diyerek evde pijama, TV ikilisiyle geçirmeyi tercih etmişimdir. Ta ki vücut İç Anadolu insanı olmayı bırakıp kendini Akdenizli zannedene kadar. Sonra Mersin günleri tatil günleri oldu, Ankara’ya taşındım.

Bu defa da her 29 Ekim’de atkımı, beremi sarınıp Mersin’e gittiğimde, sahilde otobüsten inip şıpıdık terlik-şortla balık tutmaya giden insanları görüp kafayı yemeye başladım. Her şubat tatilinde sahilde kumlara oturup kitap okudum, gevezelik yaptım, hatta bazen -camış gibi- yattım.

Tüm bu süreçte de “Ben İç Anadolu insanıyım, bana soğuk koymaz.”, “Ben Mersin’liyim, 20 derecenin altında üşürüm.”, “Kış insanıyım karsız olmaz.”, “Kar yağınca da soğuk oluyor lan, yağmasa mı ki?” diye gelgitler yaşadım. Yani demem o ki ben hiç şöyle havalı cümleler kuramadım: “Ayy ben kış insanıyım, yağmur, kar, kahvesiz yapamam.” ya da “Yaz insanıyım ben, güneş her daim ruhumu ısıtır benim!” Anladım ki ben bir çeşit halinden memnun olmayan eşek figürüyüm, her havada söylenirim!

Bunları anlattım ki Defne bari benim gibi olmasın, yarın bir gün girdiği ortamlarda “Ben kış insanıyım, kar yüreğimdeki saflığı, sis ruhumdaki gizemi temsil ediyor.” bıdı bıdı bıdı diye havalı cümleler kursun! :)) (yapmaz dimi yaaa?)

Ha bir de bugün Ankara karlı, ordan aklıma geldi.

 

senin annen bir çeşit deliydi yavrum!

Hayır zara’nın indirim günü kar, sis demeden sabah sabah yollara düştüğü için değil, hayır sağdan soldan aklını çelen tüm kadın kıyafetlerini es geçip taa en dipteki çocuk bölümüne gittiği için değil, hayır bu bahar, hadi yaza, olmadı sonbahara, hatta taa öbür kışa giyer diye birşeyler aldığı için değil; tam 6 kişi bir çocuğa kıyafet almaya gelen, çocuğunu ulu orta soyundurup ağlata ağlata kıyafet deneyen, “Aynur ablaaa, şu palto çok taaaarrrrzzz” diye hardal rengi paltoyu kızına giydirip sonra da “Aynuurrr abla, yok ay, tarz olmadı, kaka gibi olduuu.” diyen, bir paltonun 3 renk 4 bedenini ortaya serip, elini uzatan başka kadına “Ayyy onlar bizim amaaaa” diye çemkiren teyzelere rağmen pes etmeyip üstüne bir de 30 kişilik sıra bekleyip aşağıdakileri aldığı için “Senin annen bir çeşit deliydi yavrum!”

aha da ganimetler:) bir daha mı? töbe!

 

az bir dur!

Hamileyken aylarca bebek odalarına baktım, koca karnımla mağaza mağaza gezdim, ona burun kıvırdım, buna kusur buldum, kendim çizdim, bozdum, Güney’le bolca kavga ettim, arada mızmızlandım, belki azzıcık da ağlamış olabilirim:) (Bkz. hamile manyaklığı) Son derece sabırsız ve söylenmeye başlayınca da çekilmez bir insan olan ben Güney’i de bezdirip daha Defne avuç içinden halliceyken (5. ay, doğunca değil canım, karnımdayken) odasını aldık koyduk. Kullandık mı? Ehh.

De, şimdi ne demeye hala bebek odalarına bakıyorum, işte onu bilemiyorum. Açgözlü müyüm neyim?

 

 

 

 

 

 

 

Olayımız bu mudur? Budur.

Biz yıllardır yeni yıla aynı ekiple gireriz. Kızların sürekli mızmızlanmasına boyun eğen erkeklerin kabul edip sonra da “Aha da bu son olsun!” diye çemkirdikleri yıl dışında da bu vazifemizi hep evde yaparız. Sayı azalır, her sene mütemadiyen askere giden olur, hasta olan olur, ama bir şekilde hep biraraya gelinir. “Bu Defne bize gıcıklık yapar mı, yeni yıla uyuyayarak girersem hep uyur muyum korkusuyla çamura yatar mı, ana-baba dediğinin eğlencesi çocuk, az oturun oturduğunuz yerde” der mi demedik, bozduk niyeti, bu sene de toplandık. Bu sene ilk defa Defne’yle +1 olduk. Gittiğimiz yer karşı kapımız olsa da, beşiğimizi, mama sandalyemizi ve bilumum alet edevatımızı yanımızda götürsek de, bu yılbaşı Defne’yle biz de dışardaydık canıııım!

Defne güzelce giyindi hazırlandı.

Paketlerle tek tek haşır neşir oldu. Hediye olayı iyiymiş diye sevindi.

Bir süre sonra madem PTT (pijama-terlik-televizyon) yapacağız, hakkını vereyim bari diye giydi pijamaları!

Beraber ilk yeni yılımız bir aile fotoğrafı çektirelim dedik. Yok canııım, Defne baksın diye atılıp tutulan topa bakmıyorum, daha neler:)

Uyutmaya götürdüğümüz çocuğu itinayla kudurttuk! Neyseki Defne bizden akıllı çıktı, edebiyle gitti uyudu.

Bu da bizim ekip. Zaten anne olduğumdan mıdır yaşlandığımdan mıdır bir çeşit hisli manda oldum, bir kere söylüyorum bir daha söylemem:

Seviyorum sizi la!