Currently Browsing: Defne’den

Emeklemek mi? Çocuk oyuncağı!

10.5 ay sonra aklına ne düştüyse, yürüme hatta koşma kıvamındayken, 11. ay postası gelip de yine anası olacak kadın “Emeklemek mi? Yooook, yok, bu kızın emeklemeye hevesi yok!” diyemesin diye mi artık, yoksa “Yaa Bart Simpson’ın kardeşi gibi totosunu sallaya sallaya emekleyen bir bebemiz olmadı” diye yaptığım dedikoduları duyduğundan mı, yoksa bu hayatta herşeyi yaşamak lazım, bebeksem bebekliğimi bileyim, yürümeden az da olsa emekleyeyim mi dedi bilemiyorum ama sonuç: Defne geçen perşembe emeklemeye başladı. İşte kanıtı:

Tamam, biraz yavaş olabilir. Acemi daha. Araba kullanmaya başladığın günü hatırla, 140’la gitmiyordun dimi ama!

Bir mutlu bir mutlu. Birşeye ulaşınca geri atıyor ki, öyle yeni hevesmiş de boşa emekliyormuş gibi görünmesin, gerçekten işi varmış havası olsun!

Evet, parkede gidemiyor. Şimdilik. Dalga geçmeyelim lütfen! Hem parkede çok zormuş emeklemek. Dene bak!

Defne ne yer?

 

Hani küçükken anneler anneanneler ev işinden, mutfak işinden kaytarmaya meyilli “Yaa benim okulum, ödevim var yaa!” diye söylenen hallerimizi görünce “Aaa olmaz öyle, okusan da, işin de olsa, holding başkanı da olsan, yemeği sen yapacaksın, öğren.” derlerdi ya  o sözler bir kulağımdan girip öbüründen çıkardı. 30’uma gelmiş hatta geçmiş olsam da, 6 yıldır evli olsam da pek de gerçekliği ispatlanamamıştı. Yemek yapmayı seviyordum, bir sürü şey deniyordum, mutfakta zaman geçiriyordum. Ama canım isteyince. Keyfim yetince. Güney gaza getirince. Defne doğdu, bir de ek gıdaya geçti ya işte şimdi tam annemlerin dediği duruma düştüm. Hani kadınları her akşam ne pişirsem derdi alır ya beni de her sabah Defne’ye ne pişirsem derdi sarıyor. Geçen hafta İG’den arkadaşlarla konuşurken bebeği benden küçük olanlar gaza getirdi beni, Defne’ye ne yemek yapıyorsun, yazsana, bize de lazım olur, bak çok sevap kazanırsın diye! Madem işin ucunda sevap kazanmak da varmış, yazayım dedim:)

Baştan söyleyeyim, öyle mucizeler, şahane lezzetler falan yaratmıyorum. Yapıyorum kendimce birşeyler. Bebikleriniz beğenmez de yemezse mesuliyet kabul etmem. Ona göre!

Defne 10.5 aylık. İşte geçen hafta menüsü:

 

Pazartesi: Sahanda köfte

Salı: Mercimek çorbası

Çarşamba: Kıymalı karnıbahar

Perşembe: Sulu köfte

Cuma: Kıymalı pırasa

Cumartesi: Semizotu yemeği

Pazar: Çamlıdere’de olduğumuz için tembel gün:) Milupa hazır kavanoz çorba

 

Her hafta kereviz yemeği, brokoli çorbası, ıspanak yemeği, havuçlu kabak vs ile sebzeleri değiştiriyorum. Köfteli olanları genellikle her hafta yapıyorum. Yemeklerin yanına bazen erişte, bulgur pilavı falan da yapıyorum ama bir ondan bir ondan yemeye çok sıcak bakmıyor Defne:)

İşte tarifler! (Ay kendimi Emine Beder gibi hissettim. Jamie Oliver gibi hissedeyim de havam olsun bari ya:)

 

Sahanda köfte:

Ben köfteleri önceden hazırlayıp buzluğa koyuyorum. Taze yapmak daha iyidir tabi ama, benim her sabah öyle bir şansım olmuyor maalesef.

Köfteyi bayağı anne köftesi gibi yapıyorum. İki kere çekilmiş yağsız dana kontrafile kıyma, bir yumurta (Defne’nin alerjisi olmadığı için bir süredir beyazını da kullanıyorum.),  ekmek içi (tam buğday kullanıyorum.), rende soğan, köfte baharı, kimyon, karabiber karıştırıyorum. Ben baharatları az az da olsa her yemeğe koyuyorum, hem alışssın diye, hem de doktorumuzun lezzetli şeyler pişirin, onun da damak zevki var tavsiyesine uymak için. Duruma göre içine bazen patates, bazen kabak yada havuç da rendeliyorum. Hem daha yumuşak oluyor, hem de daha vitaminli.

Bir tencereye patatesleri halka halka doğruyorum, üzerine havuçları ve kurusoğanı  halka doğrayıp koyuyorum. Minik minik 3 yassı köfte, en üste de artık biraz düzeldi diye domates doğruyorum.  Bazen sarımsak da doğruyorum. Baharatlar ve su ekleyip kısık ateşte pişiriyorum. Üzerine biraz sızma zeytinyağı ekliyorum.

Köfteler hazır olunca değişik sebzelerle buna benzer yemekler yapıyorum.

Çatalla ezip veriyorum.

 

Mercimek çorbası:

Yine bildiğimiz çorba aslında. Mercimek, patates, havuç,  kıyma, bazen biraz da bulgur, baharatları koyuyorum, pişirip blenderdan geçiriyorum. Bir tek bu çorbayı, ha bir de brokoli çorbasını blenderdan geçiriyorum. Zeytinyağı ekliyorum.

Geri kalan herşeyi çatalla eziyorum.

 

Kıymalı karnıbahar:

Az zeytinyağında küçük küçük doğranmış havuçları kavuruyorum. İncecik doğranmış soğanları, kıymayı ekliyorum. Biraz domates koyup, minik karnıbaharları ekliyorum. Su, ince bulgur, baharatları koyup pişiriyorum. Altını kapatınca biraz daha zeytinyağı ekliyorum.

Başta malzemeleri suya koyup pişirip zeytinyağı ekliyordum. Ama Defne büyüdükçe bizim yemeklere daha çok ilgi duymaya başladı. Ben de kendimize pişirir gibi pişirmeye başladım. Yemekler de daha lezzetli oldu. Zeytinyağı ısıyla özelliğini kaybettiği için başta az yağ ile kavurup, altını kapatınca biraz daha ekliyorum.

Sulu köfte:

Hayat kurtarıcı bir yemek daha. 250 gr iki kere çekilmiş daha kontrafile, 1 yemek kaşığı tam buğday unu, bir fincan ince bulgur, baharatları koyup yoğuruyorum. Minnacık yuvarlak köfteler yapıp buzluğa koyuyorum. Yine z.yağında soğanı kavurup, domates ekleyip, genellikle patates de koyup pişiriyorum. Sarımsak da çok yakışıyor. Pişmeye yakın köfteleri ekliyorum.

 Kıymalı pırasa:

Z.yağında havuçları kavurup, kıymayı, domates ve pırasayı ekliyorum. Baharatları ve suyunu koyup biraz da pirinç ekliyorum.

Yemeklerde pirinç yerine bulgur kullanıyorum çoğunlukla, daha besleyici diye. Ama pırasaya pirinci daha çok yakıştırıyorum.

Kıymalı yaptığım tüm yemekleri bazen zeytinyağlı da yapıyorum.

 

Semizotu yemeği:

Kırmızı mercimek, ince bulgur, domates, kıymayı suda pişiriyorum. Mercimek olduğu için biraz blenderdan geçiriyorum. Semizotunun sadece yapraklarını seçip, bu karışıma ekliyorum. Biraz daha pişirip, z. yağı ekliyorum.

 

Defne zor yer diyip, gerçekten bebeği zor yiyenlere haksızlık etmek istemiyorum ama Defne kolay yiyen bir bebek değil. Bu yemeklerin hiçbirini tamamen reddetmiyor, ama genel olarak her yemeğe başlarken önce bir başını çevirip almak istemiyor, tadına bakınca yiyor. Tabi bolca oyunla ve uzun zamanda. Daha küçükken yedirmek daha kolaydı, şimdi oturmaktan sıkılıyor, ilgisi dağılıyor. Ama sonuç olarak genellikle hepsini de seviyor.

Amma da uzun yazdım. Diğer yemekleri de bir ara yazmaya çalışırım. Ha bir de ek gıdaya geçiş dönemindeki daha temel yiyecekler var ki onlar başka bir yazının konusu olsun. Zira yoruldum!

 

tuba – masterchef

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir Defne bir pazar ne yapar?

Bir çocuğun en güzel hali yolda, arabada uyuyan halidir arkadaşım! Ben bunu bilir bunu söylerim! Biz bu mutluluğu pek sık yaşamadığımız için bu pazar yaşayınca bir havalara girdim sorma gitsin! Ondan bu bilmiş bilmiş laflarım. Hayır, madem arada bir yaşıyorum bari tadını çıkarayım dimi ama?

Bu pazar hava iyi mi kötü mü, yağmur yağar mı derken geldik gaza, Çamlıdere’de bulduk kendimizi. Açıkhava, yürüyüş derken günün esas anlam ve önemini oluşturan bol gıda kısmına geçtik tabi! Yedik, içtik, gezdik dolaştık, Defne’yle top teptik, bedenen yorulmuş, ruhen dinlenmiş, görmemiş güneşi bulmuş yanakları al al olmuş halimizle döndük evimize.

Defne de yolda giderken gelirken uyudu ya, mızmızlanmadı ya onu da öptük, yedik, yumulduk, bitirdik! Maşallah deyiverin, hep böyle olur inşallah diye de ekleyin. Hadi ama!

Günün özeti…

 

 

Top oynadık, yerlerde yuvarlandık. (Herşeyi kurcalayan “elli böcük” Defne çimlere dokunmayı hiç sevmedi. Yerde yuvarlanırken bile göbek temasını koruyup elleri havada tutmayı becerdi!)

 

 

Ailecek yürüyüş yaptık! (Resimdeki yer cücesini bulunuz.)

 

 

Şarkı söyleyip alkış yaptık. (Belki aralarda biraz bağırmış da olabiliriz.)

 

 

Hala lansmanını yapamadığımız iki dişi sereserpe gösterdik. (Dikkatli bak, orda işte, kocaman.)

 

 

Süpürgeyi gören Defne “Hayatımda birşey eksikti, işte şimdi tamam oldu!” dedi. (Evet, biraz cadı olabilir ama tatlı cadı. Belki biraz da acı-ekşi:))

 

 

Günün sonunda “oohh annemden de kat kat güzelim” pozları verdi.

 

 

Halbuki bayağı bana benziyordu bence:))

 

 

Hediği yedik!

 

3. aydan beri bir gün bile geçirmedik “Dişi çıkıyor” demeden. Huysuzluğa bahane, akan salyaya güzelleme, herşeyi kemirmeye söylenmeme derken gelmedi de gelmedi o dişler! 9 ay bekledik! Eee o kadar bekleme de sağlam bir kutlamayı haketti. Öyle diyorum da yola sağlam bir kutlama olsun diye çıkmadık tabi, şunun şurasında 1.5 ay sonra doğumgünü var, abartmadan, aile arasında, küçük bir kutlama yapalım, hevesimizi doğumgününe saklayalım dedik. Sonuç mu? Alın, bakın.

Baştan herkese not: 1. Vay efendim, fotoğraflarda benim gözüm kapalı, yok ağzım açık, kenarda kalmışım, profilim iyi çıkmamış falan filan dinlemem! 30 kişiyle fotoğraf çekip, içinden seçip şuraya koymuşum daha ne!:)

2. Bu yazıda çoook fazla fotoğraf olacak, artık idare ediverin. Söylenmeyin.

Cumartesi günü öğlen saat ikide başlayacaktı kutlama. Defne uyur uyanır yemeğini yer, keyfi yerinde olur diye planları yaptık. Daha önce bahsetmiştim, uykuyu hiç de sevmeyen Defne her saatli program öncesi uyur! Bu geleneği bozmamak adına kendisi bir önceki gece 1-3 arasını uyanık geçirip sabah da telafi etmek için 2 saat geç uyandı! E tabi herşey 2 saat kaydı. Defne 2’de uyudu:) 30 kişi 2’de toplandık, yedik içtik, sohbet ettik, hanfendinin teşrifini bekledik. “Aaa o gürültüde uyuduysa çocuk, ne güzel, maşallah” diyeniniz varsa boşuna heveslenmesin, Defne babaannesinde mutlak sessizlik içerisinde güzellik uykusundaydı efenim.

Bu hayatta bir 50 yaşını geçip emekli olmak, bir de anne olmak kadın milletine garip bir enerji veriyor arkadaşım! Bugüne kadarki hayat felsefemi “Neyse parası verir yaptırırım, param yoksa da olmayıverir otururum öyle” tembelliği üzerine inşa etmişken anne olduktan sonra onu da yapayım, bu da eksik kalmasın diye bana bir gaz geldi ki sorma gitsin. Hah işte o gelen gazla başladım 15 gün önce süslemeleri hazırlamaya. Davetiyeler, ponponlar, yemek kartları, pipetleri bile süsledim o derece!

Yemek faslına babaanne, büyükanne, Mersin’den sarmalarıyla anneanne bile iştirak etti, bir ben iştirak edemedim:) Ben de tasarımdan sorumluydum canım!

 

 

 

 

Herşey tamam, herkes geldi, başladık Defne’yi beklemeye… Güney’le eli yüzü düzgün tek fotoğrafımızdır kendisi. Lütfen itinayla bakınız.

 

 

Artık saat 4 olmuştu ki Defne teşrif etti. Herkes partiye ev ayakkabısını getiriyor diye duymuş olacak ki kendisi de ev ayakkabıları elinde geldi! Karşısında fotoğraf makineli 30 kişilik bir basın ordusu görünce bir miktar şaşırdı tabi. Ama hemen alışıp tadını çıkarmaya başladı. Evet, kendisi bronz. Mersin’de deniz sezonunu açtı ondan böyle havalı kızım ya da salıncak yanığı da diyebiliriz kısaca:)

 

 

Hemen heyecanla beklediğimiz aşamaya geçtik. Meslek seçimi. Masaya, mimarlık için pistole, mühendisliklerin tamamı için scientific calculator (hesap makinesi de öyle grafik falan çizeninden, havalı yani), doktorluk-eczacılık için Rennie, aşçılık için kepçe, modacılık için makas, güzellikle ilgili bilumum şeyler için ayna ve tarak, Güney’in kereste müdürlüğü tahtının varisi olmak için ahşap fil, hangi işi yaparsa yapsın patron olsun diye kaşe, öğretmenlik için kalem, bir çeşit Ali Ağaoğlu olsun, gayrimenkul zengini olsun diye ev anahtarı koyduk. Çok kararsız kaldı kızım. Bir ona uzandı vazgeçti bir buna. Düşündü düşündü, sonunda gayrımenkul zengini olmaya karar verdi!:)

 

 

Sonra başladık bitmek bilmeyen fotoğraf çekme faslına:) Ortamda durmadan konuşan küçüklü büyüklü 30 kişi bir de sürekli hareket eden bir bebek varsa fotoğraf çekmek çok zor işmiş çoook!

Anneyle,

 

babayla,

 

 

babanneler, dedeler,amcalar, halalarla,

 

 

bilumum amca, teyze, dayı, halalarla (kimin ne olacağına Defne büyüyünce karar verecek, zira hepsi ana-babanın yakın arkadaşı kadrosunda henüz:))

 

 

amca, yenge, kuzenlerle,

 

 

fotoğraf çektik de çektik. Çok yorulduk ama değdi:)  Geçtik hediye açma faslına. Bir sürü hediyeleri vardı Defne’nin. Elbiseden şapkaya, diş kurabiyesinden oyuncağa kadar. Herkese kendisini öptürmek suretiyle teşekkür etti Defnecik.

 

 

Bir de adettenmiş dişi çıkan çocuğa bakır tas hediye edilirmiş. Dişleri bakır gibi sağlam olsun diye.  Kendisinin asli görevi banyoda su dökmek olsa da Defne’nin ellerinde davul olarak görevini icra etti. Tası da tamam olduğuna göre inci gibi sapasağlam dişleri olur inşallah Defne’nin.

 

 

Hani pipetleri bile süslemiştim ya, neyseki boşa gitmedi, günün sonunda Güney pipetle üfleyip saçlarını dağıtarak Defne’yi epeyce eğlendirdi. Demek ki neymiş süslü pipet şartmış!

 

 

 

Defne her ne kadar dişi yerine dilini göstermeyi tercih etse de herkes sözümüze güvenip Defne’nin 2 dişi olduğuna inandı.

Gün bitti.

Söylemeden geçemeyeceğim,

Seviyorum kız seni!!

Anneanne, dede, teyze, kuzen aynı performansı sizden de doğumgününde bekliyoruz ona göre:))

 

 

Defne Mersin’de!

 

Büyük tantana yapıp cümle aleme duyurduğum Mersin seyahatimizi tamamlayıp kendi sahamıza dönmüş bulunuyoruz. Kopardığım tantananın bir kısmında gayet haksız, kopacak fırtınaların da bir kısmından bihabermişim meğer!

Gidiş uçağımız 17 Mart’ta sabah 9’daydı. Neyse canım zaten Defne 6’da kalkıyor derken her saatli plan program öncesi gibi Defne’nin uyuyacağı tuttu. (Bkz. bilumum doktor randevusu öncesi!) Biz uyandırınca da tamam dedik biz duruma 1-0 yenik başladık. Gelsin huysuzluklar! Neyseki yanılttı bizi Defne. Sakince gittik havaalanına, o koca bebek arabasını habire katla banda koy, aç, tekrar katla koy eziyetinden sonra geldik uçağa. Ben bebek arabasını ne yapacağım, araba olmazsa inişte hem Defne hem bavul hem arabayı nasıl alacağım bıbı bıdı bıdı diye bir sürü telaş yapıp herkeslere sormuştum, hangi aşamada nereye vereyim diye. Sonuç olarak bebek arabasıyla uçağa kadar gittik,  girişte arabayı katlayıp personele teslim ettik. İnişte de uçağın kapısına kadar getirdiler. Bizim için gayet rahat oldu. Daha sıradayken kucağımda Defne’nin gülücük atıp kandırdığı, oynadığı zavallı insancıklar sağımıza solumuza oturmaya başladı. Başlarına geleceklerden habersiz “Ayy ne tatlı, ne meraklı, cin cin bakıyor, hiç de sesi çıkmıyor…” falan derken kalkış saati geldi. Gel de bizim yerinde duramayan kuduruk Defne’yi kucağında oturt da kemeri bağla! Oyuncak göster, şarkı söyle, dil dök, dergiye bak falan derken yanımızdaki kadıncağız gazetesini açıp okumaya karar verdi! Defne’nin gözleri parladı tabi. Kadın kaçırıyor gazeteyi bizimki atıyor elini, kadın yana kayıyor bizimki iyice tepesinde, bir de gülüyor her kaçırdığında oyun diye! O kadıncağıza teşekkürü borç bilirim, zira pes edip gazetesini kapattığı 5. dakikaya kadar sayesinde en azından kalkış işini halletmiş olduk. Kalkışta emziği aldı Defne ve hiç ağlamadı. Sonrasında otur kalk, otur kalk, gelen sandiviçi didikle, yandaki bu defa dergi okumaya niyetlenmiş teyzeyi taciz et şeklinde geçti zaman. İnerken 2-3 dakika ağladı ama o zaman artık uykusu iyice gelmişti ve sıkılmıştı, emziği almadı falan filan. Çok şükür ki inince toprağı öpeceğim diyeceğim bir durum yaşamadan indik Adana’ya. Anneanne-dede-kuzen karşılamasından sonra mutlu mesut gittik Mersin’e.

 

 

Buraya kadar herşey muhteşem. Aman be dedim, amma da büyütmüşüm, kızcağızımın günahını almışım, geliverdik işte dedim. Ayy uçakla şuraya da gideriz, buraya da, yurtdışına da çıkarız, Amerika’ya giderken beşik bile oluyormuş, coşup oralara bile gideriz diye başladım hayallere. Ama kader ağlarını örüyordu. Unuttuğum birşey vardı. Bu totosu yere 10 saniyeden fazla gelince kurtlanan, uyumayı boşa geçen zaman olarak gören Defne bir de uyku saatleri şaşınca bastı yaygarayı Mersin’e gelince. Uyutmak ne mümkün. Yatır, kaldır, beşikte salla, pusette salla, kucakla, yok, uyumuyor velet! Hayır uyumazsa uyumasın da çok uykusu olduğundan duramıyor da sıpa! Defne bağırır, ben bağırır hallerimizi gören annem bir süre sonra olaya el koydu, kaptığı gibi Defne’yi indi aşağıdaki parka. Basket oynayan çocukları seyrederken 1 dakikada uyudu. Gerçek bir 1 dakika! Meğer bu bir başlangıçmış!! Ertesi gün, bir sonraki gün, daha da sonraki gün, yahu hergün parkta uyudu nerdeyse bu çocuk! Aaa bazen de sahilde uyudu, hep parkta değil! Ben böyle söyleniyorum ama Ankara’dan gitmeden biraz hasta olan Defnecik’in nezlesi arttı iyice, bir de 1 haftanın sonunda nurtopu gibi bir dişi daha oldu. E hepsi birleşip, üstüne zaten uykuyu sevmeyen kızı taciz edince uyku konusu bir çeşit krize dönüştü!

 

 

 

Parkta, sahilde uyumadığı zamanlarda, parkta, sahilde oynadı da oynadı Defne. Sallandı, kaydı, yere oturup toprakla oynadı, kumdan kale yapan, kamyonuna kum dolduran, bisiklet süren bilumum çocukları taciz etti. Her çocuğun saçına dokundu, gözüne parmak soktu, elini tuttu, sarıldı. Artık o kadar sokak çocuğu oldu ki salıncaktan indiriyoruz diye kıyameti koparacak, evde ayakkabısını çıkarıp ters çevirince içinden bir avuç kum dökülecek kıvama geldi. Yanakları bile bronzlaştı! Evde olduğu tüm zamanı da balkonda geçirdi. Anneannesiyle çiçek bile dikti. Yani uyuması gerekmediği tüm zamanlarda mutluluktan çıldırdı Defne, uyuması gerektiği zamanlarda da ben çıldırdım!:)

 

 

 

Dönüş yolunda uçakta boş koltuklara geçtik bu defa. Üç koltuğa yayılmış abaküsten tutun, kaşığa, legodan cüzdanıma kadar bilumum ıvır zıvırla sefil bir görüntü içersindeydik! Bir de bu yolculukta öğrendim ki bu hayatta herşey ne kadar da göreceliymiş. Emniyet kemerinin tokası ağıza alınabilirmiş, öndeki kel amcanın kafasına illa dokunmak isteyen kızı zaptedemezsen bu o kadar da kötü bir hareket gibi gelmeyebilirmiş, hazır kek çocuğu 5 dakika oyalayabiliyorsa muhteşem bir yemekmiş:) Ama yemek için değil! O bir dilim hazır kek ezile mıncıklana meğerse bir annenin tüm pantolonunu, bir Defne’nin kulağının içi dahil kafasının her yerini, 3 koltuğun her santimetrekaresini kaplayabilirmiş! O halimizi gören hostes “Aaa Defne keki yerken savaş mı çıktı?” diye hala gülerek konuşup, bize insanlıktan çıkmışız gibi davranmadı ya ciddi bir duygu-öfke kontrolü dersi aldıklarına bir kere daha inandım valla!

Sonuç? Bebekle uçağa binilebilirmiş. Seyahete gidilebilirmiş. Bebekler gezmeyi severmiş. Amaaa, eğer ki o bebek Defne kadar yerinde duramayan bir bebekse, uyku konusunda kafa doğduğundan beri hep bir karışıksa, baba da bu seyahatte olsa iyi olurmuş. Zira insan arada gönül rahatlığıyla çemkirecek birini arıyormuş!