Currently Browsing: Geziler

23 yaşındayım ben, duydun mu? 23!

Cumartesi akşam aylar aylar sonra hatta belki de yıllar sonra bir konsere gittin. Zaz konserine. Hani sokaklarda şarkı söylerken keşfedilen Fransız kız var ya işte o. En son ne zaman konsere gittiğini düşündün. Galiba 2 yıl önce. Duman konserine. Defne yoktu. Hatta Güney bile yoktu. Askerdeydi.

Akşam 7 ‘de kapılar açılacaktı. Gidip yüzlerce insanla birlikte sıraya girdin. Yırtık kotun, salaş tshirtün vardı üstünde, sırtında sırt çantan. Yanındaki kocan değil sevgilindi. Arkadaşların vardı. Kapıdaki görevliler 18 yaşından küçük mü diye bazılarını durdurup kimlik soruyorlardı. Sana sormadılar. Olsun 18 değildin belki ama 23’tün o gece. Bazılarının yaşının küçük olduğunu nasıl anlıyorlar diye merak ettin, çok büyük görünseler de . Kesin kaz ayağı bölgesine bakıyorlardı. Olay oradaydı. Çizgi varsa geç, yoksa kimlik göster! Saatlerce sıra bekledin. Olsun. Dedikodu vardı, şımarıklık vardı, gülüşmeler vardı. Güneş vardı. İçeri girerken sıralar karıştı, birşeyler oldu, bir şekilde yüzlerce kişinin önüne geçip içeride buldun kendini. Genç olmak zaten kahkahalar arasında çaktırmadan sıraya kaynak yapmak değil miydi?

Evet evet kesinlikle 23 yaşındaydın. Defne doğmamıştı. Evlenmemiştin bile. Kaz ayağı çizgileri? Güneş gözlüğü diye birşey var canım.

Konser çim amfideydi. Ne o yere sermek için örtü mü çıktı sırt çantandan, bakkaldan alınmış ucuz bira yerine? Olabilir, yer soğuk çeker. Çocuğun olmaz sonra. Ser örtüyü. Esmeye mi başladı birden. Şu öndeki kız her tarafı delikli tshirtü ve el kadar şortuyla üşümüyor mu? Olsun giy sen montunu. Onu annesi küçükten alıştırmış soğuğa. Sen alışık değilsin. Defne ne mi yaptı bu arada? Yok artık, daha yeni geldin, düşünmeye başlamak için çok erken. Defne’yi bırakacak kimsen yok ya akşamları, Defnesiz çıkmaya alışık değilsin. Olabilir. Bugün 23 yaşındasın.

Konser başladı. Fransızca da ne zor dilmiş arkadaş, bir türlü eşlik edemiyorsun. Arabada CD’den çalışıp gelmiştin oysa. Sahnedeki ne tatlı kız. Sesi güzel. Değişik bir dansı var. O dans Defne’nin pıtıpıtı dansına mı benziyor? Evet kesinlikle. Telefona bakıyorsun elinde olmadan, arayan yok. Gitarist sahneye çıkıyor. Komik birşeyler yapıyor. Güneeey Defne olsa buna çok gülerdi, dimi? Evet, çok gülerdi. Uyudu mu acaba? El yine telefonda. 18liklerin kafasında yanıp sönen kulaklar var taç gibi. Güneeey biz de alalım mı? Sen de mi takacaksın? Hayır Defne’ye götüreceğim. O 2 sıra önünüzde 4 aylık bir bebek mi var? Yok artık! Huysuzlandı biraz. Pusetini getirdi annesi. Uyudu şimdi. Sen niye Defne 4 aylıkken götürmedin konsere. Cesaretin mi yoktu? Hayır cesaretten değil bu. Hem 4 aylık bebeğin konserde işi ne? Rahatsız da görünmüyor ama. Kulaklık mı var acaba? Sen yeterince rahat bir anne değil misin yoksa? Yok canım rahatsın. Değil misin yoksa? Ohooo bu konulara nasıl geldin? Bak Zaz ne diyor. Bağır diyor, çığlık at, içindeki hayvanı uyandır diyor. Hadi bağır! Defne olsa bağırma kısmında çok mu eğlenirdi Güneey? Evet, canım. Naptı ki acaba? Telefonlara kaçamak bir bakış daha.

Babetli ayakların çok mu üşüdü? Sırt çantanda çorap mı var? Daha neler? Neyse getirmişssin giy bari. Babetin içine mi? Evet. Karanlıkta kimse görmez zaten.

Konserin sonu geldi. Eblouie par la nuit’i yi de söylemedi zaten. Halbuki en çok onu seviyordunuz.

G: Defne’yi özledin di mi?

T: Evet. Sen?

G: Ben de çok özledim.

T: 26 Eylül de de Goran Bregoviç geliyormuş. Defne’yi de getirsek. Kesin çok sever. Hem biraz daha büyümüş olur.

G: Olur.

23 yaşında mıydın o gece ? Anne değildin. Hatta evli bile değildin.

Saat de 11’i geçmiş. Uykun mu geldi?

Eve dönünce Defne’nin yanında kim yatacak kavgası mı yapıyorsunuz yoksa? Yok artık!

Karnınız acıkınca yemek için çantanda soyulmuş salatalık, ekmek arası ev köftesi getirmedin ya hala şansın var. Anne olmuşsun çoktan da hala biraz acemisin. 23 değilsin ama 40 da değilsin canım. 31.

Bir dahaki konser Pepee konseri olmasın da!

Olan biten…

 

Hızlı geçiyor günler ve yoğun.. Tatlı bir telaşımız var.. Defne bile bizimle birlikte bir koşturmaca içinde…Pazartesi akşam Defne amcasına “kız istedi”! Onu evin içindeki basamaktan 100 kere inip çıkmak, masadaki yiyeceklere dokunup karıştırmak daha çok ilgilendiriyor gibi görünse de aslında geceye çok hazırlanmıştı.. Babasından kızı istemek için “Allah allah” ve “ver ver” demeyi bile öğrendi! “İstenen kız” ın bir de adı var tabi. Mizyal. Hoşgeldin Mizyal:))

Ha bir de Eymir’de kış sezonunu bitirip Eymir’de bahar konseptine geçiş yaptık pazar günü. Her iki fani Ankaralı’dan biri gibi:) Göl vardı, güneş vardı, kum havuzu, park vardı. Kova, kürek, başka çocuklar, doğumgününde kendini feda edip pusetini sallayıp Defne’yi uyutan arkadaşlar vardı, bir de kum havuzunda başında bekleyip oynatan. İyi ki doğdu Gökhan:)

 

 

Haftasonu öğrendik ki, su, deniz olmasa bile insana iyi gelirmiş. Arkadaşlarla sohbet güzelmiş. Aylaklık hala en sevdiğimiz şeymiş. Güneş insanı gülümsetirmiş. Kızlar biraz cadı olabilirmiş. Cırlayarak başka çocukların elinden kürek alabilirmiş. Ama kürek alana kadar değerliymiş. Alınca hemen bir kenara atıp unutulabilirmiş. Yeni heyecanlar aranabilirmiş. Top başkasının elindeyken kıymetliymiş. Bir pet şişeye kapak takmak büyük bir iş ciddiyeti gerektirirmiş. Kum dediğin şey kulağın içine bile girermiş. Zor çıkarmış. 11 aylık bebekler şapka takmayı sevmezmiş. Uyumak Defne için hala gereksizmiş. Biz minik bir aileymişiz.

 

 

 

Defne 10 Aylık!

 

Geçen pazartesi Defne 10 aylık oldu! Mersin’de olduğumuz ve her dakikamız harala gürele geçtiği için ancak Ankara’ya dönüp, işe geldiğim şu an yazabiliyorum:)

Bu 10. ay pek olaylı geçti! Defne emmeyi bıraktı, ikimiz bir cesaret tek başımıza Mersin’e seyahete gittik,  ilk defa uçağa bindi, yeni tatlar denedi, hasta oldu, uyku düzeni değişti…Hadi bir ucundan başlıyorum anlatmaya.

Yeme-içme meseleleri:

Bu konuda Defne’nin kafası çok karışık çoook! Emmeyi bırakana kadar Defne için sabah öğle yemekleri ve ara öğünler vardı. Akşam yemeği emmek olunca hem doymaya hem de sakinleşip uyumaya bahaneydi. Eee emmeyi bırakınca noldu? Tam uykusunun gelmeye başlayıp huysuzlukların başgösterdiği saatlerde bir Defne’yi doyurma cangaması başladı ki sorma gitsin! Çeşitli animasyonlar (ekip sürekli değişiyor, Güney’le başlayıp, yetmeyince karşı daireden amca desteği, olmadı babaanne-dede, Mersin’deyken anneanne-dede-kuzen) eşliğinde türlü yemekler deniyoruz yedirmek için. Animasyon dediysem, hafife alma, geniş düşün! Üsküdar’a giderken şarkısından, Çikita muz dansına, kulağa askı takıp düşürmekten, halay çekmeye kadar! Birgün animasyonla pirinçli muzlu gece maması yerken, öbür gün şiddetle mamayı reddedip sakince ev yapımı lahmacun yiyor. Tutarlılık sıfır!

 

 

Emekleme-yürüme meseleleri:

Emeklemeden umudumuzu keseli çok oldu aslında. Yürüme-koşma meseleleri demek daha doğru! Artık hiçbir şekilde kucağımızda durmak istemiyor. Sürekli ellerinden tutup yürüteceksin. Birşey ilgisini çekince kafayı öne eğip o tarafa doğru koşuyor bile! İnanmazsın hep de birşey ilgisini çekiyor! Bu yürütme-koşturma işi zor zanaat. İnsanda bel, sırt, omurga sağlığı falan kalmıyor. Bu çocuk işini 20 yaşında halletmek lazımmış arkadaşım. Bu kadar atraksiyon için bildiğin yaşlıyız artık!:) Ha bir de tükürdüğümüzü yalama etkinlikleri kapsamında yürüteç de aldık Defne’ye. Ama güvenli olsun diye alt tarafı çok geniş olduğundan çekmecelere, dolap kapaklarına, televizyona, su sebiline falan uzanamıyor ya pek sıcak bakmadı hanfendi kendisine! İki büklüm yaşamaya devam!

Uyuma-uyumama meseleleri:

10. ay geçti diye birden değişip melekleeeer gibi uyuyacak hali yok heralde! Çok gelgitli günler ve hata geceler yaşıyoruz bu konuda çoook! Emmeyi bırakınca, ilk geceler uyanınca ne yapacağını şaşırdı. Tabi biz de. Uyuyalım? Yok! Oyun oynayalım? Yok! Yemek yiyelim? Yok! Ağlamalar, bağırmalar…İlk geceler böyle geçti. Bir hafta falan sonra birden bir sakinlik geldi gecelere. Biz de bir umut, bir heyecan, bir bayram havası. Acaba dedik, artık uyanma bitti mi dedik, 10. ay mı büyülü ay dedik, büyüdü mü dedik. Dedik de araya hastalık girdi, Mersin seyaheti girdi, bir de bu araya 2. dişi sıkıştırıverdi. Gerisini anlatmama gerek yok heralde. Ama yine de hakkını yemeyeyim, azıcık düzeldi sanki. Azıcık.

Diş meseleleri:

Ağzında 1 aydır arzı endam eden, boy atan ilk dişinin yanında 22 Mart itibariyle 2. dişi belirdi. Tarafımızdan sevinçle karşılandı. Bir haftadır uyumamasının sebebi hastalık üstüne diş çıkarmasından denilip yine bir bahane bulunarak rahatlanıldı:)

 

 

Genel hal ve gidişat meseleleri:

Bu ay bayağı bildiğin küçük insan hareketleri sergileyerek bizi her gün şaşırttı Defne! Bunların kimisini büyük bir görmemişlik sonucu aşırı heyecanla, kimisini “Anaaam bunu da yapıyorsa yandık!” diye korkuyla, bir sürüsünü de “böyle davranarak bunu hakkettin, bittin kızın sen” diye Defne’ye yumularak karşıladık. Valla ne yalan söyleyeyeyim hiçbirini de sakinlikle karşılamadık:)

Mesela biz ona yemek yedirirken o da bize yedirmeye başladı. Ama öyle böyle değil. Kısasa kısas. Her lokma karşılıklı. Artık bilumum tükürükle harmanlanmış, tontik parmaklar arasında ezilmiş, yamuk yumuk parçalar bizim öğünlerimiz. Sonra her Türk evladı gibi “ekmekçi” olduğunu keşfetti önce. Hiçbirşey yemese önüne konan parçalanmış ekmekleri yiyordu. Birgün anneannesi ekmek yemesine kıyamayıp, önüne peynirli ıspanaklı börek koydu. Ben anne yemez boşver falan diye söylenirken, bir iki tadına baktı Defne, sonra ekmek parçalarını tektek yere atıp börekleri seçip yedi. Ha aynısının bir de lahmacun versiyonu var ki, elini tümüyle ağzına sokup yedi. Ekmekler yine yerde!

Mersin’e gidip hava da çok güzel olunca “sokak” ı keşfetti Defne. Aslında doğduğundan beri hava çok kötü olmadığı sürece hep çıkardık Defne’yi. Markete de gitti, eczaneye de alışveriş merkezine de, açık hava gezmesine de. Ama günün 8 saatini falan dışarıda geçirip, orada uyuyup, yemek yiyebileceğini, salıncağı, kaydırağı, bir sürü çocuklu park hayatını görünce coştu coştu. Bunlar bilahare Mersin yazısında…

Bir de inanılmaz taklitçi oldu. Karşısında balon mu şişirdin, hemen eline alıp, o da püfff diye üflüyor. Kaşıkla yemek mi yiyorsun, hemen kaşık istiyor. Hasta olup öksürüp öksürüp sonunda kusan kuzenini izleyip, sonra kendisi de öksürüp ööööööggggh diyor! Bilumum terlik ayakkabıyı ayağına geçiriyor, çorabını önce çıkarıp sonra giymeye çalışıyor. Saçını tarıyor. İki legoyu birbirine takıyor. Falan falan. Çok uzatmayayım zira her başarısını Nobel’e, her taklitini Oscar’a layık gördüğümüzden pek objektif olmayabilirim. Değilim:)

Mersin’e bir-iki Mersin’e bir-iki!

Güney iş için fuara gideceğim hem de teee Almanya’ya derse, siz de gelin isterseniz derse, ama ağzının kenarıyla söylerse, Tuba’yla Defne durur mu? Durmaz. Biz de gaza geldik “Ne işimiz var elin soğuk Almanya’sında. Biz de gideriz sıcacık Mersin’e. İki deniz görürüz, gözümüz gönlümüz açılır.” dedik. Dedik de, anne olmadan önce “Çocuk da yaparım kariyer de, üstüne tüm dünyayı da gezerim nolcaaaak, ben zaten rahat anne olacağım, çocuğum da benim gibi rahat olur.” diye bıt bıt konuşan “ben”in şimdilerde pek sesi çıkmıyor mu ne?!

Aldık uçak biletimizi, başladık hazırlıklara. Fiziksel olarak hazırlanmak neyse de içinde kırk tilki dönen kafayı hazırlamak mesele. Uçakta durur mu, yalnız nasıl olur, oturur mu, uyur mu, tek başıma bünye kaldırır mı diye kendi kendime gevezelik edip dururken “yuh” dedim kendime. Bir dur yaa. Okyanuslar aşıp Amerika’ya gitmeyeceksin. Hepi topu bir saatlik yolculukla Mersin’e gideceksin. Tilkileri kovaladım. Eski havalara girmiş halime dönmeye karar verdim. Çocuk da yaparım kariyer de, dünyayı olmasa da şimdilik yurtiçi gezmeleriyle idare ederim dedim. De benim kafa gel-git. Bugün böyle derim, yarın gamlı baykuş halime dönebilirim.

Demem o ki, uçakla bebeyle yalnız ilk seyahat için önerin varsa söyle, yoksa da bana şans dile!

Gez-dolaş-uyu!

Hani Defne’nin dişi çıkıyor ya, hani her huysuzluğu ona bağlayıp gönül rahatlığıyla “dişten canıııım” diyecektim ya, başlıyorum. Artık sallanmak istemiyor, yanına yatınca saç baş yolup, uyuyor, neyse canım, en azından nasıl uyuduğunu biliyoruz, bu da birşey tesellileri yaşamaya yeni yeni alışmışken ben, hoop vazgeçti! Bambam? Yok! Yanına yatalım? Yok! Kucakta? Yok! Dişten canııııım. Ebeveynlikte çare tükenmez diyerek Defne’yi açıkhava sarhoşu etmeye karar veren biz, attık kendimizi dışarılara pazar günü. Gittik Eymir’e. Bu Eymir ne ki diye merak ediyorsan, az biraz su birikintisi, yanına da iki yeşillik göreyim diyen Ankaralının pazar mesaisi mekanı. Aman tamam hakkını yemeyeyim severim Eymir’i. Gidersin, sucuk, balık yersin, iki bira içersin, motosiklet, bisiklet gruplarını görüp, “Küçükken benim de hayalim motosiklete binmekti, valla bak.” geyikleri yaparsın, ortamın küçüklüğünden ötürü, bazen keyfi bazen zorunlu epeeeeyce sosyalleşir gelirsin. Hayır, ortamda bir de 9 aylık bebe varsa, verirsin açıkhava, bol insan, köpek, ördek kaynaşmasını, arabada uyutur gelirsin. Oh mis.

İşte size Defneli bir pazar serüveni…

 

 

Defne her pazar olduğu gibi giyinip hazırlanıp, “Eee gezmeye ne zaman gideceğiz, farkındaysınız dişim çıkıyor, zaten sevmem uyumayı, bugün evde hiç uyumayacağım, haberiniz ola!” bakışları atmaya başlar.

 

 

“E hadi madem, tehditi de yedik, çıkalım o zaman” dememizle, hemen ayaklanır.

 

 

Sucuk-ekmek faslına ekmek yiyerek iştirak eder. (Yine anneme özel not: Hayır kuzuna sadece ekmek vermedik anne, kendi yemeğini de yedi!)

 

 

Buz tutmuş gölün üzerinde test sürüşü yapar.

 

 

Klasik “Eymir’e geldim, aha bu da buz tutmuş göl.” pozları verir.

 

 

Tek gözüm kapalı bile ikinizden de güzel çıkarım diye güne son noktayı koyar.

Maalesef bu hikaye böyle bitmedi. Dönüş yolunda, yerinde duramayıp kuduran Defne’ye yedikleri daha fazla eşlik edemedi. Çareyi benim üzerime, kendi üzerinee, arabanın bilumum yerlerine kaçışmakta buldu. Evet, bildiğin kustu. Kusunca o kadar minik o kadar minik oldu ki:(