11. Ay Fotoğrafları

Defne doğduğundan beri her ay dönümünde fotoğraflarını çekiyorum. Bu geleneği de götürebildiğim yere kadar götürmek niyetindeyim. Yok canım korkma, “15 yaşında minik kuşumun her ayını fotoğraflıyorum” diyecek kadar manyak değilim. Şimdilik:) Yani şöyle 2-3 yaşına kadar bari diyorum… Dün 11 aylık yazısı yazdım fotoğrafları çekememiştim. İşte akşam işten dönünce çektiklerim! Evet, Defne 11 aylık!

 

 

 

 

 

Bütün bu sevinç beni gördüğü için mi? Tabi ki hayır! Ot çiğneyen bir öküz için! Evet, bir gözü de yok!

 

Defne 11 aylık!

Defne 11 aylık oldu! 1’e 1 var artık… Daha önce bahsetmiştim galiba, bir yerde okumuştum, bizim sıpalara 1 yaşına kadar “bebek”, 1 yaşından sonra “oyun çocuğu”deniyor diye. Bu kafamda nasıl bir yer ettiyse, lüzumlu lüzumsuz hortlayıveriyor.

Bizim Güney’le, Defne’ye söylüyormuş gibi birbirimize laf anlatma, duruma göre laf sokma, yeri gelirse çemkirme adetimiz var. Çok kullanışlı bir iletişim yöntemi, tavsiye ederim. Misal ben Defne’ye yemek yedirmeye uğraşırken Güney gazete mi okuyor, “Kızııım, baban da animasyon konusunda bayağı kötü bu aralar, yemek yemene hiç yardımcı olmuyor, değil mi?” diye laf atabiliyoruz. Gazeteyi bırakarak söylenerek animasyona başlıyor Güney. Ya da  ben koltukta 5 dakika oturup Tv’de gerçekten 5 dakikalığına birşey mi seyretmeye çalışıyorum, başlıyor Güney: “Kızııım, annen de iyiden iyiye TV bağımlısı oldu, sen böyle olma, emi.” diye.

Konu dağılıp gitmedi merak etme, bak şimdi nasıl bağlıyorum birbirine.

Bu sabah üçümüz klasik yatak keyfimizi yapıyoruz. (Güney ve benim için keyif tabi, Defne ne der bu duruma bilmiyorum.) Öpüyoruz, sıkıştırıyoruz, mıncırıyoruz, o arada Defne’yle de sohbet halindeyim.  “Sen bugün 11 aylık oldun, 1 ay sonra bir yaş. Kocaman oldun. Abla oldun. Bak artık dediklerimi anlıyorsun, geceleri daha az uyansan, yatağında uyusan” falan filan diye bilinçaltına “büyüdün artık, uyu evladım” mesajını işlemeye çalışıyorum. Birden telaşlandım, “Eee, sen şimdi 1 ay sonra bebek olmayacak mısın artık, çocuk mu olacaksın, bence 2 yaşına kadar bebeksin” diye başladım çoşmaya. Neyseki Güney hemen müdahele etti, “Kızııım, bak annen uykusuzluktan kafayı yedi, neye saracağını şasırdı, kavramlara takıldı kaldı, kitapların ne dediği farketmez, sen istediğin kadar bebek olabilirsin, ha bir de uyu emi” diye. Al sana 1 yaşına kadar düşünecek 2 soru:

1. 1 yaşına gelse de Defne bebek olsa olur mu?

2. Gerçekten uykusuzluktan kafayı  mı yedim?

Sorulara cevap olur mu bilmem ama işte 11. ay gelişmeleri:

Yeme-içme mevzusu:

10. aydan fazlası var, eksiği yok! Bu ay yemekleri daha “anne yemeği” gibi pişirmeye başladım, tabi Defne’ye uygun şekilde.  Şurada da anlatmıştım. Faydası oldu sanki.  Yemekleri tatma konusunda hevesli, ama yemek konusunda aynı fikirde değil. Sahanda köfteden, semizotu yemeğine kadar geniş bir menüyle hizmet vermeye çalışsam da yeme-içme meselesinin özü gelip gelip animasyona dayanıyor.  Yani animasyon ne kadar renkli ve çoşkuluysa, yeme kapasitesi o kadar iyi! Sen de uğraş dur, yok enginarı da tatsın, yok bu hafta brokoli yemedi diye! Menüyü genişleteceğime , animasyona mı yüklensem acaba?

Emekleme-yürüme mevzusu:

Veee, sonunda “Emeklemeye hevesi var ama yeteneği yok” diye dalga geçtiğim Defne beni utandırdı ve emeklemeye başladı. Henüz devletin koyduğu hız sınırlarına uygun seyahat etse de yakında Eskişehir yolunda yarış yapan ergenlerin hızına yetişeceği kesin!

Yürüme konusunda ise dışarı çıktığımızda Güney’le bana iki elinden tutturup ortamızda yürüyor, boşta kalan bir elimizle de arabasını sürüyoruz diyeyim sen anla durumumuzun vehametini. Herkes “Ayyy ne tatlı, şuna bak” falan diye seviyor ya madem çok tatlı al iki tur da sen gezdir kaplumbağa hızıyla da, biz de şurada bakalım yeni sezonda ne varmış Zara’da Mango’da demek istiyorum. Maalesef iç sesinle dış sesin her zaman aynı şeyi söyleyemiyor, susuyorum!

Ha bir de arabasını kendi sürme isteği çok erken başgösterdi. Durum fena!

 

Uyuma-uyumama mevzusu:

Yazının başını okuduysan durumumuzu anladın zaten. Çoktan uyku arkadaşı yaptığı ve bir türlü vazgeçiremediğimiz saçlarımı yola yola uyuyor! Ama hakkını yemeyeyim, saçımı yoldurmadan uyutmaya çalışırsak 11’lere kadar duran Defne, saçımı yolmasına izin verince 9 buçukta falan uyuyor. Emmeyi bıraktıktan sonra gece beslenmesine alıştırmayın fırsat bu fırsat demişti doktorumuz ve Defne de onu dinliyor gibiydi. Ta ki bizim bu duruma sevindiğimizi görene kadar. Bu akşam iyi yedi uyanmaz dediğimiz her akşam, uyanıp süt içmek istiyor, ayy çocuğum aç yattı manyaklığı yaptığım günlerde de totosunu devirip uyuyor. Aman ne var bunda gece uynaıp süt içecek tabi ki, bebek bu diyenler size sesleniyorum. Defne biberon almıyor, yataktan kalkıp sütü hazırlayıp, tatlı kaşığıyla dilinin ucuyla ite ite bir fincan sütü sen içir de görelim!:)

Bir de 3 gün önce ilk yataktan düşme olayını yaşadı Defne, not düşmeden olmaz. Bu aya kadar hala yatağında yatırmayı beceremediğimiz Defne, bizim yatakta yastıktan yaptığımız bariyerleri aşıp yere düştü! Allahtan önce yastık düştüğünden hafif bir iniş oldu, kendine birşey olmadı çok şükür. Ama yatağına geçirme zorunluluğunu bir kere daha hatırlattı bize. Bir gece denedik, 2.5 saat uyanık kaldık, 2. gece gözümüz yemedi, 3. geceye bakacağız artık! Barikatlarımız da siperlerdeki kum torbaları kıvamına geldi bu arada, yatak değil mevzi sanki!

Diş mevzusu:

Yeni diş yok ama eski iki dişi selvi boylu oldu! E bir de ağız sağlığına önem verdiği için dişlerini fırçalamaya başladı. Tabi bugüne kadar bildiği tek fırça, saç fırçası olduğu için, diş fırçasını önce saçına sürdü, sonra öğrendi ama bu defa da saç fırçasını ağzına alıyor! 🙂 Bazen öyle bir şey yapıyor ki Defne “Vay be diyorum, bu kız çok akıllı, bacak kadar boyuyla neler biliyor,” hemen Nobel hayalleri faslına geçiyorum, bazen de böyle işte. Şapşal:))

Genel hal ve gidişat:

Dün akşam biz yemek yerken salatalık, ekmek hiçbirşey kar etmedi, illa bizim yemeği istedi. Koydum kabına bulgur pilavını, verdim eline tatlı kaşığını. Önce epey bir karıştırdı, oynadı, elini tutup göstermeye çalıştık, umursamadı, sonra biz sohbete dalmışken baktık, kaşıkla ağzına götürüp götürüp yiyor! Bir süre sonra kaşık kesmedi, attı aşağı, soktu elini başladı öyle yemeye. En sonunda o da yetmedi geçirdi tabağı ağza kuçular gibi yedi pilavı:) Sevinç, kahkahalar, aman da aman benim kızım büyümüş de kendi mi yemiş faslı bitip baba-kız salona geçince gerçekler tokat gibi çarptı yüzüme! Sen hiç mama sandalyesinin kıvrımlarının arasından bulgur tanesi temizledin mi? Bence deneme.

Sokak favori mekanı olmaya devam ediyor Defne’nin. Salıncak, başka çocuklar, bilumum su birikintisi, çamur, içinden toprakları alıp ağzına atabileceği yükseklikteki saksılar, sokak köpekleri en sevdikleri!

Minik de olsa bir kaba birşeyler doldurup boşaltmak, kutusunun içindeki bir kremi çıkarıp geri koymak, düğmesine basarak müzik çalan oyuncağını açıp çalan müzikte kafa sallayıp dansetmek, hatta 4 şarkı seçeneğinin arasından en sevdiği gelene kadar bir daha bir daha basmak, minik toplarını minik deliklerinden geçirmek, topu bana ver gibi cümleleri anlayıp canı isterse uygulamak, çoraplarını önce çıkarıp, sonra 10 dakika giymeye uğraşmak, bulduğu herkesin kafasına toka takmaya çalışmak gibi yetenekleri de var bu ay. Uzun vadede hangisi işimize yarar bakacağız artık!

 

 

Emeklemek mi? Çocuk oyuncağı!

10.5 ay sonra aklına ne düştüyse, yürüme hatta koşma kıvamındayken, 11. ay postası gelip de yine anası olacak kadın “Emeklemek mi? Yooook, yok, bu kızın emeklemeye hevesi yok!” diyemesin diye mi artık, yoksa “Yaa Bart Simpson’ın kardeşi gibi totosunu sallaya sallaya emekleyen bir bebemiz olmadı” diye yaptığım dedikoduları duyduğundan mı, yoksa bu hayatta herşeyi yaşamak lazım, bebeksem bebekliğimi bileyim, yürümeden az da olsa emekleyeyim mi dedi bilemiyorum ama sonuç: Defne geçen perşembe emeklemeye başladı. İşte kanıtı:

Tamam, biraz yavaş olabilir. Acemi daha. Araba kullanmaya başladığın günü hatırla, 140’la gitmiyordun dimi ama!

Bir mutlu bir mutlu. Birşeye ulaşınca geri atıyor ki, öyle yeni hevesmiş de boşa emekliyormuş gibi görünmesin, gerçekten işi varmış havası olsun!

Evet, parkede gidemiyor. Şimdilik. Dalga geçmeyelim lütfen! Hem parkede çok zormuş emeklemek. Dene bak!

Defne ne yer?

 

Hani küçükken anneler anneanneler ev işinden, mutfak işinden kaytarmaya meyilli “Yaa benim okulum, ödevim var yaa!” diye söylenen hallerimizi görünce “Aaa olmaz öyle, okusan da, işin de olsa, holding başkanı da olsan, yemeği sen yapacaksın, öğren.” derlerdi ya  o sözler bir kulağımdan girip öbüründen çıkardı. 30’uma gelmiş hatta geçmiş olsam da, 6 yıldır evli olsam da pek de gerçekliği ispatlanamamıştı. Yemek yapmayı seviyordum, bir sürü şey deniyordum, mutfakta zaman geçiriyordum. Ama canım isteyince. Keyfim yetince. Güney gaza getirince. Defne doğdu, bir de ek gıdaya geçti ya işte şimdi tam annemlerin dediği duruma düştüm. Hani kadınları her akşam ne pişirsem derdi alır ya beni de her sabah Defne’ye ne pişirsem derdi sarıyor. Geçen hafta İG’den arkadaşlarla konuşurken bebeği benden küçük olanlar gaza getirdi beni, Defne’ye ne yemek yapıyorsun, yazsana, bize de lazım olur, bak çok sevap kazanırsın diye! Madem işin ucunda sevap kazanmak da varmış, yazayım dedim:)

Baştan söyleyeyim, öyle mucizeler, şahane lezzetler falan yaratmıyorum. Yapıyorum kendimce birşeyler. Bebikleriniz beğenmez de yemezse mesuliyet kabul etmem. Ona göre!

Defne 10.5 aylık. İşte geçen hafta menüsü:

 

Pazartesi: Sahanda köfte

Salı: Mercimek çorbası

Çarşamba: Kıymalı karnıbahar

Perşembe: Sulu köfte

Cuma: Kıymalı pırasa

Cumartesi: Semizotu yemeği

Pazar: Çamlıdere’de olduğumuz için tembel gün:) Milupa hazır kavanoz çorba

 

Her hafta kereviz yemeği, brokoli çorbası, ıspanak yemeği, havuçlu kabak vs ile sebzeleri değiştiriyorum. Köfteli olanları genellikle her hafta yapıyorum. Yemeklerin yanına bazen erişte, bulgur pilavı falan da yapıyorum ama bir ondan bir ondan yemeye çok sıcak bakmıyor Defne:)

İşte tarifler! (Ay kendimi Emine Beder gibi hissettim. Jamie Oliver gibi hissedeyim de havam olsun bari ya:)

 

Sahanda köfte:

Ben köfteleri önceden hazırlayıp buzluğa koyuyorum. Taze yapmak daha iyidir tabi ama, benim her sabah öyle bir şansım olmuyor maalesef.

Köfteyi bayağı anne köftesi gibi yapıyorum. İki kere çekilmiş yağsız dana kontrafile kıyma, bir yumurta (Defne’nin alerjisi olmadığı için bir süredir beyazını da kullanıyorum.),  ekmek içi (tam buğday kullanıyorum.), rende soğan, köfte baharı, kimyon, karabiber karıştırıyorum. Ben baharatları az az da olsa her yemeğe koyuyorum, hem alışssın diye, hem de doktorumuzun lezzetli şeyler pişirin, onun da damak zevki var tavsiyesine uymak için. Duruma göre içine bazen patates, bazen kabak yada havuç da rendeliyorum. Hem daha yumuşak oluyor, hem de daha vitaminli.

Bir tencereye patatesleri halka halka doğruyorum, üzerine havuçları ve kurusoğanı  halka doğrayıp koyuyorum. Minik minik 3 yassı köfte, en üste de artık biraz düzeldi diye domates doğruyorum.  Bazen sarımsak da doğruyorum. Baharatlar ve su ekleyip kısık ateşte pişiriyorum. Üzerine biraz sızma zeytinyağı ekliyorum.

Köfteler hazır olunca değişik sebzelerle buna benzer yemekler yapıyorum.

Çatalla ezip veriyorum.

 

Mercimek çorbası:

Yine bildiğimiz çorba aslında. Mercimek, patates, havuç,  kıyma, bazen biraz da bulgur, baharatları koyuyorum, pişirip blenderdan geçiriyorum. Bir tek bu çorbayı, ha bir de brokoli çorbasını blenderdan geçiriyorum. Zeytinyağı ekliyorum.

Geri kalan herşeyi çatalla eziyorum.

 

Kıymalı karnıbahar:

Az zeytinyağında küçük küçük doğranmış havuçları kavuruyorum. İncecik doğranmış soğanları, kıymayı ekliyorum. Biraz domates koyup, minik karnıbaharları ekliyorum. Su, ince bulgur, baharatları koyup pişiriyorum. Altını kapatınca biraz daha zeytinyağı ekliyorum.

Başta malzemeleri suya koyup pişirip zeytinyağı ekliyordum. Ama Defne büyüdükçe bizim yemeklere daha çok ilgi duymaya başladı. Ben de kendimize pişirir gibi pişirmeye başladım. Yemekler de daha lezzetli oldu. Zeytinyağı ısıyla özelliğini kaybettiği için başta az yağ ile kavurup, altını kapatınca biraz daha ekliyorum.

Sulu köfte:

Hayat kurtarıcı bir yemek daha. 250 gr iki kere çekilmiş daha kontrafile, 1 yemek kaşığı tam buğday unu, bir fincan ince bulgur, baharatları koyup yoğuruyorum. Minnacık yuvarlak köfteler yapıp buzluğa koyuyorum. Yine z.yağında soğanı kavurup, domates ekleyip, genellikle patates de koyup pişiriyorum. Sarımsak da çok yakışıyor. Pişmeye yakın köfteleri ekliyorum.

 Kıymalı pırasa:

Z.yağında havuçları kavurup, kıymayı, domates ve pırasayı ekliyorum. Baharatları ve suyunu koyup biraz da pirinç ekliyorum.

Yemeklerde pirinç yerine bulgur kullanıyorum çoğunlukla, daha besleyici diye. Ama pırasaya pirinci daha çok yakıştırıyorum.

Kıymalı yaptığım tüm yemekleri bazen zeytinyağlı da yapıyorum.

 

Semizotu yemeği:

Kırmızı mercimek, ince bulgur, domates, kıymayı suda pişiriyorum. Mercimek olduğu için biraz blenderdan geçiriyorum. Semizotunun sadece yapraklarını seçip, bu karışıma ekliyorum. Biraz daha pişirip, z. yağı ekliyorum.

 

Defne zor yer diyip, gerçekten bebeği zor yiyenlere haksızlık etmek istemiyorum ama Defne kolay yiyen bir bebek değil. Bu yemeklerin hiçbirini tamamen reddetmiyor, ama genel olarak her yemeğe başlarken önce bir başını çevirip almak istemiyor, tadına bakınca yiyor. Tabi bolca oyunla ve uzun zamanda. Daha küçükken yedirmek daha kolaydı, şimdi oturmaktan sıkılıyor, ilgisi dağılıyor. Ama sonuç olarak genellikle hepsini de seviyor.

Amma da uzun yazdım. Diğer yemekleri de bir ara yazmaya çalışırım. Ha bir de ek gıdaya geçiş dönemindeki daha temel yiyecekler var ki onlar başka bir yazının konusu olsun. Zira yoruldum!

 

tuba – masterchef

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir Defne bir pazar ne yapar?

Bir çocuğun en güzel hali yolda, arabada uyuyan halidir arkadaşım! Ben bunu bilir bunu söylerim! Biz bu mutluluğu pek sık yaşamadığımız için bu pazar yaşayınca bir havalara girdim sorma gitsin! Ondan bu bilmiş bilmiş laflarım. Hayır, madem arada bir yaşıyorum bari tadını çıkarayım dimi ama?

Bu pazar hava iyi mi kötü mü, yağmur yağar mı derken geldik gaza, Çamlıdere’de bulduk kendimizi. Açıkhava, yürüyüş derken günün esas anlam ve önemini oluşturan bol gıda kısmına geçtik tabi! Yedik, içtik, gezdik dolaştık, Defne’yle top teptik, bedenen yorulmuş, ruhen dinlenmiş, görmemiş güneşi bulmuş yanakları al al olmuş halimizle döndük evimize.

Defne de yolda giderken gelirken uyudu ya, mızmızlanmadı ya onu da öptük, yedik, yumulduk, bitirdik! Maşallah deyiverin, hep böyle olur inşallah diye de ekleyin. Hadi ama!

Günün özeti…

 

 

Top oynadık, yerlerde yuvarlandık. (Herşeyi kurcalayan “elli böcük” Defne çimlere dokunmayı hiç sevmedi. Yerde yuvarlanırken bile göbek temasını koruyup elleri havada tutmayı becerdi!)

 

 

Ailecek yürüyüş yaptık! (Resimdeki yer cücesini bulunuz.)

 

 

Şarkı söyleyip alkış yaptık. (Belki aralarda biraz bağırmış da olabiliriz.)

 

 

Hala lansmanını yapamadığımız iki dişi sereserpe gösterdik. (Dikkatli bak, orda işte, kocaman.)

 

 

Süpürgeyi gören Defne “Hayatımda birşey eksikti, işte şimdi tamam oldu!” dedi. (Evet, biraz cadı olabilir ama tatlı cadı. Belki biraz da acı-ekşi:))

 

 

Günün sonunda “oohh annemden de kat kat güzelim” pozları verdi.

 

 

Halbuki bayağı bana benziyordu bence:))