Currently Browsing: Defne’den

Defne 10 Aylık!

 

Geçen pazartesi Defne 10 aylık oldu! Mersin’de olduğumuz ve her dakikamız harala gürele geçtiği için ancak Ankara’ya dönüp, işe geldiğim şu an yazabiliyorum:)

Bu 10. ay pek olaylı geçti! Defne emmeyi bıraktı, ikimiz bir cesaret tek başımıza Mersin’e seyahete gittik,  ilk defa uçağa bindi, yeni tatlar denedi, hasta oldu, uyku düzeni değişti…Hadi bir ucundan başlıyorum anlatmaya.

Yeme-içme meseleleri:

Bu konuda Defne’nin kafası çok karışık çoook! Emmeyi bırakana kadar Defne için sabah öğle yemekleri ve ara öğünler vardı. Akşam yemeği emmek olunca hem doymaya hem de sakinleşip uyumaya bahaneydi. Eee emmeyi bırakınca noldu? Tam uykusunun gelmeye başlayıp huysuzlukların başgösterdiği saatlerde bir Defne’yi doyurma cangaması başladı ki sorma gitsin! Çeşitli animasyonlar (ekip sürekli değişiyor, Güney’le başlayıp, yetmeyince karşı daireden amca desteği, olmadı babaanne-dede, Mersin’deyken anneanne-dede-kuzen) eşliğinde türlü yemekler deniyoruz yedirmek için. Animasyon dediysem, hafife alma, geniş düşün! Üsküdar’a giderken şarkısından, Çikita muz dansına, kulağa askı takıp düşürmekten, halay çekmeye kadar! Birgün animasyonla pirinçli muzlu gece maması yerken, öbür gün şiddetle mamayı reddedip sakince ev yapımı lahmacun yiyor. Tutarlılık sıfır!

 

 

Emekleme-yürüme meseleleri:

Emeklemeden umudumuzu keseli çok oldu aslında. Yürüme-koşma meseleleri demek daha doğru! Artık hiçbir şekilde kucağımızda durmak istemiyor. Sürekli ellerinden tutup yürüteceksin. Birşey ilgisini çekince kafayı öne eğip o tarafa doğru koşuyor bile! İnanmazsın hep de birşey ilgisini çekiyor! Bu yürütme-koşturma işi zor zanaat. İnsanda bel, sırt, omurga sağlığı falan kalmıyor. Bu çocuk işini 20 yaşında halletmek lazımmış arkadaşım. Bu kadar atraksiyon için bildiğin yaşlıyız artık!:) Ha bir de tükürdüğümüzü yalama etkinlikleri kapsamında yürüteç de aldık Defne’ye. Ama güvenli olsun diye alt tarafı çok geniş olduğundan çekmecelere, dolap kapaklarına, televizyona, su sebiline falan uzanamıyor ya pek sıcak bakmadı hanfendi kendisine! İki büklüm yaşamaya devam!

Uyuma-uyumama meseleleri:

10. ay geçti diye birden değişip melekleeeer gibi uyuyacak hali yok heralde! Çok gelgitli günler ve hata geceler yaşıyoruz bu konuda çoook! Emmeyi bırakınca, ilk geceler uyanınca ne yapacağını şaşırdı. Tabi biz de. Uyuyalım? Yok! Oyun oynayalım? Yok! Yemek yiyelim? Yok! Ağlamalar, bağırmalar…İlk geceler böyle geçti. Bir hafta falan sonra birden bir sakinlik geldi gecelere. Biz de bir umut, bir heyecan, bir bayram havası. Acaba dedik, artık uyanma bitti mi dedik, 10. ay mı büyülü ay dedik, büyüdü mü dedik. Dedik de araya hastalık girdi, Mersin seyaheti girdi, bir de bu araya 2. dişi sıkıştırıverdi. Gerisini anlatmama gerek yok heralde. Ama yine de hakkını yemeyeyim, azıcık düzeldi sanki. Azıcık.

Diş meseleleri:

Ağzında 1 aydır arzı endam eden, boy atan ilk dişinin yanında 22 Mart itibariyle 2. dişi belirdi. Tarafımızdan sevinçle karşılandı. Bir haftadır uyumamasının sebebi hastalık üstüne diş çıkarmasından denilip yine bir bahane bulunarak rahatlanıldı:)

 

 

Genel hal ve gidişat meseleleri:

Bu ay bayağı bildiğin küçük insan hareketleri sergileyerek bizi her gün şaşırttı Defne! Bunların kimisini büyük bir görmemişlik sonucu aşırı heyecanla, kimisini “Anaaam bunu da yapıyorsa yandık!” diye korkuyla, bir sürüsünü de “böyle davranarak bunu hakkettin, bittin kızın sen” diye Defne’ye yumularak karşıladık. Valla ne yalan söyleyeyeyim hiçbirini de sakinlikle karşılamadık:)

Mesela biz ona yemek yedirirken o da bize yedirmeye başladı. Ama öyle böyle değil. Kısasa kısas. Her lokma karşılıklı. Artık bilumum tükürükle harmanlanmış, tontik parmaklar arasında ezilmiş, yamuk yumuk parçalar bizim öğünlerimiz. Sonra her Türk evladı gibi “ekmekçi” olduğunu keşfetti önce. Hiçbirşey yemese önüne konan parçalanmış ekmekleri yiyordu. Birgün anneannesi ekmek yemesine kıyamayıp, önüne peynirli ıspanaklı börek koydu. Ben anne yemez boşver falan diye söylenirken, bir iki tadına baktı Defne, sonra ekmek parçalarını tektek yere atıp börekleri seçip yedi. Ha aynısının bir de lahmacun versiyonu var ki, elini tümüyle ağzına sokup yedi. Ekmekler yine yerde!

Mersin’e gidip hava da çok güzel olunca “sokak” ı keşfetti Defne. Aslında doğduğundan beri hava çok kötü olmadığı sürece hep çıkardık Defne’yi. Markete de gitti, eczaneye de alışveriş merkezine de, açık hava gezmesine de. Ama günün 8 saatini falan dışarıda geçirip, orada uyuyup, yemek yiyebileceğini, salıncağı, kaydırağı, bir sürü çocuklu park hayatını görünce coştu coştu. Bunlar bilahare Mersin yazısında…

Bir de inanılmaz taklitçi oldu. Karşısında balon mu şişirdin, hemen eline alıp, o da püfff diye üflüyor. Kaşıkla yemek mi yiyorsun, hemen kaşık istiyor. Hasta olup öksürüp öksürüp sonunda kusan kuzenini izleyip, sonra kendisi de öksürüp ööööööggggh diyor! Bilumum terlik ayakkabıyı ayağına geçiriyor, çorabını önce çıkarıp sonra giymeye çalışıyor. Saçını tarıyor. İki legoyu birbirine takıyor. Falan falan. Çok uzatmayayım zira her başarısını Nobel’e, her taklitini Oscar’a layık gördüğümüzden pek objektif olmayabilirim. Değilim:)

Mersin’e bir-iki Mersin’e bir-iki!

Güney iş için fuara gideceğim hem de teee Almanya’ya derse, siz de gelin isterseniz derse, ama ağzının kenarıyla söylerse, Tuba’yla Defne durur mu? Durmaz. Biz de gaza geldik “Ne işimiz var elin soğuk Almanya’sında. Biz de gideriz sıcacık Mersin’e. İki deniz görürüz, gözümüz gönlümüz açılır.” dedik. Dedik de, anne olmadan önce “Çocuk da yaparım kariyer de, üstüne tüm dünyayı da gezerim nolcaaaak, ben zaten rahat anne olacağım, çocuğum da benim gibi rahat olur.” diye bıt bıt konuşan “ben”in şimdilerde pek sesi çıkmıyor mu ne?!

Aldık uçak biletimizi, başladık hazırlıklara. Fiziksel olarak hazırlanmak neyse de içinde kırk tilki dönen kafayı hazırlamak mesele. Uçakta durur mu, yalnız nasıl olur, oturur mu, uyur mu, tek başıma bünye kaldırır mı diye kendi kendime gevezelik edip dururken “yuh” dedim kendime. Bir dur yaa. Okyanuslar aşıp Amerika’ya gitmeyeceksin. Hepi topu bir saatlik yolculukla Mersin’e gideceksin. Tilkileri kovaladım. Eski havalara girmiş halime dönmeye karar verdim. Çocuk da yaparım kariyer de, dünyayı olmasa da şimdilik yurtiçi gezmeleriyle idare ederim dedim. De benim kafa gel-git. Bugün böyle derim, yarın gamlı baykuş halime dönebilirim.

Demem o ki, uçakla bebeyle yalnız ilk seyahat için önerin varsa söyle, yoksa da bana şans dile!

Çocuk da yaparım, kariyer de ama günübirlik yolculuk asla!

Geçen haftasonundan biz neler umduk neler? Bizim kız koca kız oldu, arabada anakucağını ondan sevmiyor, hele bir oto koltuğu olsun neler yapar neler, gelsin oyunlar gitsin uykular dedik. Bizim kız koca kız oldu, Bolu’lara da gider, babaannesiyle de kalır, gezer de tozar da, anneyi babayı aramaz dedik. Ohoo, artık cemre düştü, o kadarcık kardan birşey olmaz, tutmaz zaten, hadi yollara düşelim dedik. Bolu’dan İstanbul 3 saatçik yol, sabah gider akşam geliriz, nolcak ya dedik. Havalara girdik, şenlendik. Sonuç mu? Az sonra:)

Defne 4 aylıkken işe döndüm ben. Ama çok şükür ki kendi işimiz olduğundan ve ev işe çok yakın olduğundan (bir asansör mesafesi) Defne’yle hiç uzun ayrı kalmadık. Emzirmeye de çıktım yanına, özledim azıcık sevip geleyim diye de. Tam ohh çocuk da yaparım kariyer de havalarındaydım ama böyle şartlarda çalışırken çocuk da yapmaya ne var kariyer yapmaya da durumundaymışım da haberim yokmuş! Bu haftasonu işimizle ilgili bir fuar için İstanbul’a gitmeye karar verdik. Defne’yi Bolu’da babaannesine bırakıp sabah gidecek akşam o uyumadan da dönecektik. Plana bak plana! De hesaba katmadığımız bir şey vardı. Benim migrenim var be!

Hadi başa. Defne’ye ne zamandır bir araba koltuğu alacaktık. Arabada ana kucağında durmamak için elinden geleni yapıyordu, biz de durdurmak için. Araba koltuğuyla ilgili de öyle hayallerimiz vardı ki, öne dönük oturunca, çevresini görünce Defne büyülenecekti, pencereden dışarıyı izleyip izleyip, sonra “Anne emziği ver de az uyuyalım, ağaçlara kuşlara baka baka uykum geldi” diyecekti. Gülücükler saçarak uyanacak, eline bir kitap alıp okuyacak, Joy Fm’deki müziklere eşlik edecekti:) Birşeye sahip olmanın hayalini kurmak ona sahip olmaktan daha keyifli ya erteleyip duruyorduk araba koltuğunu. Rüya haftasonunda tüm rüyalar gerçek olsun sloganıyla, gittik aldık bir araba koltuğu.

 

 

Nasıl rüya gibi değil mi? Değil! İlk on dakika çok mutluydu Defne, dışarılara baktı. Kuşlar, evler, ağaçlar…Ohhh, keyif. Sonra ki 10 dakika baktı ki yine kuşlar, evler, ağaçlar, boş vaatlerle kandırıldığını anladı, özüne döndü! Mız mız mız, cız cız cız, emzik tut emzik at, tekrar mız mız mız, cız cız cız sonrasında başımı kucağına koydum, söylenerek ve saçlarımı yolarak bir zahmet uyudu. Joy Fm mi? Boşver, yolda çekmiyordu zaten..

 

 

Cemre düşmüştü, kar tutmazdı. Mart gelmişti. Değil mi? Hani?

 

 

Geldik Bolu’ya, gittik hemen Biber’e. Ailecek verdik kendimizi yemeğe. Gelsin yemekler, gitsin tatlılar, ohh Defne de zaten dışarı sever, kalabalık sever, biz da rahat ederiz, keyfimize bakarız derken baktık bizim ki yine vız vız vız, mız mız mız. Şunu mu istiyor, bunu mu verelim, niye huysuzlanıyor, neye bakıyor derken, anladık ki Defne az saçlı insan sevmiyor! Yanyana gelmiş bir az saçlı müşteri ve bir az saçlı garsona ise hiç tahammülü yok! Bakınız son fotoğraf:)

Ertesi gün sabah erkenden düştük yola. Gittik İstanbul’a. İstanbul’a gitmek birşey değil de, fuar taaa Beylikdüzü’nde. Saat 11. Köprüye bile gelemiyoruz trafikten. Dura kalka gittik fuara. Gezdik, dolaştık, görüştük, konuştuk, vakitlice çıkalım, geç olmadan dönelim kızın yanına dedik. Fakat heyhat, İstanbul’daydık, cumaydı, akşam oluyordu. Trafikti, yorgunluktu, yoldu derken bana başladılar soldan soldan gelmeye. Beklenen son, migrenim tuttu. 3 saatlik yol 15 dakikada bir ihtiyaç molalarıyla (ihtiyacın ne olduğunu burada anlatmaya gerek yok sanırım!) oldu mu sana İstanbul-Kars yolu.

 

 

Köprüden geçerken her Anadolu çocuğu gibi “İstanbul sen mi büyüksün ben mi?” diye sormayı ihmal etmedik. Cevap vermedi!

Bu haftasonundan çıkan ders:

1. Bizim kız koca kız olmamış.

2. Çocuk da yaparım kariyer de ama bir daha günübirlik yolculuk mu? Töbe.

 

 

Gez-dolaş-uyu!

Hani Defne’nin dişi çıkıyor ya, hani her huysuzluğu ona bağlayıp gönül rahatlığıyla “dişten canıııım” diyecektim ya, başlıyorum. Artık sallanmak istemiyor, yanına yatınca saç baş yolup, uyuyor, neyse canım, en azından nasıl uyuduğunu biliyoruz, bu da birşey tesellileri yaşamaya yeni yeni alışmışken ben, hoop vazgeçti! Bambam? Yok! Yanına yatalım? Yok! Kucakta? Yok! Dişten canııııım. Ebeveynlikte çare tükenmez diyerek Defne’yi açıkhava sarhoşu etmeye karar veren biz, attık kendimizi dışarılara pazar günü. Gittik Eymir’e. Bu Eymir ne ki diye merak ediyorsan, az biraz su birikintisi, yanına da iki yeşillik göreyim diyen Ankaralının pazar mesaisi mekanı. Aman tamam hakkını yemeyeyim severim Eymir’i. Gidersin, sucuk, balık yersin, iki bira içersin, motosiklet, bisiklet gruplarını görüp, “Küçükken benim de hayalim motosiklete binmekti, valla bak.” geyikleri yaparsın, ortamın küçüklüğünden ötürü, bazen keyfi bazen zorunlu epeeeeyce sosyalleşir gelirsin. Hayır, ortamda bir de 9 aylık bebe varsa, verirsin açıkhava, bol insan, köpek, ördek kaynaşmasını, arabada uyutur gelirsin. Oh mis.

İşte size Defneli bir pazar serüveni…

 

 

Defne her pazar olduğu gibi giyinip hazırlanıp, “Eee gezmeye ne zaman gideceğiz, farkındaysınız dişim çıkıyor, zaten sevmem uyumayı, bugün evde hiç uyumayacağım, haberiniz ola!” bakışları atmaya başlar.

 

 

“E hadi madem, tehditi de yedik, çıkalım o zaman” dememizle, hemen ayaklanır.

 

 

Sucuk-ekmek faslına ekmek yiyerek iştirak eder. (Yine anneme özel not: Hayır kuzuna sadece ekmek vermedik anne, kendi yemeğini de yedi!)

 

 

Buz tutmuş gölün üzerinde test sürüşü yapar.

 

 

Klasik “Eymir’e geldim, aha bu da buz tutmuş göl.” pozları verir.

 

 

Tek gözüm kapalı bile ikinizden de güzel çıkarım diye güne son noktayı koyar.

Maalesef bu hikaye böyle bitmedi. Dönüş yolunda, yerinde duramayıp kuduran Defne’ye yedikleri daha fazla eşlik edemedi. Çareyi benim üzerime, kendi üzerinee, arabanın bilumum yerlerine kaçışmakta buldu. Evet, bildiğin kustu. Kusunca o kadar minik o kadar minik oldu ki:(

 

 

Neler aldım neler listesi 2

 

Doğum öncesi-sonrası aldığım lüzumlu lüzumsuz şeyleri şurada anlatmaya başlamıştım. Onlar demirbaşlardı, sırada sarf malzemeleri.

Bebek bezi olarak Prima Premium Care kullandık. niye dersen, herkes o iyi dedi aldık. Memnun kaldık mı? Sayılır. Defne ilk doğduğu zamanlar fışkıranlar, sırtından çıkanlar, taşanlar olmadı mı? Oldu. Sırtından çıkan ne mi? Kabahati canım kabahati:) (Burada yazar sarı-yeşil, sıvı, vıcık vıcık kaka demek istemektedir ama olur da çocuğu olmayan biri okursa, yazık mağdur olmasın diye kibarca “kabahat” demeyi tercih etmektedir:)) Taşırmayan bir bez var mı bilemem, ama 1 aylık çocuk kabahatini de taşırdı diye bir bezi de suçlayamam. Sıvı kaka emme gücü de bir yere kadar.

Şampuanıydı, yağıydı vs hep Mustela’nın ürünlerini tercih ettik. Memnun da kaldık amma siz siz olun el kadar bebeye 30 çeşit kozmetik almayın. Biz aldık da o açıdan. Yok şampuanıydı, duş sıvısıydı, masaj yağıydı, yok masaj yaparken ortama püskürtülecek bilmemne kokusuydu, yok vücuda sürülen yüze olmaz, yüze ayrı bıdı bıdı kremiydi, gören de sanırdı ki Rixos Premium’un spası kurulacak bizim evde! Hayır kullanabilsek içim yanmayacak. O el kadar bebe, mis gibi yıkanacak, havlulara sarılacak, ooh masajlar yapılacak, gelsin yağlar gitsin kremler, ortama bir de Zen TV müziği patlattın mı tamamdır sanıyorsan, dur. Yanılıyorsun! Zira banyoyu yaparken bebek yorulacak, karnı acıkacak, daha havluya sararken çığlığı basacak, bezi mi bağlayayım, doyurayım mı, ayy şu müzik de sussun zaten kız cayırdıyor derken bir de ısınan karnı rahatladı diye “kabahat”i havluya bırakacak. Oldu mu sana sil baştan. Demem o ki evde spa kurmaya gerek yok, zira müşteri henüz o elit çizgide değil!

Ha bak pişik kremine Mustela’yla başladık ama pişik olunca doktorun da verdiği “Alacaksın Desitin’i alçı gibi sıvayacaksın totoya, gece altını bile açma” gazıyla, aldık Desitin’i. Gerçekten de bir daha olmadı pişik.

Islak mendili de ilk hafta kullandık, pişikten sonra ılık su, kare pamuğa geçtik. Kare pamuk ne dersen, Mothercare’de çok amaçlı pamuk diye satılan, dikdörtgen şekline rağmen kare denen, her daim karaborsa olan bir pamuk. Biz kendisine toto bezi diyoruz, adının kare pamuk olduğunu çoook sonra öğrendik.  Stok yapabilmek için Ankara’nın dörtbir tarafına arkadaşlara haber salmıştım zamanında da yazık Başak “Toto bezi alacaktım, hani böyle bebeğin totosunu siliyorsun, hani suya batırıyorsun ya” diye anlatarak rezil olup bana da epey saydırmıştı:)

Bir de şu süslü süslü alt değiştirme takımları var ya yalan onlar yalan. Günde 3 kere alt değiştirme takımını, her gece çarşafı değiştirince bu iş kumaşla olmaz arkadaş diye kafaya dank ediyor da neyseki Can Bebe’nin alt değiştirme muşambaları imdada yetişiyor. Bana öyle oldu.

“Kabahat” meselesine bir son verelim, gelelim yeme-içme-gaz meselelerine. Şu annelerin yaptığı çeşit çeşit tülbentler var ya onlar işte hayat kurtarıyor, zira bebek dediğin kusuyor, salya akıtıyor, ilk zamanlar aman pek hijyenik olayım kaygısıyla bir kullandığını bir daha kullanmıyorsun. Merak etme bir süre sonra geçiyor. Artık yere düşen şeyleri yer temizse direk, az kirliyse üfleyip, çok kirliyse suya tutup veriyoruz Defne’ye:)

Biberonu Avent almıştım, çok da kullanmadık, iyisini kötüsünü bilemeyeceğim.

Emziği de Avent almıştım, doğumdan önce. Almıştım ama havalardaydım “Aaa bir de emzik mi vereceğim, yok artık” diye. Tabi Defne eve gelip, tüm hayallerimi suya düşürüp, hiççç uyumayınca “Bir emziği mi denesek la” diye gaza geldik. Faydası oldu mu? Ehh oldu biraz. Sonradan öğrendim ki emzik tutturmak bile meseleymiş, insanlar bunun için uğraş veriyormuş. Çok şükür biz bilinçsizce kolay atlattık. Ama bir sorun oluştu, aldığım ilk emzik 0-3 aydı. Sonra 3-6 ay aldım, yemedi, şimdi 9 aylık, 8. emziği bile hala 0-3 aylık:)

Göğüs pedi ve kremi Lansinoh kullandım. Gerçekten memnun kaldım. Yaralarım olmadı mı, oldu. Ama çoktaaan unuttum:)

Bu mudur? Budur.