Defne 27 aylık!

fotoğraf27

Kilosunu, boyunu psikopatça takip ettiğin ilk sene geçince, o geçen bir senede lohusalığı atlatıp, kafan da normal insan gibi çalışmaya başlayınca (tamam tam normal insan gibi olmayabilir, annelik girdi bir kere kanına, o delilikten kurtuluş yok!), ayyy bebeğim bu ay 325 gr aldı, ayağını ağzına soktu, 12.5 saniye ayakta durup taytay yaptı, elmayı cam rendeden geçirince 25 gr, çatalla ezince 32 gr yedi, kakasını günde 5 kereden 3 kereye düşürdü muhabbetinin tadı da kaçınca (bana kalsa bir otuz sene daha konuşurdum da, kafa azıcık normale dönünce karşımdakine acımaya başladım. Bazen. Biraz.) bu “Defne şu kadar aylık oldu” yazılarının anlamı kalmadı gibi mi geliyor sana? Banane ya, yazacağım işte, seviyorum ben. Bak okuduğun yerde miden ağzına gelmesin diye, çiş-kaka muhabbeti yapmıyorum, zira karşındaki 6 ayı geçince aslında koca adam şeysi yapabiliyor, çocuğu zaten 6 ayda bir tartıyı dolaptan çıkarıp bulup getirince tartıyorum, boyunu kendisi odasına yapıştırdığı dergiden çıkan boy ölçme şeysiyle ölçüp, hergün 89 olduğunu iddia ediyor. İtiraz edecek halim yok ya. 89 iyidir. İçerik değişse de biri çıkıp, yuh artık dur diyene kadar yazacağım galiba.

Defne’yle geçirdiğimiz zamanın, hatta Defne’nin yanında biz olmasak da uyanık geçirdiği zamanın %99’u konuşarak geçtiği için, artık Defne’yle ilişkimiz, kafamız yerindeyse, aaa çocuğumuz ne güzel konuşuyor, vay şunu dedi, vay bunu anlattı, kafa yerinde değilse de napsak da sustursak, babasına mı kaktırsak, azıcık amcaya mı yollasak, yarım saat erken uyutmaya kalkışsak durumu çakar mı şeklinde geçiyor. Çakıyor valla eşek sıpası!

Ama bugün ay dönümü ya, pazartesi sabah işe gelmişim, aklım hala yerinde ya, akşama kadar çok tatlı değil mi yaa?!

Hiç durmayan “sohbet”ten, al bakalım payına düşenler.

 

Ramazanın son günleri, kapı çalar, Güney açar. Ramazan davulcusu gelmiş der. Defne içeriden deli gibi koşar, neee yaramaz davulcu mu gelmiiiş?!!

 

Yatağa yatarız, Defne her zamanki gibi, uyumadan defalarca anne kipat oku, anne masal anlat diye beni yemektedir. Defne çok yoruldum anlatamayacağım deyince, ben sana anlatacağım der ve başlar: Bir varmıııış, bir yogmuuuş, bir tavşam varmıııış yogmuş, bir kattundağa varmıııış, yogmuş.

 

Bu defa Defne babasıyla uyumaya gider. Yine defalarca “kipat” okuttuktan sonra, “Baba ben uyumak ittemiyöm!” der. Artık baymış olan Güney de, bazen istemesek de uyuruz, bugün de öyle birgün der. Derin bir sessizliğe gömülen Defne, artık uyuyayacak mı diye umut dolan baba, yanyana beklerken, Defne birden coşar: İttemeden uyumak ittemiyöm baba!

 

Her sabah işe giderken, çok şükür arkamdan ağlamalar bir süredir sona erer. Defne her sabah kapıda, anne seni çot seviyoöm, bi de çot özlüyom der sarılır. Tam asansöre gitmişken arkamdan seslenir. Yine geeeel!

 

Site komşumuz 22 aylık Artun’la bahçede karşılaşır. Artuun meyaba, sen bapıyön? Cevap yok. Artuuun elimi dut, oynıyalim. Cevap yok. Artuun paaka gittin mi? Cevap yok. Bana döner. Anne, Artun benimle gonüşmüyö. O bebek daha. Tucaama alabiliiğ miyim?

 

Bir başka site komşumuz 26 aylık Ceren’i görür uzaktan, yanına kadar koşar ve derin bir kıskançlıkla, Cereeen ayakkabıların çot güzel!!! der. Bu ana şahitlik eden Güney biter.

 

İşe gitmek için üzerimi giyinirken Defne gelir. Anne senin bu kıyapetin çot güzel, der. Ay öyle mi, teşekkürler falan derken, büyüyünce menim olabiliğğ mi?

 

Ertesi gün dışarı çıkarken, üzerime yeşil ve siyah boncuklu bir tshirt giyerim. Defne gelir. Anne, senin kıyapetin ne güzel der. Seninki de çok güzel, fiyonklu deyince ben, kızar, ben piyonk ittemiyöm, yuvarlaklı kıyapet ittiyöm, siyah olsuuun, yeşil olsuuun.

 

Defne, Berke’yi benden çok sevme. Stop.

t3

Bir bayram daha geldi geçti. Tevellütüm “Ahhh ahhh nerede o eski bayramlar? Bizim zamanımızda böyle miydi, bayramlar bayram gibi yaşanırdı.” diyecek kadar eski olsa da, ruhum henüz 30 sınırını geçtiğini kabul etmeye takribi 3 senedir hazır olmadığı için, hiç o muhabbete girmeyeceğim. Ha bir de yüzüm yok. Zira ilk çocukluk dönemlerimden beri bayramın her türlü ritüeline bizzatihi söylenmiş, büyüdükçe söylenmekle kalmayıp “Banane yaa bayramdan, ben evde kalıp Tv’de dünyanın en saçma programlarını izleyeceğim, ayrıca ablamla günde 24 saat, ay Mithat bana şöyle dedi, sonra ben de ona gerizekalı dedim, sonra o Özge’nin kotu çok güzel, şuradan almış dedi, ben de ayyy o mağaza çok salaaak, dedim muhabbetlerini yapmaya devam edecek 25. saat  peşine düşmüştüm. Hem niye el öpüyorduk, pis mi temiz mi belli bile değildi. Hem biliyor musun Avrupa’da el öpmek yasakmıştı! Daha 5-6 yaşlarındayken karşıydım sisteme. Elimize bir poşet tutuşturup, salıyorlardı mahalleye, şeker toplayın diye. 80 ortalarının Kayseri’sinde, bir bayramda, kapıya zilyon çocuk geldiği için ev sahibi teyzeler pek kalite peşinde değillerdi. Aynı somruk şekerin değişik renkleri! Somruk şeker ne deme, aç interneti bak. Ha bak hakkını yemeyeyim, bir tane “daima çikolata veren teyze” vardı, onu da çikolata veriyor diye kapısını günde üç öğün çarpı mahallenin tüm çocukları kadar sayıda çalarak kendisini delirtmiştik. Hem biz fakir miydik, evimizde şeker yok muydu niye topluyorduk başkalarından? Zannımca analarımız babalarımız fakir değil, çocuklarını sosyalleştirme peşinde örfüne adetine bağlı insanlardı. Tabi o zaman “sosyalleşme” diye bir kavram yoktu. Anne ben sosyalleşeceğim desem annem arkamdan terlik fırlatırdı. Lavanta kokulu mendil arası harçlık mı? Valla ben ona hiç denk gelmedim, ya şehir efsanesiydi, ya da ona hakikaten tevellütüm yetmedi. Halbuki o gizemli para iyi bir motivasyon aracı olabilirdi.

Ergenlik zaten en fenası. Hergün gördüğüm anneanneme niye gidiyordum, senin teyzen olan ama niyeyse halam dediğin, adının yıllar sonra Fatma olduğunu öğrendiğim, senin Fatik halana, aslen Fatma teyzene gitmesek olmaz mıydı, Gıyasettin dayının adını bile söyleyemiyorken, nasıl sohbet edebilirdim. Ev baklavası üstü, şerbet içmekten, gezdiğimiz 10. kapıda ortaya kusarsam bu kimin suçu olacaktı? Bir de iade-i ziyaret vardı ki, neyin iadesi ulan yeter be yeterdi!

Annelik beni fena bozdu ya. Nerede o eski bayramlar? Nerede o herşeye muhalefet eden, dırdırcı halim? Artık bayramlarda, bende bir bayram havası! Bu bayram Mersin’de sabah erkenden kalkıp, bayram namazından gelen babamın elini öpmek için hepimizi sıraya sokup, el kadar Defne’ye bile herkesin elini öptürdüm. Topu topu 7 kişiydik ama olsun. El öpme merasimi esnasında “Bugün bayram, erken kalkın çocuklar, üzmeyin anneniziiii” diye şarkı söylediğim de rivayetler arasında ama yuh artık o kadar da değil!

Hep reklamlar yapıyor beni böyle. Daha bir ay önceden şekerini alıp, acıklı müzikle torunlarını bekleyen dedeyi göre göre, rüyamda daha bir ay önceden herkesin elini öpmeye başlıyorum. İtiraf etmeye utanıyorum ama serde bir de bencillik var ki sorma gitsin. Toto korkusu da diyebiliriz. Ulan bizim de çoluğumuz çocuğumuz var, yarın öbür gün bayramda, Defne gelip elimizi öpeceğine, yılda bir tatilim var, onda da Berke’yle Venedik’e gidip romantizm yapacağız derse! Ah ulan ya derse! Etme bulma dünyası, karma ne dersen de, neme lazım bu riski göze alamam!

Elleri öpüp, harçlıkları kapıp (neyseki mendil arası rüya paralara muhtaç etmeyen ailemiz var, çok şükür!), annemizin hazırladığı kahvaltıyı insanlıktan çıkarak yedikten sonra, Mersin’de hiç akrabamız olmadığını farkedip, komşu, eş dost herkesin de tatilde olmasıyla kendimize geldik de kendimizi havuza ıslayıp, normale döndük. Hayır, daha ergenlikten çıkalı kaç gün oldu, aslımızı inkar edecek değildik ya!

Bayramı kadife elbise altı rugan kırmızı pabuç yerine bikini, parmak arası terlikle geçirdik ama bak valla bayram ruhuna ucundan da olsa dahil olduk. Duydun değil mi karma? Defne de elimizi öpecek değil mi karma? Berke’yi bizden çok sevmeyecek değil mi karma? Karma?

O reklamları da yayınlamayın arkadaşım ya! Anneyiz heralde şurada! Bir nevi hisli manda!

Hepinizin geçmiş bayramı kutlu olsun…

 

Bu hafta dükkan kapalı…

fotoğraf11

Defne’nin tüm ihtimamına rağmen bir türlü geçmeyen öksürüğüm geçsin diye,

aklımda işle ilgili bir sürü konu, soru, sıkıntı, suya aksın gitsin diye,

Ankara’da gittiğimiz havuz gibi, sabah su, öğleden sonra hava soğuk olup keyfimizi bozmasın diye,

tüm gün tek derdimiz,  Seyfi Abi, bizi havuzdan kaçta kovalayacak olsun diye,

havuzun kenarına bir milyon kere çıkıp, bir milyon kere atlayalım diye,

bildiğin köpekleme yüzüp, kendimizi stil sahibi sanalım diye,

annem balkondan aşağı Tubaaa, Güneeeey, Defneeee yemek hazır hadi gelin diye seslensin ve o an kendimizi Defne yaşında hissedelim diye,

akşamları sahilde bir dondurma, bir boş külah menümüzle ve parmak arası terliklerimizle şıpıdak şıpıdak yürüyelim diye,

yarın kendimize suya ıslamak üzere Mersin’e gidiyoruz.

Parmaklar buruşuk, anne yemeğinden iki kilo almış, bu sene de karizmatik bronzlaşamamış al al yanaklarımızla ve mayo izlerimizle dönmeyi planlıyoruz.

Bu hafta dükkan kapalı.

Hoşçakalın.

 

 

Kız çocuk balmış, kaymakmış!

defdef

Daha değil çocuk sahibi olmak, Güney bile ortada yokken ve hatta ben ortalarda “Ne evlencem yeaaa, ben üniversiteyi bitirip dünyayı gezcem, her sabah başka şehirde uyancam!” romantikliğinde -tamam ya aymazlığında- ergen ergen gezerken bile “Eğer bir gün çocuğum olursa” durumu için arkadan gelen cümlem “bari erkek olsun”du. Kızlar evcilik, bebekçilik oynar, saçlarını parmağına dolaya dolaya bebek bebek konuşurdu, erkekler öyle miydi, koltukların tepesinden beraber zıplayıp, halıda takla atabilirdik, evde ilk top oynama denemesinde şanslıysak lambayı, şanssızsak TV’yi kırıp, sonrasında çoraplardan top yapmaya başlardık. Tabi bir de o dönemde TV’de yayınlanan Beko elektrik süpürgesi reklamının da katkısı büyüktü. Tulumla yerde emekleyen bir oğlan çocuğunu, annesi oturduğu yerden süpürgeyle çekiyordu ve süpürge o kadar kuvvetliydi ki o çocuk sonunda değil yaramazlık peşinde koşmak, dünyaya totosunu dönüp oturmak zorunda kalıyordu. İşte hayalimdeki annelik buydu! Tamam akrep burcu, herkesi herkesten kıskanan bir kadın olmamın da azıcık payı olabilir. Ama azıcık. Daha kim olacağı belli olmamış, müstakbel bile olmamış kocamı -hayır zaten evlenmeyeceğim de!-, daha doğmamış, sarışın, şapşal, bebek bebek konuşan kızımdan kıskanacak halim yoktu heralde!

Güney’in hayali ise hep bir kızı olmasıydı. Önce Güney onun saçlarını tarasın, sonra o, babasını kucağına yatırıp saçlarıyla oynasın. Kucak kucağa sarılıp uyusunlar… Evlenip, üzerinden çoook uzun yıllar geçip, çocuğumuz olursa kız mı olsa, erkek mi olsa geyiğini yapacak bol bol vakit bulunca, Güney, kadınlarda xx kromozomu var, erkeklerde xy, sendekiler bölününce x ve x olacak, artık benden x gelirse kız, y gelirse oğlan olur, yani sen boşa konuşup durma, benim paşa gönlüm bilir diye, her anlamsız gerçeği bile bilimsel olarak açıklama huyuyla beni ambole etmiş, tamam ya yapacak birşey yok o zaman diye başıma gelecekleri kabullenmiştim. Sonrasında o saç tarama ve kucak kucağa uyuma sahneleri beni de büyülemiş olacak ki, bir baktım evlendiğim yetmiyormuş gibi bir de üstüne soranlara “Ay inşallah bir gün çocuğumuz olursa kız olsun.” demeye başlamışım. Geceleri bilinçaltıma işlesin diye, Güney’in saatlerce kulağıma fısıldadığına inanıyorum. Güney’i tanıyanlar bilir, yapmayacak bir insan değildir!

Hamileyken bir kızımız olduğunu öğrenince havalara uçtuk. Allah’a binlerce kez şükür ettik. Gönlümüze göre vermişti. Bir de sağlıkla gelsin daha ne isterdik ki. Çok şükür sağlıkla da geldi. Tabi kafamdaki “kız çocuk” profili gün be gün kendini göstermeye başladı. Evet kızlar evcilik, bebekçilik oynuyordu, ama yanında koltukların üstünde zıplayıp, anniii bak ben ne bapabiliyom diye halının üstünde takla atıp, anniiee hadi delirelim diye, kafasını deli gibi sallayıp, çılgınca koşuyordu.  Evet saçlarını parmağına dolayıp bebek bebek konuşuyordu. Çünkü o zaten bebekti. Ben o noktayı kaçırmıştım! Tam eee terliğimizi ne zaman getirecek, bir az şekerli Türk kahvesi söyleme kıvamına ne zaman gelecek derken, hastalandım. Ciddi birşey değil, grip-nezle. Yatırtmadı beni sıpa. Anni, gak parka gidek, anni oyuncak oynaylım, iyi gelir, anni uçak bapalım iyi gelir. Eşek sıpası, çorba yapıp getirmediği gibi bir de kafamın yastık görmesine izin vermiyordu! Hani nerdeydi kız evlat? Aylar önceydi.

Cumadan beri yine fena nezleyim. Ama bu defa evde bir ihtimam, bir ilgi sorma gitsin.

Anni, ateşini ülçelim. İyi gelir. Hımmm, 89 çıktı (fahrenheit değil, kendisinin boyu, ve bildiği en büyük sayı zannımca). Öbür gulak. Hımmm. 89. Anni bi daha ülçelim. İki kere ülçünce iyi gelir. (Bu esnada kulağımdan değil beynimden ölçüyor ateşi, o derece gayretle sokuyor kulağıma, 89 normal bence.) Anni kipat okuyalım. İyi gelir. Du, ben sana okucam. (Yatakta üstümden eze eze tırmanıp, oturuyor tepeme.) Anni, sprey gıkalım burnuna. İyi gelir. (Spreyi öyle bir sıkıyor ki, az önce 89 derece olan beynime bir ferahlık geliyor, 36 ya düşüyor ateşim.) Anni, bunu başına goy. İyi gelir. (Kendisinin baykuşlu, buz torbası gibi şeyini koyuyor başıma.) Anni, saçını tarayalım. İyi gelir. Anni, balon uynayalım. İyi gelir. Anni, kollarına gavaş gavaş majaj bapalım. İy gelir. Anni, sen şimdi uyu. İyi gelir. Geliyor valla. Hem de çok iyi geliyor.

En sonunda bakıyor ki hasta olana ilgi büyük, ben de hastayım diyor. Yatıyor yanıma. Veriyor kitabı elime.

Anni çot hasta oodum, bana kipat okuuuu musun?

Boğazın ağrıyormuş, sesin çıkmıyormuş ne farkeder. Okurum tabi. İçim sıcacık okurum.

Anneeeaaa, gak da parka gidek, oyun oynayak, bi de gek yap, yiyek dönemi geçti galiba. Ya da hafifledi.

Şimdi herşeyi -genellikle herşeyi- okuuu musun, bapaaaa mısın, geliiiii misin diye uzata uzata söylüyor ya.

Tamam ya, kabul ediyorum kız çocuk balmış, kaymakmış.

Dilimde hep şükür, Allah’ım bize nasip ettin ya bu kızı diye. İsteyen herkese de nasip etsin diye.

Bir sonraki cinnet anıma kadar, hasta ama mutluyum. Azıcık huysuz ama çokca pamucuğum.

 

 

Defne 26 aylık!

fotoğraf1

Her ay dönümünde, o bir ay daha büyüdüğünde, elinde değil sorguluyorsun kendini. Ve hatırlıyorsun. Doğduğunda, deliler gibi mutlu olup, filmlerdeki gibi emzirip, kucağında mırıl mırıl uyuyacağını, o esnada Güney’in kapının arasından gülümseyerek sizi izleyeceğini, gelip birer öpücük konduracağını hayal ettiğini, ama ilk zamanların hiç de öyle olmadığını. Defne ağladıkça, uyumadıkça, senin de ağladığını. Kafanın içinde, doğru zaman değil miydi, doğru insan değil miydim diye kırk tilkinin durmadan dolandığını. Ve bu günler geçecek mi, Defne büyüyecek mi, ben “normal” bir insan, “normal” bir anne olacak mıyım, olabilecek miyim diye kıvranıp durduğun anları. Günler geçsin diye, o büyüsün diye gözünün içine baktığını. Zaman, bekledikçe geçmesini, ne de zor geçer…

Ve her ay dönümünde elinde değil, telaşa kapılıyorsun. Zaman bu kadar hızlı geçmesin diye. Defne bıdık bıdık konuşurken, bir anda ilkokul çocuğu oluvermesin diye. Kavunun adı daha bir süre kayuuun, havuçun adı, gayuç olmaya devam etsin diye. “Töpekler” gece çok havladığında, önce korkup, boynuna sokulup, sonra da benimle arkadaş olmak istiyorlar desin diye. Her yola ayağını bastığında “Anneee, araba gelir, kaldırıma çık.” diye seni uyarsın diye. Bir yere koşarak giderken, sanki kendi hep yürürmüş gibi, “Gavaş gavaş git, dütersin, dizin acır.” desin diye. Her gece yatmadan seni delirtip delirtip, sonra da “ben seni çot üzledim” le sarılsın diye. Defne biz ağustosta tatile gideceğiz dediğinde, hadi hadi hadi hadi hadi hadi diye kudursun, zaman kavramı hep şimdi ya da şimdi olsun diye. Yere düşüp, ağzı kanarken, başı morarmışken, kucağında ağlayıp ağlayıp, geçecek anne geçecek diye iç geçirsin diye.

Çok seviyorsun. Bu hiç değişmeyecek. Hiç geçmeyecek. Ama çok sevdiğini bu kadar çok söylebildiğin, onun bu kadar hevesle dinleyeceği günler geçecek biliyorsun.

Şükür. Bu günlere geldik diye.

Dua. Hep güzel günler olsun diye.

Zaman sen de sinsi olma.