Currently Browsing: İlkler

Defne 11 aylık!

Defne 11 aylık oldu! 1’e 1 var artık… Daha önce bahsetmiştim galiba, bir yerde okumuştum, bizim sıpalara 1 yaşına kadar “bebek”, 1 yaşından sonra “oyun çocuğu”deniyor diye. Bu kafamda nasıl bir yer ettiyse, lüzumlu lüzumsuz hortlayıveriyor.

Bizim Güney’le, Defne’ye söylüyormuş gibi birbirimize laf anlatma, duruma göre laf sokma, yeri gelirse çemkirme adetimiz var. Çok kullanışlı bir iletişim yöntemi, tavsiye ederim. Misal ben Defne’ye yemek yedirmeye uğraşırken Güney gazete mi okuyor, “Kızııım, baban da animasyon konusunda bayağı kötü bu aralar, yemek yemene hiç yardımcı olmuyor, değil mi?” diye laf atabiliyoruz. Gazeteyi bırakarak söylenerek animasyona başlıyor Güney. Ya da  ben koltukta 5 dakika oturup Tv’de gerçekten 5 dakikalığına birşey mi seyretmeye çalışıyorum, başlıyor Güney: “Kızııım, annen de iyiden iyiye TV bağımlısı oldu, sen böyle olma, emi.” diye.

Konu dağılıp gitmedi merak etme, bak şimdi nasıl bağlıyorum birbirine.

Bu sabah üçümüz klasik yatak keyfimizi yapıyoruz. (Güney ve benim için keyif tabi, Defne ne der bu duruma bilmiyorum.) Öpüyoruz, sıkıştırıyoruz, mıncırıyoruz, o arada Defne’yle de sohbet halindeyim.  “Sen bugün 11 aylık oldun, 1 ay sonra bir yaş. Kocaman oldun. Abla oldun. Bak artık dediklerimi anlıyorsun, geceleri daha az uyansan, yatağında uyusan” falan filan diye bilinçaltına “büyüdün artık, uyu evladım” mesajını işlemeye çalışıyorum. Birden telaşlandım, “Eee, sen şimdi 1 ay sonra bebek olmayacak mısın artık, çocuk mu olacaksın, bence 2 yaşına kadar bebeksin” diye başladım çoşmaya. Neyseki Güney hemen müdahele etti, “Kızııım, bak annen uykusuzluktan kafayı yedi, neye saracağını şasırdı, kavramlara takıldı kaldı, kitapların ne dediği farketmez, sen istediğin kadar bebek olabilirsin, ha bir de uyu emi” diye. Al sana 1 yaşına kadar düşünecek 2 soru:

1. 1 yaşına gelse de Defne bebek olsa olur mu?

2. Gerçekten uykusuzluktan kafayı  mı yedim?

Sorulara cevap olur mu bilmem ama işte 11. ay gelişmeleri:

Yeme-içme mevzusu:

10. aydan fazlası var, eksiği yok! Bu ay yemekleri daha “anne yemeği” gibi pişirmeye başladım, tabi Defne’ye uygun şekilde.  Şurada da anlatmıştım. Faydası oldu sanki.  Yemekleri tatma konusunda hevesli, ama yemek konusunda aynı fikirde değil. Sahanda köfteden, semizotu yemeğine kadar geniş bir menüyle hizmet vermeye çalışsam da yeme-içme meselesinin özü gelip gelip animasyona dayanıyor.  Yani animasyon ne kadar renkli ve çoşkuluysa, yeme kapasitesi o kadar iyi! Sen de uğraş dur, yok enginarı da tatsın, yok bu hafta brokoli yemedi diye! Menüyü genişleteceğime , animasyona mı yüklensem acaba?

Emekleme-yürüme mevzusu:

Veee, sonunda “Emeklemeye hevesi var ama yeteneği yok” diye dalga geçtiğim Defne beni utandırdı ve emeklemeye başladı. Henüz devletin koyduğu hız sınırlarına uygun seyahat etse de yakında Eskişehir yolunda yarış yapan ergenlerin hızına yetişeceği kesin!

Yürüme konusunda ise dışarı çıktığımızda Güney’le bana iki elinden tutturup ortamızda yürüyor, boşta kalan bir elimizle de arabasını sürüyoruz diyeyim sen anla durumumuzun vehametini. Herkes “Ayyy ne tatlı, şuna bak” falan diye seviyor ya madem çok tatlı al iki tur da sen gezdir kaplumbağa hızıyla da, biz de şurada bakalım yeni sezonda ne varmış Zara’da Mango’da demek istiyorum. Maalesef iç sesinle dış sesin her zaman aynı şeyi söyleyemiyor, susuyorum!

Ha bir de arabasını kendi sürme isteği çok erken başgösterdi. Durum fena!

 

Uyuma-uyumama mevzusu:

Yazının başını okuduysan durumumuzu anladın zaten. Çoktan uyku arkadaşı yaptığı ve bir türlü vazgeçiremediğimiz saçlarımı yola yola uyuyor! Ama hakkını yemeyeyim, saçımı yoldurmadan uyutmaya çalışırsak 11’lere kadar duran Defne, saçımı yolmasına izin verince 9 buçukta falan uyuyor. Emmeyi bıraktıktan sonra gece beslenmesine alıştırmayın fırsat bu fırsat demişti doktorumuz ve Defne de onu dinliyor gibiydi. Ta ki bizim bu duruma sevindiğimizi görene kadar. Bu akşam iyi yedi uyanmaz dediğimiz her akşam, uyanıp süt içmek istiyor, ayy çocuğum aç yattı manyaklığı yaptığım günlerde de totosunu devirip uyuyor. Aman ne var bunda gece uynaıp süt içecek tabi ki, bebek bu diyenler size sesleniyorum. Defne biberon almıyor, yataktan kalkıp sütü hazırlayıp, tatlı kaşığıyla dilinin ucuyla ite ite bir fincan sütü sen içir de görelim!:)

Bir de 3 gün önce ilk yataktan düşme olayını yaşadı Defne, not düşmeden olmaz. Bu aya kadar hala yatağında yatırmayı beceremediğimiz Defne, bizim yatakta yastıktan yaptığımız bariyerleri aşıp yere düştü! Allahtan önce yastık düştüğünden hafif bir iniş oldu, kendine birşey olmadı çok şükür. Ama yatağına geçirme zorunluluğunu bir kere daha hatırlattı bize. Bir gece denedik, 2.5 saat uyanık kaldık, 2. gece gözümüz yemedi, 3. geceye bakacağız artık! Barikatlarımız da siperlerdeki kum torbaları kıvamına geldi bu arada, yatak değil mevzi sanki!

Diş mevzusu:

Yeni diş yok ama eski iki dişi selvi boylu oldu! E bir de ağız sağlığına önem verdiği için dişlerini fırçalamaya başladı. Tabi bugüne kadar bildiği tek fırça, saç fırçası olduğu için, diş fırçasını önce saçına sürdü, sonra öğrendi ama bu defa da saç fırçasını ağzına alıyor! 🙂 Bazen öyle bir şey yapıyor ki Defne “Vay be diyorum, bu kız çok akıllı, bacak kadar boyuyla neler biliyor,” hemen Nobel hayalleri faslına geçiyorum, bazen de böyle işte. Şapşal:))

Genel hal ve gidişat:

Dün akşam biz yemek yerken salatalık, ekmek hiçbirşey kar etmedi, illa bizim yemeği istedi. Koydum kabına bulgur pilavını, verdim eline tatlı kaşığını. Önce epey bir karıştırdı, oynadı, elini tutup göstermeye çalıştık, umursamadı, sonra biz sohbete dalmışken baktık, kaşıkla ağzına götürüp götürüp yiyor! Bir süre sonra kaşık kesmedi, attı aşağı, soktu elini başladı öyle yemeye. En sonunda o da yetmedi geçirdi tabağı ağza kuçular gibi yedi pilavı:) Sevinç, kahkahalar, aman da aman benim kızım büyümüş de kendi mi yemiş faslı bitip baba-kız salona geçince gerçekler tokat gibi çarptı yüzüme! Sen hiç mama sandalyesinin kıvrımlarının arasından bulgur tanesi temizledin mi? Bence deneme.

Sokak favori mekanı olmaya devam ediyor Defne’nin. Salıncak, başka çocuklar, bilumum su birikintisi, çamur, içinden toprakları alıp ağzına atabileceği yükseklikteki saksılar, sokak köpekleri en sevdikleri!

Minik de olsa bir kaba birşeyler doldurup boşaltmak, kutusunun içindeki bir kremi çıkarıp geri koymak, düğmesine basarak müzik çalan oyuncağını açıp çalan müzikte kafa sallayıp dansetmek, hatta 4 şarkı seçeneğinin arasından en sevdiği gelene kadar bir daha bir daha basmak, minik toplarını minik deliklerinden geçirmek, topu bana ver gibi cümleleri anlayıp canı isterse uygulamak, çoraplarını önce çıkarıp, sonra 10 dakika giymeye uğraşmak, bulduğu herkesin kafasına toka takmaya çalışmak gibi yetenekleri de var bu ay. Uzun vadede hangisi işimize yarar bakacağız artık!

 

 

Emeklemek mi? Çocuk oyuncağı!

10.5 ay sonra aklına ne düştüyse, yürüme hatta koşma kıvamındayken, 11. ay postası gelip de yine anası olacak kadın “Emeklemek mi? Yooook, yok, bu kızın emeklemeye hevesi yok!” diyemesin diye mi artık, yoksa “Yaa Bart Simpson’ın kardeşi gibi totosunu sallaya sallaya emekleyen bir bebemiz olmadı” diye yaptığım dedikoduları duyduğundan mı, yoksa bu hayatta herşeyi yaşamak lazım, bebeksem bebekliğimi bileyim, yürümeden az da olsa emekleyeyim mi dedi bilemiyorum ama sonuç: Defne geçen perşembe emeklemeye başladı. İşte kanıtı:

Tamam, biraz yavaş olabilir. Acemi daha. Araba kullanmaya başladığın günü hatırla, 140’la gitmiyordun dimi ama!

Bir mutlu bir mutlu. Birşeye ulaşınca geri atıyor ki, öyle yeni hevesmiş de boşa emekliyormuş gibi görünmesin, gerçekten işi varmış havası olsun!

Evet, parkede gidemiyor. Şimdilik. Dalga geçmeyelim lütfen! Hem parkede çok zormuş emeklemek. Dene bak!

Hediği yedik!

 

3. aydan beri bir gün bile geçirmedik “Dişi çıkıyor” demeden. Huysuzluğa bahane, akan salyaya güzelleme, herşeyi kemirmeye söylenmeme derken gelmedi de gelmedi o dişler! 9 ay bekledik! Eee o kadar bekleme de sağlam bir kutlamayı haketti. Öyle diyorum da yola sağlam bir kutlama olsun diye çıkmadık tabi, şunun şurasında 1.5 ay sonra doğumgünü var, abartmadan, aile arasında, küçük bir kutlama yapalım, hevesimizi doğumgününe saklayalım dedik. Sonuç mu? Alın, bakın.

Baştan herkese not: 1. Vay efendim, fotoğraflarda benim gözüm kapalı, yok ağzım açık, kenarda kalmışım, profilim iyi çıkmamış falan filan dinlemem! 30 kişiyle fotoğraf çekip, içinden seçip şuraya koymuşum daha ne!:)

2. Bu yazıda çoook fazla fotoğraf olacak, artık idare ediverin. Söylenmeyin.

Cumartesi günü öğlen saat ikide başlayacaktı kutlama. Defne uyur uyanır yemeğini yer, keyfi yerinde olur diye planları yaptık. Daha önce bahsetmiştim, uykuyu hiç de sevmeyen Defne her saatli program öncesi uyur! Bu geleneği bozmamak adına kendisi bir önceki gece 1-3 arasını uyanık geçirip sabah da telafi etmek için 2 saat geç uyandı! E tabi herşey 2 saat kaydı. Defne 2’de uyudu:) 30 kişi 2’de toplandık, yedik içtik, sohbet ettik, hanfendinin teşrifini bekledik. “Aaa o gürültüde uyuduysa çocuk, ne güzel, maşallah” diyeniniz varsa boşuna heveslenmesin, Defne babaannesinde mutlak sessizlik içerisinde güzellik uykusundaydı efenim.

Bu hayatta bir 50 yaşını geçip emekli olmak, bir de anne olmak kadın milletine garip bir enerji veriyor arkadaşım! Bugüne kadarki hayat felsefemi “Neyse parası verir yaptırırım, param yoksa da olmayıverir otururum öyle” tembelliği üzerine inşa etmişken anne olduktan sonra onu da yapayım, bu da eksik kalmasın diye bana bir gaz geldi ki sorma gitsin. Hah işte o gelen gazla başladım 15 gün önce süslemeleri hazırlamaya. Davetiyeler, ponponlar, yemek kartları, pipetleri bile süsledim o derece!

Yemek faslına babaanne, büyükanne, Mersin’den sarmalarıyla anneanne bile iştirak etti, bir ben iştirak edemedim:) Ben de tasarımdan sorumluydum canım!

 

 

 

 

Herşey tamam, herkes geldi, başladık Defne’yi beklemeye… Güney’le eli yüzü düzgün tek fotoğrafımızdır kendisi. Lütfen itinayla bakınız.

 

 

Artık saat 4 olmuştu ki Defne teşrif etti. Herkes partiye ev ayakkabısını getiriyor diye duymuş olacak ki kendisi de ev ayakkabıları elinde geldi! Karşısında fotoğraf makineli 30 kişilik bir basın ordusu görünce bir miktar şaşırdı tabi. Ama hemen alışıp tadını çıkarmaya başladı. Evet, kendisi bronz. Mersin’de deniz sezonunu açtı ondan böyle havalı kızım ya da salıncak yanığı da diyebiliriz kısaca:)

 

 

Hemen heyecanla beklediğimiz aşamaya geçtik. Meslek seçimi. Masaya, mimarlık için pistole, mühendisliklerin tamamı için scientific calculator (hesap makinesi de öyle grafik falan çizeninden, havalı yani), doktorluk-eczacılık için Rennie, aşçılık için kepçe, modacılık için makas, güzellikle ilgili bilumum şeyler için ayna ve tarak, Güney’in kereste müdürlüğü tahtının varisi olmak için ahşap fil, hangi işi yaparsa yapsın patron olsun diye kaşe, öğretmenlik için kalem, bir çeşit Ali Ağaoğlu olsun, gayrimenkul zengini olsun diye ev anahtarı koyduk. Çok kararsız kaldı kızım. Bir ona uzandı vazgeçti bir buna. Düşündü düşündü, sonunda gayrımenkul zengini olmaya karar verdi!:)

 

 

Sonra başladık bitmek bilmeyen fotoğraf çekme faslına:) Ortamda durmadan konuşan küçüklü büyüklü 30 kişi bir de sürekli hareket eden bir bebek varsa fotoğraf çekmek çok zor işmiş çoook!

Anneyle,

 

babayla,

 

 

babanneler, dedeler,amcalar, halalarla,

 

 

bilumum amca, teyze, dayı, halalarla (kimin ne olacağına Defne büyüyünce karar verecek, zira hepsi ana-babanın yakın arkadaşı kadrosunda henüz:))

 

 

amca, yenge, kuzenlerle,

 

 

fotoğraf çektik de çektik. Çok yorulduk ama değdi:)  Geçtik hediye açma faslına. Bir sürü hediyeleri vardı Defne’nin. Elbiseden şapkaya, diş kurabiyesinden oyuncağa kadar. Herkese kendisini öptürmek suretiyle teşekkür etti Defnecik.

 

 

Bir de adettenmiş dişi çıkan çocuğa bakır tas hediye edilirmiş. Dişleri bakır gibi sağlam olsun diye.  Kendisinin asli görevi banyoda su dökmek olsa da Defne’nin ellerinde davul olarak görevini icra etti. Tası da tamam olduğuna göre inci gibi sapasağlam dişleri olur inşallah Defne’nin.

 

 

Hani pipetleri bile süslemiştim ya, neyseki boşa gitmedi, günün sonunda Güney pipetle üfleyip saçlarını dağıtarak Defne’yi epeyce eğlendirdi. Demek ki neymiş süslü pipet şartmış!

 

 

 

Defne her ne kadar dişi yerine dilini göstermeyi tercih etse de herkes sözümüze güvenip Defne’nin 2 dişi olduğuna inandı.

Gün bitti.

Söylemeden geçemeyeceğim,

Seviyorum kız seni!!

Anneanne, dede, teyze, kuzen aynı performansı sizden de doğumgününde bekliyoruz ona göre:))

 

 

Defne 10 Aylık!

 

Geçen pazartesi Defne 10 aylık oldu! Mersin’de olduğumuz ve her dakikamız harala gürele geçtiği için ancak Ankara’ya dönüp, işe geldiğim şu an yazabiliyorum:)

Bu 10. ay pek olaylı geçti! Defne emmeyi bıraktı, ikimiz bir cesaret tek başımıza Mersin’e seyahete gittik,  ilk defa uçağa bindi, yeni tatlar denedi, hasta oldu, uyku düzeni değişti…Hadi bir ucundan başlıyorum anlatmaya.

Yeme-içme meseleleri:

Bu konuda Defne’nin kafası çok karışık çoook! Emmeyi bırakana kadar Defne için sabah öğle yemekleri ve ara öğünler vardı. Akşam yemeği emmek olunca hem doymaya hem de sakinleşip uyumaya bahaneydi. Eee emmeyi bırakınca noldu? Tam uykusunun gelmeye başlayıp huysuzlukların başgösterdiği saatlerde bir Defne’yi doyurma cangaması başladı ki sorma gitsin! Çeşitli animasyonlar (ekip sürekli değişiyor, Güney’le başlayıp, yetmeyince karşı daireden amca desteği, olmadı babaanne-dede, Mersin’deyken anneanne-dede-kuzen) eşliğinde türlü yemekler deniyoruz yedirmek için. Animasyon dediysem, hafife alma, geniş düşün! Üsküdar’a giderken şarkısından, Çikita muz dansına, kulağa askı takıp düşürmekten, halay çekmeye kadar! Birgün animasyonla pirinçli muzlu gece maması yerken, öbür gün şiddetle mamayı reddedip sakince ev yapımı lahmacun yiyor. Tutarlılık sıfır!

 

 

Emekleme-yürüme meseleleri:

Emeklemeden umudumuzu keseli çok oldu aslında. Yürüme-koşma meseleleri demek daha doğru! Artık hiçbir şekilde kucağımızda durmak istemiyor. Sürekli ellerinden tutup yürüteceksin. Birşey ilgisini çekince kafayı öne eğip o tarafa doğru koşuyor bile! İnanmazsın hep de birşey ilgisini çekiyor! Bu yürütme-koşturma işi zor zanaat. İnsanda bel, sırt, omurga sağlığı falan kalmıyor. Bu çocuk işini 20 yaşında halletmek lazımmış arkadaşım. Bu kadar atraksiyon için bildiğin yaşlıyız artık!:) Ha bir de tükürdüğümüzü yalama etkinlikleri kapsamında yürüteç de aldık Defne’ye. Ama güvenli olsun diye alt tarafı çok geniş olduğundan çekmecelere, dolap kapaklarına, televizyona, su sebiline falan uzanamıyor ya pek sıcak bakmadı hanfendi kendisine! İki büklüm yaşamaya devam!

Uyuma-uyumama meseleleri:

10. ay geçti diye birden değişip melekleeeer gibi uyuyacak hali yok heralde! Çok gelgitli günler ve hata geceler yaşıyoruz bu konuda çoook! Emmeyi bırakınca, ilk geceler uyanınca ne yapacağını şaşırdı. Tabi biz de. Uyuyalım? Yok! Oyun oynayalım? Yok! Yemek yiyelim? Yok! Ağlamalar, bağırmalar…İlk geceler böyle geçti. Bir hafta falan sonra birden bir sakinlik geldi gecelere. Biz de bir umut, bir heyecan, bir bayram havası. Acaba dedik, artık uyanma bitti mi dedik, 10. ay mı büyülü ay dedik, büyüdü mü dedik. Dedik de araya hastalık girdi, Mersin seyaheti girdi, bir de bu araya 2. dişi sıkıştırıverdi. Gerisini anlatmama gerek yok heralde. Ama yine de hakkını yemeyeyim, azıcık düzeldi sanki. Azıcık.

Diş meseleleri:

Ağzında 1 aydır arzı endam eden, boy atan ilk dişinin yanında 22 Mart itibariyle 2. dişi belirdi. Tarafımızdan sevinçle karşılandı. Bir haftadır uyumamasının sebebi hastalık üstüne diş çıkarmasından denilip yine bir bahane bulunarak rahatlanıldı:)

 

 

Genel hal ve gidişat meseleleri:

Bu ay bayağı bildiğin küçük insan hareketleri sergileyerek bizi her gün şaşırttı Defne! Bunların kimisini büyük bir görmemişlik sonucu aşırı heyecanla, kimisini “Anaaam bunu da yapıyorsa yandık!” diye korkuyla, bir sürüsünü de “böyle davranarak bunu hakkettin, bittin kızın sen” diye Defne’ye yumularak karşıladık. Valla ne yalan söyleyeyeyim hiçbirini de sakinlikle karşılamadık:)

Mesela biz ona yemek yedirirken o da bize yedirmeye başladı. Ama öyle böyle değil. Kısasa kısas. Her lokma karşılıklı. Artık bilumum tükürükle harmanlanmış, tontik parmaklar arasında ezilmiş, yamuk yumuk parçalar bizim öğünlerimiz. Sonra her Türk evladı gibi “ekmekçi” olduğunu keşfetti önce. Hiçbirşey yemese önüne konan parçalanmış ekmekleri yiyordu. Birgün anneannesi ekmek yemesine kıyamayıp, önüne peynirli ıspanaklı börek koydu. Ben anne yemez boşver falan diye söylenirken, bir iki tadına baktı Defne, sonra ekmek parçalarını tektek yere atıp börekleri seçip yedi. Ha aynısının bir de lahmacun versiyonu var ki, elini tümüyle ağzına sokup yedi. Ekmekler yine yerde!

Mersin’e gidip hava da çok güzel olunca “sokak” ı keşfetti Defne. Aslında doğduğundan beri hava çok kötü olmadığı sürece hep çıkardık Defne’yi. Markete de gitti, eczaneye de alışveriş merkezine de, açık hava gezmesine de. Ama günün 8 saatini falan dışarıda geçirip, orada uyuyup, yemek yiyebileceğini, salıncağı, kaydırağı, bir sürü çocuklu park hayatını görünce coştu coştu. Bunlar bilahare Mersin yazısında…

Bir de inanılmaz taklitçi oldu. Karşısında balon mu şişirdin, hemen eline alıp, o da püfff diye üflüyor. Kaşıkla yemek mi yiyorsun, hemen kaşık istiyor. Hasta olup öksürüp öksürüp sonunda kusan kuzenini izleyip, sonra kendisi de öksürüp ööööööggggh diyor! Bilumum terlik ayakkabıyı ayağına geçiriyor, çorabını önce çıkarıp sonra giymeye çalışıyor. Saçını tarıyor. İki legoyu birbirine takıyor. Falan falan. Çok uzatmayayım zira her başarısını Nobel’e, her taklitini Oscar’a layık gördüğümüzden pek objektif olmayabilirim. Değilim:)

Mersin’e bir-iki Mersin’e bir-iki!

Güney iş için fuara gideceğim hem de teee Almanya’ya derse, siz de gelin isterseniz derse, ama ağzının kenarıyla söylerse, Tuba’yla Defne durur mu? Durmaz. Biz de gaza geldik “Ne işimiz var elin soğuk Almanya’sında. Biz de gideriz sıcacık Mersin’e. İki deniz görürüz, gözümüz gönlümüz açılır.” dedik. Dedik de, anne olmadan önce “Çocuk da yaparım kariyer de, üstüne tüm dünyayı da gezerim nolcaaaak, ben zaten rahat anne olacağım, çocuğum da benim gibi rahat olur.” diye bıt bıt konuşan “ben”in şimdilerde pek sesi çıkmıyor mu ne?!

Aldık uçak biletimizi, başladık hazırlıklara. Fiziksel olarak hazırlanmak neyse de içinde kırk tilki dönen kafayı hazırlamak mesele. Uçakta durur mu, yalnız nasıl olur, oturur mu, uyur mu, tek başıma bünye kaldırır mı diye kendi kendime gevezelik edip dururken “yuh” dedim kendime. Bir dur yaa. Okyanuslar aşıp Amerika’ya gitmeyeceksin. Hepi topu bir saatlik yolculukla Mersin’e gideceksin. Tilkileri kovaladım. Eski havalara girmiş halime dönmeye karar verdim. Çocuk da yaparım kariyer de, dünyayı olmasa da şimdilik yurtiçi gezmeleriyle idare ederim dedim. De benim kafa gel-git. Bugün böyle derim, yarın gamlı baykuş halime dönebilirim.

Demem o ki, uçakla bebeyle yalnız ilk seyahat için önerin varsa söyle, yoksa da bana şans dile!