Severim…

Ben çocuklarla oynamayı severim. Kudurmayı da. Çığlık çığlığa koşuşturmayı. Elim sende, yerden yüksek oynamayı da. Sohbet etmeyi severim çocuklarla. Onları konuşturmayı. Hayallerini anlattırmayı. Yağmura çıkıp ıslanmayı severim onlarla. Sularda zıplamayı. Kar tanelerini dilimizin ucuyla yakalamayı. Onları yıkamayı severim. Leğene su doldurup, içine cup diye çocukları atmayı. Elimle ıslak saçlarını taramayı severim. Sırtı bana dönük, saçları taranırken anlattıklarını severim. Uçan köpükleri üfleyip patlatmayı. Duş başlığından fıskiye yapıp onları güldürmeyi severim. Buharlanmış banyo camında kalpler çizmeyi severim çocuklara. Sonra elimi yumruk yapıp, cama yapıştırırım. Çıkan kedi patisine şaşırmalarını severim.

Minderlerden mağara yapıp altından geçmesini severim. Küçücük olmayı. Sonra kedi yavrusu olup yerlerde süt-ekmek aramayı severim. Daha da küçülmeyi. ‘Serçe olmacılık’ oynarız bazen çocuklarla. Ağırlığımızı hiç vermeden birbirimizin avucuna konmacılık oynarız onlarla. En hafif ben olmayı severim. Daha da küçülürüm öperken. Enselerine, kol altlarına, gıdılarına sığacak kadar küçülürüm.

Ama ben en çok neyi severim biliyor musun? Çocuklarla elele yürümeyi.

Çünkü büyürüm…

O minnacık el avucumda kayboldukça…

Uzar uzar uzar başımla göğe değerim.

O el parmaklarımın arasına sıkıştıkça… Dev olur, dünyayı yerinden oynatırım.

Korkup elimi sıktıkça o minik parmaklar… Avuçlarım büyür. Yoldan topladığımız kozalağa, at kestanesine, taşa, kağıda sandık olur. Çocukların hazinesine sandık.

Yüreğim büyür, çocuklara yuva olur.

Bugün elele bakkala Atatürk Orman Çiftliği dondurması almaya yürürüz. ‘Sade’.

Yarın sahneye çıkacağı gösterisine. En ‘şatafatlı’ hislerle.

Ben en çok çocukların elini tutup yürümeyi severim…