Anne baba ne dinliyordu? (v1)

Öyle bilinçli bir klasik müzik dinleyicisi değilim ben. En bilinenler dışında çalan müziğin bestecisini bilmek, birine kafayı takıp saatlerce dinlemek gibi kabiliyetlerim yoktur. Ama klasik olmayan klasik müziği özellikle severim. Ne demekse artık!

“Klasik müziğin indierock ile evlenmesi” diye adlandırmış yapım evi Olafur Arnalds’in müziğini.

Takip ettiğim bir blog sayesinde tanıştık kendisiyle.. İzlandalı gençten bir çocuk kendisi. (1986 doğumluymuş!!) Bir dinleyin. Şu soğuk, gri kış günlerinde pamucuk pamucuk oluyorsunuz.

Büyüksün Olafur!

Dinlemek isteyene…

Bu vesileyle bu post da ileride Defne, anne babasının engin! müzik zevkinden faydalanabilsin diye bir süredir yapmayı düşündüğüm “Anne baba ne dinliyordu?” serisine elit bir başlangıç olsun:) Hayırlı olsun.

 

Yok artık!

 

“İyi de nasıl uyutacağız? Hemen kurumaz ki..” dedim Güney beşiği yıkayalım diye tutturunca pazar günü. Defne bu. 6.5 aylık hayatının ilk bir ayını kucakta sallanarak, ikinci ayını ayakta sallanarak, kalan 4.5 ayını da her gün istisnasız Bambam da sallanarak uyumuş. Öyle adı bile var diye havalı birşey sanmayın, beşik işte, basit, bezden, çirkin ve mavi. Benim hamileyken pembesini görüp benim kızım bu çirkin şeyde mi yatacak diye zırıl zırıl ağlayıp aldırmadığım – evet ağladım, evet hem de zırıl zırıl, hamileydim ama canım, hormon diye birşey var!- ama sonra Defne’nin 2. ayında bir kriz anında gidip sadece o kaldığı için mavisini aldığımız beşik. Hakkını ödeyemeyeceğimiz Bambam! Yıkadık Bambamı. Uyku geldi, Defne kudurdu, heyhat anne çaresiz! Baba duruma el koydu, ben kızımla sarılıp uyurum dedi. Benim yap da görelim ifademin verdiği gazla kaptı kızı gitti.

Sonuç? Yukarıda. İki saat uyudular. “Noluyo bunlara be?” diye gidip gelip baktım. Sonra kıskandım. Yanlarına mı yatsam dedim, sığamadım. Pes ettim, her anaç Türk annesinin görevi olduğu üzere gittim içeride yemek yaptım. Sonra yine kıskandım. Kucak kucağa geldiler. Yüzleri kare kare..Gözler şiş şiş. Sonra yine kıskandım.

Zaten açık havada çok yorulmuştu, zaten uykusu çok gelmişti, zaten dışarıda çok gezmişti, ondan öyle uyudu diye çamura yatarak ortamı terk etmek istiyorum izninizle. Pis pis gülme Güney!

Kurt kocayınca…

Kasım ayının en önemli gelişmelerinden biri Güney’in artık 31 yaşında olmasıydı. Bizim ekibin en küçüğü olduğu ve bunu sürekli yüzümüze vurduğu için bu gelişme sevinçle karşılandı!

Böyle “bütün kızlar toplandık” fotosu olduğuna bakmayın. Buradaki asli görevimiz Güney’in doğumgününü kutlamak.

Lakin küçük bir sorunumuz var. O güne ait hiç Güney fotosu yok:) Zaten evlenince insanlar birbirine benzemeye başlarmış siz de benimle idare ediverin artık.

Bu fotoğraf o güne ait değil ama Güney’e yaptığım haksızlığa vicdanım elvermedi!

Defne’nin bugünlerdeki en büyük eğlencesi babasına “gitti kulak” yapmak:) Babası da onu kadar eğleniyor mu? Acı çekse de, evet.

müdür…

Bizim alemlerde Defne’nin lakabı “müdür”. Lakabından ziyade adı da diyebiliriz zira kendisi doğduğundan beri “Defne nasılsın?” sorusundan çok “Müdür n’aptın?” sorusuyla muhattap olmuştur:) (muhattap böyle mi yazılıyor bilemedim, işim bitince TDK’dan kontrol edeceğim, yanlışsa düzelteceğim babacım:)) Eee müdür olmak insanın omuzlarına küçük yaşta büyük sorumluluklar yüklüyor. Kendisi de bu sorumluluklarının bilincinde bir insan olarak geçenlerde gittiğimiz Timboo Cafe’de “Aaa valla olmaz, ben ödeyeceğim.” diyerek hesabı kimselere bırakmadı. Ağanın eli tutulmaz diyerek, hüplettiğimiz waffleların da verdiği rehavetle sessizce evlerimize dağıldık…

Ben daha iyisini bulana kadar en iyi çözüm bu!

Bu ek gıda işi zormuş arkadaş. Sadece anne sütüyle beslenirken ohh ne rahattı. Mızıldandı mı karnı mı acıktı, tak emzirme önlüğünü, koy kızı önlüğün altına, beş dakikada işlem tamam. Amcasının deyimiyle “şarj” olup dönüyordu Defne normal hayatına:) Ek gıdaya 4. ayda başladık ama 6. aya kadar alışma süresi diye düşündüğümden dışarı çıkarken ya evde yedirip çıkarıyordum yada denk gelmemişse, “en iyi yemek hazır olan yemek, yaşasın anne sütü” mantığıyla o öğünü atlıyorduk. Defne’nin 6 aylık olmasıyla ve daha önemlisi benim geçen hafta geçirdiğim “Defne niye az kilo aldı?” manyaklığımdan sonra bu işi sistemli yapmaya başladık. Evde kolay da dışarıda zor işmiş! Meyve dediğin şeyin püresi hemen bozuluyor, yoğurt sıcağa dayanmıyor. Bebek dediğin de seninle birlikte lahmacun yiyip ayran içmiyor ki! Bu haftasonu ilk defa hazır elma-şeftali püresi götürdük yanımızda. Sevdi Defne:) Biz tatlılarımızı yiyip kahvelerimizi yudumlarken o da bize eşlik etti.

El kadar bebeğe de hazır mama mı verilirmiş manyaklığı yapıyor muyum? Yapıyorum…

Haftada bir kere bir öğün hazır mama yedi diye hiçbirşey olmaz çocuğa diye sağduyu gösteriyor muyum? Ehhh…