Currently Browsing: Defne’den

2. çocuk mu? Yapın gari!

8 ay ne uzun bir zamanmış yahu! Ben burada seninle çene yarıştıramayalı, basket topu model ve büyüklüğünde göbeğim oldu. Güney az daha sabır sebat gösterse, bir de İnstagram falan diğer sosyal mecralar olmasa, bir gün tek çocuklu, bir gün iki çocuklu fotoğrafımı koyar, büyük sükse yapardım! Doğuma (kısmetse) 3 hafta kala, pislik olsun diye açtı sitemi kesin Güney, şurada iki hafta eğleneyim, arada iki arkadaşlarla muhabbet edip, 8 aydır nerelerdeydin diye öpüşüp koklaşayım, son bir hafta doğuruyorum manyaklığına gireyim, ondan sonra zızzzzzzttttttt… Sitemi açsın diye geceleri Güney’in kulağına üfürüyordum, yastıksız yatmaaa ölürsün, sitemi açmazsan sessizce gömülürsün falan diye, şöyle bir Azrail dürttü zannetsin, kendine gelsin niyetiynen ama dürtenin Azrail değil de ben olduğumu anladığı zaar. Baksana intikam çanları çalmaya başladı. İki hafta sonra diyecek ki “Noooldu, hani çok hevesliydin, hani yazacaktın, hani meşhur ve zengin olup beni boşayacaktın, hani David’le evlenecektin?!” Cümlelerini bir de el hareketiyle süsledi mi, değmeyin adamın keyfine! Kaldı şurada 3 hafta oolum, ondan sonra eteğimde iki çocuk, kafamda huni, bilgisayar ekranı boş boş bakacağım bir mecra olabilir ancak!

 

2.çocuğa nasıl karar verdiniz diyorlar.

Zamanı geliyor mu diyorlar.

İlk çocuğun zor zamanları  geçince hormonlar mı dürtüyor diyorlar.

Ohhh birinciyi kolayladın tabi, bebek kokusuna heves ettin değil mi diyorlar.

Ayyyy inanmıyorum, ben şu bir çocukla ikinciyi hayal bile edemiyorum, seninki demek ki kolay çocuk, baksana 3 yaş arayla ikinciye cesaret etmişsin, bizimki hala geceleri bazen bir kere kalkıyor, yemeğini kendi yemiyor, ay dışarıda pusetinde taş çatlasa yarım saat uyuyor, gezip tozmak çok zor oluyor diyorlar, pırasayla brokoliye bayılıyor ama ay kerevizle ıspanağı hayatta ağzına sürmüyor diyorlar, e tabi çocuğu da verdin daha 2.5 olmadan kreşe, senin tuzun kuru, yaparsın tabi 2. yi diyorlar.

İşte tam o anda taammüden adam öldürüyorum. Böyle soğukkanlılıkla. Tadını çıkara çıkara. Sonra gidiyorum, efendi gibi yatıyorum hapsimi. Sessiz, sakin. Elimde kitabım. Tatil gibi. Oh mis. Tabi hayalimde. Bu hamilelik hormonları bende ters işliyor. Böyle aşama aşama sevgi kelebeği, aşk böceği, etine ok girmiş boğa, Dexter oluyorum. Kimi öldürsem, kimi camdan itsem, sonra da ama ben hamileyiiim, göbeğimin sevimliliğine bakııııın, hep bu hormonlar, ah şu hormonlar demek istiyorum. Durum yargıya intikal edince, bilimsel bir geçerliliği olur mu acaba?

Yani diyeceğim o ki, Defne’yi uyutmak hala 1.5 saat.

Kitap oku. (3,5,10! Evet bazen 10!)

Masal anlat. (Temayı verecek. Gergedan, salıncak, boru, inek olsun içinde. Sen karanlıkta yarım saat uydur dur, sonunda uydurduğundan kendin kork, tam bitti derken, ama borudan bahsetmeyi unuttun desin! Yok canııım, kendi çocuğumu niye atayım camdan, töbee!)

Ninni söyle. (Ve o dandini dandini dastana nasıl remix olur gör! Defne yatakta ayağa kalkıp, çılgın danslar eşliğinde, şarkıya aman ninniye eşlik etsin, tam artık bayıldı yorgunluktan, ninni de bitti zaten derken, bostan ne, danalar niye girmiş, bostancı danayı nasıl kovmuş, sopayla mı vurmuş, danalar lahana sever mi, ben lahana sevmem… Ayyyyyyyyh!)

Dua et. (İçinden zaten devamlı suretle okuduğun üç gülhu bir elhamı, Allahım bana sabır, çocuğa uyku, bana sabır, çocuğa uyku, bana sabıııır kısmını dışından tekrar et. Gülhu, elham kısmı iyi ona eşlik yok da, bitince şimdi de yavruma nazar değmesin de, şimdi de çok mutlu olalım de, şimdi de bizi kötülüklerden koru de, kurtlar kötü mü, evimize geler mi, bizi yiyer mi, hayır evladım, 15. katta oturuyoruz, gelemez, bacadan girer mi, hayır çocuğum, onlar ormanda yaşar, Eymir orman mı, orman da annecim, kurtlar çooook uzak ormanda yaşar, tamam o zaman biz o ormana gidelim, çot merak ettim, manyak mısın la, hani korkuyordun, sus da uyu artık derken, anne, neeee çocuğum neeee, evladım demeyi unuttun!!!)

1.5 saati az bile demişim!

 

Gece desen.

1. saat. Annieeeea, geler misin, bugün parka gitmeyi unuttuk.

2. saat. Annieaaa, geler misin, susadım.

3. saat. Baaaaabaaa, geler misin, çişim geldi.

4. saat. Annieeeea, geler misin, rüya gördüm.

6. saat. Babaaaaa, geler misin, sırtımı kaşı.

Yorganım kedi gibi ayağıma değdi, bugün arkadaşım beni itti, aklıma konik birşey geldi, dondurma yemeyi unuttuk mu? İçerik çeşitli olabilir.

Yemek dersen, nunuşak patatis sevmiyom, yeşil ıspanak sevmiyom, ben çilek hiç yemiyom, eti babam yisin, pırasayı köpeklere verelim. Ne yiyelim peki çocuum? Küpte, mermicek, pilaf. Her gün. Her öğün.

Okul iyi ama bak, yalan yok. Ay aşkım bunu ben doğurdum, ne güzel doğurdum, ikinciyi de doğururum, hatta üçüncüyü de aşamasından, ulan bunu ben mi doğurdum, ayyynı babası, ne ikincisi, ben daha buna bakamıyorum anlarına geçtiğinde götürüp okula kakalayabiliyorsun.

 

Ee, o zaman ne halt etmeye girdin bu işe dersen, Güney’in gazı. Benim hormonlara birşey olmadı ama onunkiler bir aşamada coştu.

Aşkııım, hani biz hep kocaman bir ailemiz olsun istiyorduk, hani üç çocuğumuz olacaktı, hani ikisi bacağıma sarılacaktı da, üçüncü de omzuma binecekti, hani kızlarımızın saçlarını tarayacaktım, oğlumla bahçede top oynacaktık.

Evet yapacaktık, o zaman 21 yaşında, çok aşık, işsiz güçsüz ve salaktık.

Yine de kandım. İlla yapacaksak “total batak süresi” az olsun, araları çok olmasın dedim.

Bir de ayyy ikinci öyle kolay oluyor ki büyüdüğünü bile anlamıyorsun, pek rahatçıların gazına geldim. Yalansa dedikleri ıslak odunumu hazırladım, bir de şıpadak terliğimi. Biri ense köküne, biri ağzının ortasına. Yok canıııım, hiç çocuğuma olur mu? Elalemin.

Bu hamileliğimi de görünce Güney bile dedi ki, üçüncüden vazgeçtim, baksana çok zorlanıyorsun. Bir sevindim, aman da kocam kıyamadı dedim. Üçüncüyü ikinci hanımdan yapacakmış meğerse. Ben yorulmayayım diye. Seviyo oolum bu beni!

Öyle işte. Yazdım da yazdım.

(Not: Olur da birgün bu satırları oğlum da okursa, istenmeyen çocuk sanmasın kendini, nasıl sevgimle boğacağım hem Defne’yi hem Doğa’yı görsünler de, yeter ulan bırak yakamızı kadın desinler. Romantik olmayabilirim ama hala arada bir hisli mandayım. Çot seviyom ikinizi de. Sağlıkla gelsin, sağlıkla büyüsün, çok ama çok mutlu olsun hepimizin çocukları inşallah. Ah şu hormonlar!)

 

Cangama Reloaded!

Oh beee! Sonunda! Geri döndüm. Anlatacak onca şey varken, sus pus oturmaktan dilim şişti valla.

 

Artık üstün başarımı, milyorlarca takipçimle ilişkimi mi kıskandı, bir “selebriti” olup, Defne’nin elinden tutup, Doğa’yı şöyle Victoria Beckham gibi yandan belime oturtup, güneş gözlüğümle “cool” pozlar vereceğim, herkes bana hasta olacak, kendisine bakmayacak diye mi bozuldu, işteki performansım blogumla olan sıcak ilişkimden düşer diye mi taş koydu bilmiyorum ama kocam olacak sitemi sabote etti! Taaaa 8 ay önce. Her gün söylendim, laf soktum, dırdır ettim, haberi olmadan yastığını taş gibi sert yastıkla değiştirdim, bir gün brokoli, ertesi gün karnıbahar, öbürgün lahana pişirdim, ayakkabısına bilye, koltuğunun altına taş koydum, pantolonunu yüksek ısıda yıkadım, çorapları yanlış eşlerle birleştirip gizlice dolabına koydum, adam sarardı soldu, saçı beyazladı, kanı çekildi, psikolojisi bozuldu da bana mısın demedi. Düzeltmedi sitemi. Ne azimmiş arkadaş?! Niye kendin düzeltmedin diye sorma! Bu kadar şan, şöhret, komiklik, güzellik üzerine, kafam da o kadar çalışsa, hakkaten Victoria Beckham, ya da temizinden bir Jessica Alba olur, Güney yerine David’le evlenir, bebelerimi de Los Angeles sahillerinde gezdirir, tatile de 4 bakıcıyla giderdim. Güney’in şirketinde mimar olacağıma, tasarımcı olur, kendi defilemin sonunda, sağa sola soğuk gülücükler atardım.

 

Neyse ne.

Döndüm mü, döndüm.

Çenem açıldı  mı, açıldı.

Zafer benim mi, benim.

“8 aylık” konuşmam lazım şimdi. Kaldıramam diyen, canını seven şimdiden kaçsın.

Kendine güvenen de versin gazı, özledik desin, sensiz olmadı desin, seviyoruz desin.

 

Ha bu arada, Doğa mı kim?

Ohooooo, duymayan kaldı mı ki?

Anlatmasam çatlardım!

Defne kendi kendine şarkı söyler:

Mamur yağiyöööö

Seller akiyöööö

Abla kııızııı

Camdan bakiyöööö

Ve birden durur ve heyecanla bana döner:

Anne bu şarkıdaki kızın adı “Abla”ymış biliyo musun?

 

Baba anneye bir iyilik yapmıştır. Anne de babasına teşekkür için “gel öpeyim” der. Baba olacak adi insan ‘Ne yani, ben kuru kuru öpücükle yetinmem!” deyince, olaya seyirci Defne, konuya noktayı koyar.

Baba, kuru kuru öp, ıslak öpme, güzel olmaz.

 

Doğduğundan beri niyeyse uykuyu hiç ama hiç sevmeyen, her akşam uyumayacağım diye tutturan Defne’ye, güya pek akıllı(!) ana-babası, bir akşam der ki, tamam uyumayacağız, sadece dinleneceğiz. Bu fikir Defne’nin aklına yatar. Ve uyur. Ertesi akşam yatakta:

Anne ben uyumıcam da dinlenmicem de.

Peki der annesi. Sadece güneşi bekleyelim. Yine ikna olur. Uyur.

Ertesi akşam yatakta:

Anne ben uyumıcam da, dinlenmicem de, güneşi de beklemicem, uzanmıcam da, yatmıcam da, gözümü de kapatmıcam, hiçbişi bapmıcam!

Uyur mu? Uyumaz.

 

Anne, telefonla Başak’ı bir yere çağırır.. Defne de yanındadır. Başak On Kasım töreni için okula gittiğini söyler. Anne de ‘Aaa tabi ya, okuldasın şimdi, düşünemedim.’ der. Defne arkadan kıs kıs güler.

Bajak okula hiç gider mi yaa? Hiç öyle olur mu yaaa? Çocuklar okula gider. O büyük yaaa!

 

Annesi Defne’yi okuldan alır. Arkada koltuğunda oturan Defne bır bır bır konuşmaktadır. Yol gürültüsü ve göz temassız iletişim yüzünden anne konuya tam hakim olamamaktadır. Defne der ki:

Anne biz bügün okulda dego baptık.

Ne yaptınız?

Deeee-go.

Ne?!!

Degooo anne degoooo!

Haaa lego mu?

Eyeet. Ben anastör baptım.

Nöeeeey yaptın?

Aaaa-naas-tööör.

Ne?

Anastör.

O ne?

(Az önceki kendinden emin ses, biraz tereddüt eder.)

Asantör?

(Kendine güveni giderek azalır.)

Anassör?

Asansör olabilir mi?

Eyeeeeeettttt anne bildin!

 

Defne artık 2.5 olmanın sevinci içindedir. Herkese hava atarak ben iki buçuk oldum, büyüdüm der. Sınıfındaki Damla ise daha yeni iki olmuştur. Damla’ya o daha küçük, bilemiyor, okulda ağlıyor, ben ona söylüyorum, ağlama okulda aynacağız, sonra annelerimiz gelecek diye akıl veren Defne, bu sabah o pek küçük bulduğu Damla’nın artık iki olduğunu gerçeğini bir daha farkeder.

Anne, hani ben ikiydim de şimdi iki buçuk oldum ya.

Evet Defne.

Ama ben çüçük iki diildim. Bebekken de iki değildim. Damla çüçük iki, ben büyük ikiydim.

 

kurabiye

Defne annesine durduk yerde sorar.

Anne biz neden pastaneye gidip, turabiye yemiyos? Ben yanında kahve içerim, sen ne içersin?

Anne şoka girer. Yine de giderler. Gelen garsona Defne sipariş verir:

Biz turabiye yiycez, bi de kahve içcez. Ben sıcak içebiliyom ama bana uygun sıcak içebiliyom. Bana uygun bapar mısın?

 

 

 

 

İşler Güçler

Şimdi ben çok işim vardı, çok çalıştım, fuara koştum, proje yaptım, yurtdışına gittim, teklif verdim, bir türlü vakit bulamadım,  buralara iki satır yazamadım diyeceğim, sen de içinden ohhhh madem o kadar çok çalışıyorsun, o zaman paraları çuvallara dolduruyorsun,  bir ara buluşalım da, sen de eşek değilsen aç çuvalın ağzını, paraları çıtır çıtır yiyelim diyeceksin. Ah be güzelim nerdeee? Bizimkisi kişisel tahmin.

Eveeet, bu girizgahı niye yaptım? Madem parayı çuvala doldurmuyorsun, neymiş bu motivasyonu sağlayan kişisel tatmin diye sor sen, sor ki ben de totom tavana değerek diyeyim ki, hohooo, yurtdışına fuara, ülkemizi temsilen Türkiye delegasyonu olarak gittik, aman bir ikramlar, bir ağırlamalar. Hayır zaten topu topu 6 kişi davet etmişler, dördü bizim en az iki kat yaşımızda. Öyle de havalıyız! Dört yıl öncesine kadar hayalim, apartmana kapıcı olmak, bütün gün kapının önünde oturup, çekirdek çitleyip, gelen geçen kızlara, yok totosu büyük, yok boyu kısa, yok şu 3. kattaki oğlan da bunda ne buluyorsa diye dedikodu yapmaktı. Dört sene önce Yaşamkent’e taşınınca “banliyö” hayatımız gereği, kapının önünden pek kimse geçmez oldu. Sucuyla, kargocuyu da çekiştir çekiştir nereye kadar. Tam da o aralar, mahallemizin 60 yaşındaki kadın muhtarından ikametgah almak için 1.5 saat bekleyip, bilgisayarda harflere tek tek basışını, o arada Güney’le tanıştığımız güne inecek kadar derin muhabbetimizi görünce, ulan bu kadın bile yapıyorsa, ben alasını yaparım, bilgisayarı da on parmak kullanırım, millet hizmet görsün diye hedef büyütüp mahallenin ‘genç kadın muhtar’ ı olmaya karar verdim. Dört yıldır, hedefime ulaşmak için gizliden gizliye çalışmaya başladım. Her komşuya kadını kötüleyip, ahhh ahhh kadınların muhtar olması pek güzel ama bir de bizim gençler olaya el atsa diye kulaklarına kar suyu kaçırdım. Bir ara Güney dürttü beni, hani o kadar  okudun, master yaptın, biraz mimarlıkla ilgili hayaller kursan diye. Ayağımın dış tarafıyla tepeledim. Onu da, hayallerini de.

Ama bu delegasyon hikayesi beni gaza getirdi. Tam totom yere inmemişken, bizim kapı, pencere işleri için Ankara’da Yapı Fuarı’na katıldık. Fuar dediğin ilginç şey. Sana dört duvar, yer beton veriyorlar. Sen üç dört gün gece gündüz deli gibi çalışıp, ustalarla aynı işi yapıp, günde üç öğün kıymalı pide yiyip, ulan banyo yapmak diye birşey vardı, nasıl da lüks, nasıl da arındırıcı birşeydi diye geziyorsun. Dört günün sonunda banyoyu yapıp, en pahalısından fönü çektirip, tırnaklara kırmızı ojeyi basıp, topukluları çekip, tıkkıdı tıkkıdı gidiyorsun fuar alanına mini eteğinle.  Neyseki diğer standlardaki insanlar iş dünyasının kibar mı kibar insanları da biri de çıkıp da ‘Anaaa sen dünkü amale değil misin? Bir İstanbul Masalı’nın Esması gibi bir gecede şekil değiştirmişsin’ demiyor. Sadece arkandan dedikodu yapıyor. Fuar standını, stand firmalarına yaptıranlar bizim gibi değil tabi. Ama her işini kendi yapma meraklısı bizim gibi manyaklar için olay bu.

stand

Tamam için şişmiş olabilir ama, sakın okumayı bırakma. Bak en heyecanlı yerine geldik. Fuarın ikinci gününde, akşamüzeri 4 olmuşken saat, benim prensesliğim buraya kadarmış arkadaş diye, topukluları çıkarmaya niyet ettiğim anda, elinde ödülümüzle fuar yetkilileri geldi! Müthiş zamanlama! Zaten boy 1,60, topukluyla ola ola 1,70 olmuş, onu da çıkaraydım, fotoğraflarda, havalı fuar yetkilisi kadınların arasında yer elması gibi poz verecektim! Aldık en iyi stand tasarımı ödülümüzü, ne amelelik kaldı, ne birşey! Aynı topukluluyla o akşam yemeğe bile gittim de, kıymalı pide değil, ahtapot yedim!

İyi mi oldu? Yok. Zira fena hedef büyüttüm. Zengin olamayabilirim ama yakın zamanda ‘Genç İşadamları Derneği’ nin genç kadın başkanı olacağıma inancım tam. 3-5 seneye de Galatasaray’ın asbaşkanı oldum mu, başbakanlığa kaldı bir adım! Derneğe bir üye oldum mu, bir de orası şehrin taa öbür ucunda diye gitmeye üşenmedim mi, seneye başkan benim, haberin ola. Tüm günü topukluyla geçirme çalışmasına şimdi başlarsam da, seneye Ukraynalı hemcinslerimle topukluyla koşma yarışmasına bile katılırım! O kadar söylüyorum.

Sen üstün(!!!) başarılara imza atarken, kızı naptın diye sorarsan, pek iyi yaptım. Kah ananesi baktı, kah babaannesi. Ohhh pek rahattım. Akşam gel eve, giyinmiş süslenmiş, kız okuldan alınmış, karnı doyurulmuş, masada yemek hazır, doyur karnını, kızla biraz oyna, kudur, hoop uykuya.  Çocuk da yaparım, kariyer de yalanmış oolum! Biri çocuğuma bakarsa, hedefim başbakanlık. Yok başbakan sen olacaksan, ben paşa paşa evimde çocuğumu büyüteceğim. Aman zaten verdin el kadar çocuğu da tam gün okula, bir de çocuk bakıyorum diye hava atıyor diyorsan arkamdan, pek yakında o ‘verdin’ kısmı anılarımla bunaltacağım seni!

 

Defne 29 aylık!

29ay

Defne’nin okula başlama süreci, arada bir hafta azıcık gezmeyle karışık, aslında iş için İtalya seyahati, maaile geçirilen bir bayram… Anlatacak çok şey vardı. Var. Heves yok. Yoktu. Okula gitmeyeceğim krizleri devam ederken, bizim aylar öncesinden belli olan İtalya seyahatine gitme zorunluluğu, Defne’nin dönüşte bu bir haftanın acısını fena çıkarması  falan derken, zamansızlık, keyifsizlik.

Falan filan neyse işte…

Döndüm sonunda.

Bu arada Defne 29 aylık oldu.

On beş gün öncesine kadar “Ayyy ne krizi, ne sendromu, denmez öyle 2 yaş krizi falan, ne o öyle hastalık gibi. Çocuğumuz büyüyor, kişiliği gelişirken, bazı şeylere net tavırlar koyması normal, bu süreçte biz de gelişiminee destek vereceğiz. Hasta değil çocuğumuz, sadece büyüyor.” culardandım. Ya da öyle olmaya çalışıyordum. Şimdi doğal ebeveynlik moda, kitaplar, psikolojik yaklaşımlar falan hikaye oldu ya, ben de eksik mi kalacaktım, dışarıda mı yere mi attı kendini, “çüş artık, daha neler, alsana çocuğunu yerden, hem de öyle bağırtarak ağlatılmaz çocuk”cu teyzelere inat, ağla evladım, içini dök, geçince gelirsin, sarılırız, büyüyorsun bunlar çok normal diyordum. Dışarı donla mı çıkmak istiyor, tabi çocuğum kendi seçimin, 5 derece sıcaklıkta donla sokağa çıkmayı seçebilirsin, sonunda toton donar, ama sen seçiminin sonucunu deneyimlersin ve böylece öğrenirsin diyordum. Yok be tabi ki atıyorum, kızıyordum, sinirleniyordum, bağırıyordum ama en azından cinnet geçirmiyordum!

Tam iki hafta önce anladım ki evet bu iki yaş krizi, iki yaş sendromu! Evet bu hastalık değil, bu direk delilik!

Bugüne kadar gördüğüm inat, inat değilmiş. 2 yaşında bir velet, bile isteye, insanın gözüne baka baka onu delirtmek isteyebilir ve bundan keyif alabilirmiş!

 

Giyinmem krizi. 1.5 saat.

Nü şekilde TV seyretmenin keyfi başka nerede olabilir?

 

Banyo yapmam krizi. 1 saat.

Bir hafta banyo yapmazsam saçlarım harika  şekil alıyormuş. 

 

Banyodan çıkmam krizi. Yarım saat.

Madem girmem bir hafta sürdü, çıkmam 15 dakika sürecek değil ya!

 

Toka takmam krizi. 1 saat.

Yemek yerken saçım içine girmezse, sulu boya yaparken saçlarım da boyanmazsa, oyun hamuru kafamın derinliklerine işlemezse, banyodan saatlerce çıkmamamın ne anlamı kalır ki?!

 

Uyumam krizi.

Zamanla ölçülemez!

 

15 günlük yoğun programdan sonra, haftasonu itibariyle yavaşlatılmış programa geçti neyse ki. Bünye günde 6 saatlik kriz kotasına alışınca, daha azıyla yetinemiyor valla. Yatakta 2 saatlik bezdirmek suretiyle uyutma programı, 45 dakikaya düşünce, bir kurtlanıyorum da kızı dürtüp uyandırasım geliyor, nooolduu, bugün erken bayıldın diye.

İki yaş krizi 2 ila 3 yaş arası seyredecekse, ilk altı ayı hafif geçirdik ya, onun keyfindeyim şimdi.

Ay kriz demek yoktu ama. Büyüyor çocuğum. Anasını delirtmezse, babasını zıvanadan çıkartmazsa, donla dışarı çıkmazsa, paltoyla yatağa girmezse nasıl öğrenecek sınırlarını.

Sen böğürerek ağla aşkım, ben yanında mal gibi beklerim, sarılmak istiyor musun diye sorarım, daha çok böğürürsen, tamam, anladım, şimdi sarılmak istemiyorsun, sen isteyene kadar yanında sessizce bekleyeceğim, ağlayıp açılınca gelirsin, ben de sana sürekli “tüm manyaklığına rağmen” demeden, seni seviyorum derim. Orada otururken de papatyadan fal bakarım sakince. Camdan tek başına atlamak, camdan seni yanıma alıp atlamak, camdan ailecek atlamak,  camdan tek başına atlamak, camdan seni yanıma alıp atlamak, camdan ailecek atlamak… Yok canııım olur mu öyle şey, ruh hastası mıyım ben? Büyüyorum sadece, benim de kişiliğim gelişiyor.

Ayy anlattım anlattım da rahatladım valla. Bugün hiiiç camdan atlayasım kalmadı. Hem 9 gün tatilden sonra, okula da ağlamadan hatta isteyerek gitti ya, keyfim çok yerinde aslında oolum! Ama söylenmek de anneliğin şanından. Söylenmeyeceksem niye doğurdum?!

Bundan sonra gelsin okul yazıları!