Neler aldım neler listesi 1

Bir kere kadın olduğun için genlerinden gelen lüzumlu lüzumsuz alışveriş yapma içgüdün varsa, üstüne bir de 30’undan sonra anne olmanın verdiği görmemişlik eklenirse, ha bir de mimarsan, iyi kötü bir tasarım gözün ve “aman önce güzel olsun üstüne bir de fonksiyonel olursa tadından yenmez” mantığın varsa bir evde 3 beşik, 1 bebek yatağı bulunabilir. Normaldir.

Bu bir ne iyi ettim de aldım, bir de ne halt etmeye aldım, ona verdiğim parayla Zara’dan 2 t-shirt daha alırdım yazısıdır:) Hamilelik ve sonrasında aldığım şeyleri içerir. Belki birinin işine yarar kimbilir?

Öncelikle bu yatak-beşik konusu mühim konuymuş arkadaş! Hamileyken hormon deliliğinden üç kere ağladıysam ikisi beşik yüzündendi diyeyim sen anla!

Herkesin 3 aydan fazla yatamaz demesine rağmen, doğru dürüst sallanması çok önemli, bir sürü bebek sallanmadan uyumuyor demesine rağmen, çok da güvenli değil demesine rağmen, defalarca gidip gelip, sırf güzel diye bir sepet beşik aldık. Aldım. Güney pek onaylamadı ama zır zır zırlayınca pek seçeneği kalmadı. Çünkü ben bebekler doğunca ilk günler hatta ilk bir kaç ay yiyor, içiyor, uyuyor zannediyordum. Saksı bitkisi gibi koyduğun yerde öylece duruyor zannediyordum. O bitkiye de bu sepeti pek yakıştırıyordum. Hatta bu yaz bizimle hiç görüşemezsiniz artık diyen arkadaşlarıma “Niye yaa koyarız sepetine uyur yanımızda, nolcaaaak” diye atıp tutuyordum. Çok safmışım çok!

Defne doğumdan sonra daha hastanedeyken hemşireleri bile şaşırtan uyumama performansıyla bana laflarımı yedirteceğinin sinyallerini verdi. Sonuç? İlk bir ay kucağımızda salladık. Ama Allah var, sepet salonumuzun baş köşesini süsledi, her gelen de “Aman da aman kızımızın beşiği de kendi gibi pek güzelmiş” dedi. Bence parasını çıkardı:)

2. ayda kucaktan, ayağa terfi ettik, malum hava sıcaktı, Defne ağırlaşıyordu falan filan. Zavallı annem bir ay boyunca salladı Defne’yi ayağında. Tam da annemlerin evlerine dönmesinden bir gün önce, lohusalıktan “yarım baş beyinli” ye dönmüş kafama dank etti, “her gün bu bebeyi ayağında zor sallarsın kızım, az akıllı ol” dedim ve bir koşu gittik şu aşağıdaki beşiği aldık. Nam-ı değer Bambam. Doğumdan önce “Benim kızım bu çirkin şeyde mi yatacak” diye yaslara battığım, gözlerimden boncuk boncuk yaş döktüğüm (tamam böğürerek ağlamış da olabilirim) beşik. Can havliyle mavisine, pembesine bile bakmadan “Abi ne varsa ver” diye aldığımız beşik. Hakkı çok bizde ne diyeyim. Hayatımızı kurtardı. Aylarca salladık Defne’yi. Hatta işi büyütüp ucuna bir de 3 metrelik kurdele bağladık, uzaktan kumanda yaptık, salonun bilumum köşelerinde devrilip yatarken bile sallamaya devam ettik.

 

 

3. beşik mi? Bambamı almaya gittiğimiz gün, uykusuzluğun da verdiği gazla, herkes bir park yatak tutturmuş, acaba, derken bir de ondan alıvermişiz. Ya tutarsa?:)) Onu da henüz pek kullanmadık. “Ayy zaten onu seyahate giderken kullanırız diye almamış mıydık?” diye çamura yatıyorum.

 

 

Her konuda bu kadar tutarsız ve deli değildim neyseki. Bebek arabası için bir kaç model vardı aklımızda. Concord Neo’yu beğendik aldık.

1. Tasarımı hoşumuza gitti:)

2. “travel system” dedikleri, arabaya da monte edilebilen bir ana kucağı vardı, ilk 6 ay için. Sonrası için de puseti. Pratik gibi geldi.

3. Ana kucağı anneye dönük kullanılıyor zaten, puseti iki yönlü de kullanılıyordu. Defne uyanıkken dışarı dönük gezmek hoşuna gidiyor ama uyuyacağı zaman, mızıldanıyorsa, emziği düşmüşse falan göremiyoruz diye kendimize çeviriyoruz. İyi oluyor. Du. Bu ara pek uyumuyor da:)

4. Tekerlekleri şişme ve büyük. Arazi şartlarında da verim sağlıyormuş dediler, yok artık ne arazisi demedik. Zira Abant’ta, Gölcük’te, Mersin’de kumsalda, Odtü’nün toprak yollarında bile kullandık:)

5. Şemsiye, yağmurluk, sineklik gibi aksesuarları da var, pek bir işimize yaradı.

6. Kendi sınıfındaki arabalara göre hafif ama yine de baston pusetler gibi pratik değil tabiki. Bir de katlanınca yine diğer arabalar göre epeyce kompakt, tekerlekleri de kolayca çıkarılabiliyor ama bagajda hatrı sayılır bir yer kaplıyor.

 

 

Süt sağma makinasında kime sorduysak tereddütsüz Medela Swing dedi. Biz de tereddütsüz aldık. Pek memnun kaldık!:) Yine Medela’nın süt saklama poşetlerini kullandık.

 

 

Telsizimiz Weewell. Başlarda bütün günü toto totoya bitişik geçirdiğimiz için hiç ihtiyaç duymadık. Ama şimdi “akşam içeride az uyusa da kafamızı dinlesek” saatlerinde pek işimize yaramaya başladı. Telsizlerde sık duyduğum telefonlarla falan karışıyor, cızır cızır ses çıkarıyor sorunları yaşamadık. Üstelik sessizken böyle uyuyan bebek çıkıyor üzerinde pek sevimli, amma uyanınca da, çirkin mi çirkin bağırış kıyamet bir bebek resmi çıkıyor ki ok gibi fırlayıp gidiyorsun yerinden. Nolur nolmaz!:)

Ateşölçerde Braun’un bu modelini tercih ettik. Çok şükür ki birkaç sefer dışında çok kullanmadık ama bir sıkıntı da yaşamadık.

Ana kucağımız Bloom CocoRocker’dı. Bu güzeller güzeli (Bajak ve Uur’a öpücükler) ana kucağını, pek anakucağı olarak kullanmadı Defne. Daha ziyade zıvanadan çıktığı zamanlarda zıvanaya sokmak için kullandık kendisini. Mutlu zamanlarında oturmazken, huysuz, uykusuz ve kudurukken pek sakinleşti bunda niyeyse. Ayrıca da salonumuza çok yakıştı:)

Bu liste de çok uzunmuş be. Sarf malzemeleri, giysiler, alet edevatın bir kısmı da başka bir yazıya kalsın.

 

Ne? Beşiktaş’ın maçı mı varmış?

 

Pek tabi ki her modern (!) Türk annesi gibi bu televizyon olayına ben de karşıydım. ” Aaa ne televizyonu canım, ben kızımı oyunlarla, şarkılarla, kitaplarla büyüteceğim, televizyon dediğin tembel anne işi” diye yine tükürdüğümü yalayacağım, ama henüz bunu bilecek olgunlukta olmadığım bir konuda daha atıp tutuyordum. Defne elbette ki akşamları sakince kucağıma oturacak hatta mümkünse uzanacak, bir kitabın resimli sayfalarına bakarak masallar uyduracağız, sonra öpücüğünü aldığı gibi doğru yatağına, melekler gibi uyuyacak, büyüyünce de benim okuduğum kitaplar sayesinde pek entellektüel, pek sosyal bir kişilik olacak. Sanıyordum. Bu senaryoda TV’ye hiiiç mi hiç yer yoktu. Bir süre sonra tükürdüğümü yalamak isteyip onu bile beceremeyeceğimi nereden bilirdim ki!

Haftasonu, düzeni, saati azıcık şaştı diye (valla azıcık, bizim bir suçumuz yok!) akşama doğru aldı mı Defne’yi bir çılgınlık, bir delilik, bir ne yapsam ne etsem de odalara sığamasam, yataklarda yatamasam, kudursam da kudursam hali! Aldı valla. Güney’le seferber olduk. Oynatalım? Cık. Mız mız mız. Gezdirelim? Cık. Mız mız mız. Uyutalım? Cık. Mız mız mız. Ee biz de insanız canım, ana baba olduk diye sabır gani gani ama sınırsız da değil ki! Birden sol omzumuzda birer şeytan belirdi, ” Aç TV’yi 5  dakika 5 dakikadır, otursun izlesin sıpa.” dedi. Hay ağzını öpeyim, ne güzel söyledin diye, açtık bir heyecan TV’yi. Verdik Luli’yi. (Evet bir Baby TV’miz bile yok.) İlk bir iki dakika evi kaplayan sakinlik, gözlerimizdeki parlama, seyrettiği şeyin pat diye bitmesiyle Defne’nin cırlamaya geri dönmesiyle sönüverdi. Bir TV macerası da başlamadan sona erdi.

Hayır canım, Defne var diye hiç TV açmayacak kadar deli değiliz, ama elimizle seyrettirmeye teşvik edecek kıvama yeni geldik!

Dün akşamki Beşiktaş maçına gösterdiğin ilgiyi Luli’ye göstermedin ya Defne, hatrı kaldı valla!

O’nun bıraktığı işaretler…

Uzun zamandır okuduğum bir blog www.defneyleyasamak.com . Çok uzun zamandır… Daha benim Defne, Defne değilken, hatta bir Defne’m olması fikri bile aklımda yokken…Okuduğum, gülümsediğim, kahkaha attığım, meraklandığım, arada bir hüzünlendiğim…

Sevgili Tuğba, O’nun bıraktığı işaretler diye bir seri başlatalım mı demiş… Neden olmasın?

Uykusuz bir gecenin ardından, yanan gözlerle gelmişken işe, ve söylenirken içten içe “Bu bebek büyütme işi de zormuş be.” diye…

Gözümün gördüğü…Beni gülümseten…

 

Matematiğe gel!

 

Defne 8.5 aylık bir bebektir. Haftasonu süslenip püslenip, yanına anasını, babasını, eşyalarının olduğu bebek çantasını da alıp, Başak’la Uğur’a ev gezmesine gitmiştir. Giydiği kıyafetlerin de etkisiyle hanfendi bir kişilik gibi görünmektedir. Herşey dört dörtlüktür. Ama o da ne? Bebek çantasında sadece bir bez vardır, ve bundan kimsenin haberi yoktur. Bu durumda “hanfendi kişilik Defne” gittiği gezmede kaç bezlik muamele yapmıştır?

Cevap veriyorum: 4!

İkisini kapalı tribünde, ikisini açık yeşil sahalarda:)

Akılsız ananın cezasını babalar çeker hesabı markete koşturulan Güney’i, kapıda ev ahalisi ve lavaboda yıkanıp havluya sarılmış bir Defne karşılamıştır.

Demek ki neymiş, her” hanfendi” görünüşün altında serseri bir ruh yaşayabilirmiş:)

Kulun istediği bir göz…

 

Hani bazen dersin ya, hani benim kızım-oğlum da şunu yapacak da ben de görecek miyim diye. Dersin. Herkes der. Ben de dedim. Daha dün. Facebook’ta, koltukta oturduğu yerde uyuyakalmış bir kız çocuğu görüp, karşımda oturan kocama dedim. “Bizim cadı da böyle oturduğu yerde uyuyacak da ben de görecek miyim peh peh peh!” dedim.

Akşam oldu, Defne giyindi hazırlandı, artık uyku zamanı diye özenle yatağa götürüldü. Emzirildi. Uyusun diye yatırıldı, son iki haftanın yeni uyuma seremonisi etkinlikleri kapsamında yanına yatıldı. 30 dakika saç yolma, kapalı gözü kirpiklerden tutup açma, kaşları çıkış yönünün tersine itinayla tırtıklama, yüzü gözü tırnaklama, ayakları annenin ağzına gözüne, elleri burnuna sokma seansının sonunda “Yok la bu böyle uyumayacak” diye bir daha emzirme, tekrar yatırma, 30 dakika daha yukarıda adı geçen eylemleri bıkıp usanmadan tekrarlama sonucu bende sigorta attı! “Aaaa bu ne böyle, uyumazsa uyumasın, uykusu gelince uyur nasılsa.” diye kaldırdım, oturttum yatağa. Ben de karşısında yarı yatar durumda. Üstüme doğru bir hamle yaptı, “Yine mi saldıracak yoksa” diye hamleyi savuşturmaya çalışırken ben, birden boş bulundum, geldi soktu başını gıdıma. Napıyor ki böyle diye anlamaya çalışırken ben, birden nefes alışverişler derinleşti, eller ayaklar sakinleşti. Uyudu. Bir dakikada! Hayır ne böyle sarılmalı sevgi gösterilerine alışkınım, ne de uyumasına. Aldı mı beni bir gülme. Ben güldükçe kıpırdandı, başını çevirdi, yine de uyudu.

Demek ki neymiş, birşey için hayal kurarken, detay vermek gerekirmiş. Oturduğu yerde uyusun demek yetmezmiş, yer, zaman, şekil belirtmek gerekirmiş.

Bir de kızını gıdısında uyutan anne naparmış, telsizi açtığı gibi içeri koşar “Hahaahaa, Defne bugüne kadar ki en güzel kıyağını bana yaptı nabeeeerrrr?” diye, içeride hangi bisikletle nasıl hızlı gidileceğini anlatan belgeseli muhtemelen birkaçıncı defa izleyen kocasına nanik yaparmış:)