Currently Browsing: İlkler

Gidiyorum. Ama…

Yirmili yaşların başları… Hep bir alır başımı giderim havaları. Aile dediğin de pek iyi, pek güzel ama, yalnız da olmalı, kalmalı. Başka bir şehirde, evinden uzak bir hayattasın ama illa bir yurtdışında yaşamalı zamanları. Neşelisin, keyiflisin, biri sorsa “Tuba’yı nasıl bilirsin?” diye, “O mu, kafa kızdır ya, komiktir, neşelidir, birlikte geyiğin dibine vurursun” derler büyük ihtimalle. De içinden lisede çokça okuduğun James Joyce kitaplarının etkisindesin. Hep bir “exile” olma hali. Evlenmek, çocuk? Çok uzak gelecek. Hayal etmek için bile çok uzak.

Yirmili yaşların ortaları. Evlenmişsin. Pek de mühim değil ama. Bakmışsın evlenince hayat daha kolay, toplum daha az dırdırcı, evlenmişsin. Artık yalnız değilsin. Güney var hayatında. Mutlusun. Ama hesapta özgür olmak var ya hep sorsalar “Yalnız değilim ama aslında Güney’le yalnızız biz. Tüm dünya. Ve biz.” dersin. Aile dediğin pek iyi, pek güzel, pek de özlemlidir artık. Annemi babamı kaç aydır görmüyorum hesapları başlar. Biraz da şaşırırsın kendine hani çok özgürdüm, bağlı değildim kimseye diye. Aile bu canım, bağımlılık değil hem bağlılık der iç sesin. Korkma hala özgürsün. Güney’le kurarsınız yurtdışında yaşama hayallerini bu defa. Nerede mutlu oluruz dersiniz. Berabersek her yerde mutluyuz. Yurtdışında yaşamasanız da her fırsatta kaçarsınız bir yerlere gezmeye. Tatil demek, özgür olmak demek, iyi kötü biraz da paran varsa illa yurtdışında bir yerler demek, zamanları. Evlendin. Çocuk mu? O hala çok uzak gelecek.

Otuzun başları. Hamilesin. O tripli hallerinden, alırım başımı giderim havalarından eser yok. Gerek de yok. Artık aa bilmem nerde yeni restoran açılmış, bilmem ne mutfağından örnekler veriyormuş, hadi koşalım, Zara’ya yeni sezon kıyafetler gelmiş, kaçırmayalım, sosyete pazarı çarşambaları da açılıyormuş, ohh haftaiçi boştur da miiis’ çi olmuşsun. Mutlusun. Sorsalar “Tuba mı, kafa kız ya, gezer, tozar, kahkahayı basar, arada bir içirirsen, güzel müzik dinletirsen, efkarlanır ama eğlenceli kızdır” derler muhtemelen arkandan. Aile dediğin pek iyi, pek güzel, pek de özlemli, daha sık gelseler keşkelidir. İlla annenin sesini duymak, babanın iyi olduğunu bilmek istersin. Karnındakinden ayda bir haber alınca beklemek de zor işmiş oolum, annemi babamı nasıl da mereklandırdım yıllarca havasına çoktan girmişsindir. Yurtdışı? Daha çok gitseydik keşke, bebekle nasıl gideceğiz yaa diye hayıflanırken amaaan deli misin, sen özgür anne, Güney rahat baba, vurunca sırtınıza bebeğinizi daha çook gezersiniz diye yapıştırır cevabı iç sesin. Hem Güney’le de gidersiniz başbaşa. Evlendiniz diye, çocuğunuz oldu diye illa sadece karı-koca olacak değilsiniz ya. Sevgilisiniz oolum siz. Hem madem Defne de özgür kız olacak, kalıverir 3-5 gün anneannesiyle babaannesiyle hiç de sallamaz, mutlu olur, der derin bir nefes verirsin.

Doğurdun. Viyak viyak ağlayan bir bebek. Her dakika sana yapışık. Uykun, yemeğin, nefes alışverişin -kucağında uyuyor çünkü-, hatta tuvalete gidişin bile ona bağlı, bağımlı. Bebek sana bağlı, bağımlı. Korkuyorsun. Ben bu sorumlulukla nasıl başedeceğim? Böyle nasıl yaşayacağım? Özgürlük? Sorgula. Gitmek? Artık markete gitmek bile senin için bambaşka bir hayat. Yalnız kalma aracı.  Bebekle herşeyi yaparım, yurtdışına da giderim dünyayı da gezerim’e inancın çoktan sarsılmış. Defne’nin sana bağımlılığının azalacağı, Güney’le iki güncük yalnız kalacağın tatillerin hayalini kuruyorsun. Hani bir de şöyle Prag falan olsa, sokaklarında elele yürürken evlendiniz, çocuk da yaptınız ama korkmayın hala sevgilisiniz diye bir ses kulağınıza fısıldasa…Evet lohusayken pek bir romantik oluyorsun.

Bugün. Özgürlük Defne’yle Güney’le yerlerde oturup karıncaları parmağınla yakalamak, ormanda kozalak toplamak, Eymir’de ördeklere ekmek atmak, keyfince çamurlara batmak demek. Akşam Defne’yi makul bir saaate uyutup koltukta Güney’le yarım bölüm Game Of Thrones izlemek demek. Arada bir anneanneye babaanneye bırakıp akşam arkadaşla muhabbet etmek demek. Eve gelen dostlarını “Defne’yi uyutcam, dağılın uleeyn” diye mutfağa kovalayıp, Defne uyuyunca salonda geyiğin dibine vurup, sessiz kahkahalar atmak, Başak’tan “Susun lan, çocuğu uyandıracaksınız” diye fırça yemek demek. Aile dediğin pek iyi, pek güzel, pek de özlemli, daha sık gelseler keşkeli, yaa Defne onlar gelince nasıl da mutlu oluyor’lu artık. Yine gitme hayalleri. Bu defa üç kişilik. Bu kız zor uyuyor ama pusette sallayınca da uyuyor yine iyi kötü, en kötü öğlenleri otele döner uyuturuz dimi Güney? Evet Tuba, biz kıvırırız bu yurtdışı işini. Kıvırırız dimi aşkım? Denesek mi şöyle üç gün falan? Olabilir valla. Ya da hayaller çok kişilik. Defne’yi de alıp araba kiralasak, tüm İspanya’yı gezsek mi oolum? Olduuu Başak, beni Defne’yle arkada araba tutar o kadar yolda. Ben otururum kızım Defne’yle, hem ben ona Jelibon öğretcem, Eti Cin öğretcem, girmeyin aramıza.

Yarın. Yurtdışına gidiyorsun. Güney’le. İş için. 1 hafta…  Arada bir gün de olsa gezecek vakit var. Otelde kalmak, elele Venedik’te gezmek, Verona, Bologna, yeni yerler görmek, topukluları, şifon bluzunu giyip, roze şarabını yudumlarken, İtalyanlarla iş görüşmek. Heyecanlısın. Mutlusun. Ama. Burnunun direği sızlıyor. Defne gel-e-meyecek. Bir hafta biz onsuz ne yapacağız. Daha önemlisi bir hafta o bizsiz ne yapacak? Daha bir gece bile ayrı kalmadınız ki siz? Hani özgür ruh? Hani kaçmak istediğin o lohusa hislerin?

Bu bir hafta çabucak geçsin. Defne bizi çok özlemesin. Ya da çok özlesin ama buna üzülmesin. Güzelce yesin. Uyusun. Mutlu olsun. Hemen gelelim biz.

Bir de bu bir hafta çabucak geçmesin. Biz güzelce gezelim. İş görüşmelerimiz iyi geçsin. Elele olalım. Başbaşa yemekler yiyelim. Evlendik çocuk da yaptık ama hala sevgili olalım.

Dua et bu bir haftanın sonunda iyi ki yapmışız diyelim. Nolur..

Adı tatil. İçeriği? Çok karışık çok!

Güney ve ben hiç 5 yıldızlı otel insanı değiliz, değildik. 2 gün orada, 1 gün burada, genelde sokakta, otel dediğin yatacak yer, temiz olsun, biraz eli yüzü düzgün olsun yetercilerdendik. Üniversite zamanında yurtdışına gittiğimizde 20 günde 10 şehir gezmişliğimizin yerini büyüyünce 1 haftada Kaş-Fethiye-Dalyan turları almıştı.

Doğurduğum güne kadar “Oooo, çocuk dediğin yürüyene kadar saksıda bitki, yürüyünce de tutarsın elinden pıtır pıtır gelir yanında, Arcachon’da ‘dune’ a da gideriz, Biarritz de denize de gireriz, Saklıkent de bağla sırtına vur kendini kanyona” ekolünün en güçlü savunucusuydum. Tatile nereye mi gittik? Antalya Voyage Sorgun! 14 aylık minik bir çılgınla cesaret edemedim-k. Hadi açık konuş! Yemedi! :))

Defne’nin 2. uçak yolculuğu.. İlk deneyimi Defne’yle başbaşa yaşayıp, cengaverler gibi atlattıktan sonra, bu defa içim çok rahatı çook! Yanımda “Ay Defne’yle ilk uçak yolculuğum, bir ilki daha beraber yaşayacağız.” romantizminde Güney vardı hem de. Yazık dedim, kocam üzülmesin dedim, başına geleceklerden hiç bahsetmedim! O Anadolu Jet koltuklarının önündeki pigmelerin bacaklarına göre tasarlanmış 10 cm boşluğa, bir çift bacak, bir sırt çantası, çeşit çeşit oyuncak, suluk, koltuk arkası tepsisi ve bir Defne nasıl sığar, 50 dakikalık sürede oraya kaç kere iner çıkar döner yatar kendisi deneyimlesin dedim. Ay bu çocuk oralara sığamıyor kucağımda ayakta dursun dediğinde, ön koltuktakilerin kafasına dokunup dokunup döndüklerinde Cee diye kahkaha atmaca oyununu kendi öğrensin dedim. İndiğimizde Güney artık pek romantik değildi. Hiç acımadım:)

Voyage Sorgun.. Güzel bir çam ormanının içinde club odası dedikleri bir çeşit bungalovlarda kaldık. Düz ayak olması, otelin kalabalığından uzak ve sessiz olması, ağaçların gölgesinde serin olması gibi bir sürü artısı vardı. Kendimize aferin.

Eşyaları odaya attık, karınlar aç hadi yemeğe dedik. Ve, açık büfe çılgınlığı! Yüzlerce insan durmadan hareket ederken, patırtı, gürültü, karmaşa varken, Defne yerinde durur, mama sandalyesinde oturur mu? Asla! 7 gün hiç oturmadı! Gerçekten hiç! Biz babaanne-dede destekli gitmiştik neyseki tatile de babaanne-dede yemeğini bitirip Defne’yi onlara satınca, sanki hiiiç çocuklu bir çift değiliz, pek genç pek romantiğiz havalarında ‘bir tabakta 10 çeşit yemeğin ne işi var, açık büfe diye soya soslu noodle’la mantı da aynı anda yenmez ki!’ temalı tabaklarımızla başbaşa yedik akşam yemeklerimizi.

Kural 1: Yürüyen yada yürümeye yakın çılgın bebeğini açık büfeli koca restorana götürme!

Açık büfeden akıllanıp rezervasyonlu restoranlara terfi ettiğimizde, bir tabakta on çeşit havasından çıkıp, şık kıyafetlerimiz ve bu akşam Meksika restoranında yiyeceğiz hayatım havalarıyla gayet cool’duk! Ay şarabım Rose olsun, buz gibi olursa sevinirim, öyle olmazsa içemiyorum da, bu güzel kız mı, evet benim, ay çok mu tatlı, teşekkürler -gurur, şımarma- , tabi tabi oturur mama sandalyesinde, evde öyle alıştırdık, elbisesi de çok mu havalı, evet öyle, aaa inmek mi istiyor, yok artık daha yeni geldik, ay koşuyor, mutfağa daldı, Güney sıra sende, iki taco hop ağıza, Tuba sıra sende, Rose şarap artık soğuk değil mi boşverin garson bey, siz bana bir kola getirin, en sıradanından, hatta, bir zahmet Defne’yi de elinden tutup yanınızda götürür müsünüz, iki fajita yiyeceğiz şurada.

Kural 2: Yürüyen yada yürümeye yakın çılgın bebeğini, şık elbise giydi, saçına da toka takmana izin verdi, şık restorana da gitti diye değişecek sanma!

Rezeryasyonlu restoran olayına,  Rum tavernasında elimize verdikleri tefleri Defne sıra sıra boynuna dizince son noktayı koyduk!

Kural 3: Yürüyen yada yürümeye yakın çılgın bebeğine ortamda tef varsa mutlaka ver, 5 dakika kadar mama sandalyesinde oyalanabilir! Kafasına geçirirse ayrıca tatlı olur, o da sana bonus!

Ve tatilimizin ana gayesi -tabi yemekten sonra!- deniz, havuz, su oyunları.. Evde banyodan çıkarınca 15 dakika bağıran, ağlayan, susturmak ve giyinik haliyle tekrar banyoya girmesine engel olmak için türlü oyunlar yaptığımız kızımıza su konusunda güvenimiz tamdı. Zaten daha 3 aylıkken denize de havuza da girmişti, pek de sevmişti. Zaten anası olacak kadınla babası olacak adamın su mottosu ‘Ellerinden buruşmadan sudan çıkmak yok!’ E kız da bize benzeyecek, kime benzesin. Hadi o zaman gelsin suya şapşaplar, gitsin hanimiş Defne’nin suyun içindeki papikleri, balık mı olmuş onlar oyunları! Sanmıştık, çok yanılmışız. İlk 2 gün suyun kenarında gezdi gezdi de elini ayağını dokunmadı, dokununca ciyağı bastı, bizim ıslatma çabalarımızla, yapışan saçlarıyla yağmurdan ıslanmış yavru kediler gibi pustu, tırnak gösterdi. 2 gün sonra ikna oldu da sudan çıkmak istemeyen çocuğunu bağırtarak çıkarmaya çalışan normal aile moduna geçtik. Çok şükür.

Kural 4: Yürüyen yada yürümeye yakın çılgın bebeğinine her zaman güvenme, günü gününe uymayabilir, zaten garanti de vermemişti.

Uyku. En korktuğumuz konuydu. Evde bizi görünce her haftasonu uyumayacağım çılgınlığı yaşayan Defne, 7 gün beraber olunca ne yapacaktı? Hiç uyumayacak mıydı, yoksa her gün görünce bir numarası yokmuş, anne-baba dediğin de bir çeşit normal insanmış diye vurup kafayı yatacak mıydı? Bııııp cevap veriyorum: Bilmiyorum. Uyku saatlerinde babaanneye bırakıp kaçtık. Sonra gelsin havuz keyfi, gitsin çılgın partiler! 10’da uykun gelmiş olabilir, parti de yeni başlıyor olabilir, olsun yine de gitti ya!

Kural 5: Yürüyen yada yürümeye yakın çılgın bebeğinle tatile gideceksen, aileden birilerini yada arkadaşlarını sizinle gelmesi için kandır;)

Akşamları mini disco diye birşey vardı. 50 tane bıdığın sahnede, bağırışıp, çığlık atıp, koşturup, dans etme kisvesi altında kudurduğu bir ortam. 1 metre boy ortalamasının arasında gözüne 1.60 mışlık çocuk desen çocuk değil, o ne acaba diyeceğin biri mi çarptı? Yok canım sahnede ne işim var? Benim kızım sahneye kendi çıkıp pıtı pıtı dansını 50 çocukla birlikte kendisi yapar. Yorulunca da sahneden kendi iner, mini disco daha bitmedi ben niye gidiyorum diye de ortalığı birbirine katmaz!

Kural 6: Yürüyen yada yürümeye yakın çılgın bebeğin varsa asla asla deme!

Hani kızı babaanneye bıraktın, hani akşam eğlenmeye diye çıktın ya daha gece tam başlamamış, biraz sağda solda takılalım dedin ya, dur şurada amfitiyatronun basamaklarında oturalım azıcık, ayy Defne az önce nasıl da dansediyordu sahnede, noluyor, gündüz kurabiye yapan çocuklara ödül mü dağıtılıyor, Sasha sahneye, hani alkış, Joshua sahneye, hani alkış, niye alkışlamıyor kimse, ayy yazık üzülüyor bak çocuklar, bari biz alkışlayalım, Hande sahneye, ohh alkış, Cem sahneye, gelsin alkış derken, yanımızdaki 8 yaşında çocuğun annesine biz burada ödül alacak mıyız, hayır, o zaman niye seyrediyoruz bu zırvaları, sahile gidelim de Cirquba Tropicana’yı seyredelim sesiyle bir kendimize gelir gibi olduk! Ama kalan 20 çocuğu da alkışlamadan içimize sinmedi! Cirquba Tropicana’nın salsacı kızları da yarım saat bekleyiversin canım..

Kural 7: Yürüyen yada yürümeye yakın çılgın bebeğin varsa o uyurken -yada en azından öyle varsayarken- bile senin için artık çok geç, anaç ruhunuz -evet Güney’in ki de, hatta belki senden bile çok- bünyenizi çoktan kaplamış, şaşırma!

Hayvanları çok severim. Hep Defne de sevsin istedim. Kedilerle oynasın, köpeklerle yuvarlansın, kaplumbağa beslesin. Otelde bir kedi gördük Defne en tatlı sesiyle ‘Ayyy’ diye şaşırıp sevindi ona koştu. İşte bu benim kızım! Sonra bir daha. Olsun koşsun, ben de tutar elinden koşarım. Bir daha. Çocuk canım koşacak tabi. Ne çok kedi varmış bu arada. Bir daha. Ama yoruldum. Bir daha. Defne yeter. Bir daha. Ayyy! Ama Defne’nin en tatlı sesiyle değil, benim artık bayılacağım sesimle! Ohh karıncaları gördü, oturdu yere. İki dakika mola. O ağzına attığın karınca mı? Ayyyy!!

Kural 7: Yürüyen yada yürümeye yakın çılgın bebeğin varsa birşey dilerken detay ver, kızım hayvanları sevsin ama mesela yalnızca yanına gelenleri, kızım hayvanları sevsin ama yemesin, mesela karıncaları.

Sonuç? Fiziksel olarak dinlendim mi? Hayır. Hatta HAYIR. Ama çok güldüm, bol bol öptüm, sarıldım, kokladım, kudurdum, şımardım, şaşırdım, kızdım, bağırdım, yüzdüm, eğlendim.

Hani gitmeden sormuştum ya, çocukla tatil mi bal o kaymak o diyerek dönecek miyim diye. Evet, bal o kaymak o, ama tatil değil o!

Oh işe geldik de dinlendik be!

 

 

 

Defne 14 aylık! Veee tatil yolcusu..

 

Çok hızlı, çok yoğun, çok karmaşık bir hafta…Geçti gitti. Güzel şeyler oldu. İşle ilgili… Bizle ilgili…

İtalyan bir firmayla bayilik anlaşması gibi birşey yaptık.

Defne’yi büyüttük, 14 aylık yaptık…

 

 

Yürümeyi, 2 tane azı diş, bir tane süt diş çıkarmayı, değişik yemekler, meyveler denemeyi, bıdır bıdır konuşup, anne, baba, gel, al, git, ver ve geri kalan herşey için ıhh demeyi, beğendiği kıyafetleri giyip, beğenmediklerini itmeyi, pipetle birşeyler içmeyi öğrenmeyi, kaydırağın en tepesinden aşağı kadar tek başına kaymayı, üstüste iki akşam anne-babasız uyumayı, bebeklerini eee eeee diye uyutmayı, hepsini kaşıkla besleyip, pipetle su içirmeyi, koltuğa tek başına tırmanarak çıkıp, tek başına inmeyi bu son aya sığdırdı Defne.

 

 

Hepimiz bir tatili haketmemiş miyiz? Etmişiz.

Bir hafta tatildeyiz. Denizle ilk tanışma değil bu. Ama kovasını, küreğini, mayosunu kapıp, bavulunu yapıp gideceği ilk otel tatili.

Heyecean, telaş, daha şimdiden yorgunluk, merak, mutluluk. Hepsi bir arada…Bize şans dileyin.

Çocukla tatil mi?! Ne var onda canııım? Bal o, kaymak o, sürekli adrenalin, koşturmaca ama çok keyifli birşey o. Diyerek dönelim.

Hadi. lütfen:))

 

Bir yıldız mı doğuyor?

Daha hazırlık sınıfındayken ses düzenini  bozduğum için korodan atılmış bir insanım ben. Hani ortaokuldan önce okunan hazırlık sınıfında. Minicik bir çocukken. Sözleri sadece “Zumgaligaligali zumgaligali” olan bir şarkıyı üç sesli söylemeye çalışan grupta, o üç sesten hiç birine de uyamadığım için! Müzik öğretmenim! Vicdansız kadın! Daha 10 yaşındaydım!

Ortaokul ve lisede okul birincisi olma manyaklığında bir insandım. Aynı müzik öğretmeni. Aynı vicdansız kadın. Tüm derslerim süper de ya müzik dersinden 3 alırsam 4 alırsam nolacak deliliğiyle yaşadım ben. Sadece şarkı söylemiyor blok flüt de çalıyorduk. Ya da onlar çalıyordu ben akıllara zarar bir ses çıkarabiliyordum sadece. Sonunda annem babam bana bir “org” aldı. Literatürdeki adı bu mudur bilmiyorum ama bir “org”um olmuştu. Çok da yetenek gerektirmiyordu. Boyum kadardı, sürekli serviste unutup her salı servisçi Ahmet Abi’ye ulaşmaya çalışıyordum ve o zamanlar cep telefonu yoktu! Yine de iyi kötü çalabiliyordum. İstiklal Marşı’nı çalıp, 5 bile almıştım. Yetmez mi?

Bir de Lullaby’ın Almanca’sını düzgün söylemediğim günler vardı ki müzik öğretmenim en sonunda sen sadece orgla çal demişti! Neyseki beni seven, araya giren, matematik, fizik öğretmenlerim ve torpil diye birşey vardı.

Daha 2 sene önce Fırat (Defne’nin amcası) müzik aletlerini akord etmek için kullanılan br aletle çıkageldi. Kendi sesimizde de denemeye karar verdik. Ben Dooooo dediğimde alet Sooool dediğimi iddaa ediyordu. Tüm ailenin dalga konusu oldum. Neyseki evlenmiştim artık çok geçti!

Bu arada en büyük hayalim şöyle binlerce insanın dolu olduğu bir yerde sahneye çıkmak, gözlerimi kapatıp ışıkların altında bağırarak şarkı söylemek oldu yıllarca. İronik değil mi?

Pek sanatsal bir kişilik değildim galiba. Mimar oldum ama sonunda. Sayılır mı?

Bütün bunları niye anlattım? Dün gece Defne ilk defa piyanoyla tanıştı. Tuşlarına dokunup, ses çıkarmaktan çok mutlu oldu. İçimden bu yönü bana benzemese dedim. İlk defa. Tüm bana benzesin hırslarıma yenik düşüp. Benzemez di mi?

Hayır okul birincisi de olmadım…

 

Karpuz sezonu açılsııın!

Biz evde olduğumuz için, bizi çok sevip her dakikayı birlikte geçirmek istediğinden midir, yoksa bize gıcığı var, dur şunlara bir rahat yüzü göstermeyeyim dediğinden midir, her pazar sendromumuz var bizim. Uyumayan koca gözlü minik bir baykuş, türlü numaralar deneyen anne-baba! Defne gün sonunda artık bayıltılarak arabada gezdirilip uyutulur, anne-baba müzik dinler, sohbet eder. İlk sevgililik zamanlarındaki saatlerce arabada oturup triplendikleri flörtöz günler gibi! (evet biz gençken triplenmek diye birşey vardı!)

Neyse işte yine böyle sendromlu bir pazarın arkasından, pazartesi de bakıcı izinli olursa, annenin akşama kadar Defne’nin peşinde koşmaktan pili bitmiş olursa, Defneee azıcık totonun üzerine otur, bak valla arada zevkli bile olur diye söylenip durursa, Güney’in gelişini dört gözle beklerken dur şu kıza bir karpuz vereyim belki oyalanır derse ve aşağıdaki görüntüler ortaya çıkarsa nolur?

Tuba sıfırlanır, başa döner, enerji tavan yapar, karpuza çatal batıran bir yumuğa tekrar aşık olur! Herkese bunu anlatır durur!

Bu minnaklar kesin çok akıllı, son sınırı biliyorlar ve illaki o anda bir numara yapıyorlar. İlk videonun sonunda bir türlü batıramadığı karpuzu çatala eliyle takıp öyle yiyen minik kız biraz şapşal mı göründü sana? Evet birazcık olabilir.