Hayal ettiğimiz kadar mıydı varlığımız?

Ne istiyorum biliyor musun?

Şarkı söylemek.

Hayatta en çok bunu istiyorum.

Sağlık, huzur, başarı vs. onlardan bahsetmiyorum. Onlar hep istediğim, hepimiz için istediğim.

Bu, daha çok, “hayatta en büyük hayalin ne?” nin cevabı gibi. Kendim için. Tek başına hallerim için.

Ama öyle Gülben Ergen olmak istemiyorum. Demet Akalın da… Küçümsediğimden değil. Azımsadığımdan. Daha “çok” olmak istiyorum çünkü. Yoksa onlara da saygım var. Elinde “olan”dan, “olmayacak”ı oldurmak da büyük marifet. Valla bak. Hatta atarlı, tutarsız ruh halleri de bildiğin ben! Yakışır yani. Hani ruhuyla icra etmek marifet ya sanat dediğini, “atarlı-tutarsız” ı, bildiğin ruhumla icra ederim. Bana güven.

Ama dedim ya daha “çok” olmak istiyorum!

Daha “çok” olduğumu da çok sürprizli göstermek istiyorum.

Bir düğün düşün. Şöyle en yakın arkadaşımın. Gece ilerlemiş. Herkes geceyle birlikte güzelleşmiş. Dans, dedikodu, alkol karışmış birbirine. Birden sahneye çıkıyorum. Diyorum ki, bugün çok özel. Ve ben bu özel gün için özel bir şey yapmak istiyorum.

Daha önce kimse sesimi duymamış.

Ben orada Lara Fabian olmak istiyorum.

O düğünde  Je T’aime diye bir ünleyeyim, gözünden yaşlar boncuk boncuk dökülsün istiyorum.

Yanında oturan 40 yıllık kocan birden “kara sevda”nmış gibi görünsün gözüne, elin eline değemediği için aşktan kavrulmuş gibi hisset istiyorum.

Yüzünde “Bu neydi şimdi lan?” diye kalakal şarkı bittiğinde istiyorum. Kara sevdan birden, “E, Osmanmış ya la yanımda ki. Aha, bu da koca göbeği, kel kafası. Hee, ocağı kapattık mıydı Osman yav hakkaten birden aklıma düştü bak.” a dönüşsün.

Vay be bu kadın sahnelerin kadınıymış da, evlenmiş barklanmış, çoluk çocuk iş güç harcanıp gitmiş de istiyorum.

O düğünde işi sahne olan biriniz olsun, bana gelip  “Tuba Hanımcım valla şöyle şöyle, billahi böyle böyle, ille de bir yerde bir sahne” desin, ben de “Ayol, çoluklu çocuklu koca kadınım, ne sahnesi” falan derken, “E madem çok ısrar ediyorsunuz” çıkıversin ağzımdan istiyorum.

Kendimi kapkaranlık bir sahnede bulayım. Üzerimde bir ışık. Tek başıma.

Ha işte şöyle Joy Türk Akustik gibi. Gülşen mi belledin yoksa beni?!

Sil baştaaaaan diye bir başlayayım, sen orada tüm hayatını sorgula istiyorum.

Şebnem Ferah’tan daha az mı bildin beni?!

Helloooo diye bir coşayım, bu dünya, öbür dünya karıştırıver istiyorum.

Adele’le de kıyas kabul edeceğim, anladın mı beni?!

En son bir de Lana Del Ray patlatayım, sadcore ‘un dibine vur istiyorum.

2016 da MTV En İyi Alternatif Sanatçı ödülünü o karıdan alıp bana versin istiyorum, hissettin mi beni?!

Ay uzatmayacağım işte ben Şebnem olayım, Adele olayım, Lana olayım, sonum benzemesin Whitney Houston olayım istiyorum.

Valla fazlasında gözüm yok, o sahneye bir kere çıkayım, 1 saatliğine, Osmanları, Orlando Bloom’a, Nalanları Miranda Kerr’e dönüştüreyim yeter. Sonunda Osman’la Nalan çıkıp kelle paçacıya gitse bile bozmaz beni. Bana o bir saat yeter. Sonrasında sanat hayatıma banyoda devam edeceğim. Söz.

De sorunum büyük.

Sorunum hayalimden büyük.

O Ses Türkiye’ye çıkıp da ilk notada dördünü birden döndürenleri ağzımın suyu akarak izledim ben.

O kadar dipteyim yani.

Niye?

Çünkü sesim güzel değil.

Dürüst ol.

Çünkü sesim KÖTÜ.

Gerçek “kötü”. Öyle sesi güzel olup da nazlananların kötüsünden değil.

Ben ortaokul birde okul korosundan atılmış insanım. Valla bak. Korocak “Zumgaligaligalizumgaligali” şarkısını üç sesli söylüyorduk da, o karı benim sesimi 3 çarpı 20 sesinden içinden nasıl seçtiyse artık, Tuba sen söyleme dedi. Sonra da beni, o koronun şarkı söyleyeceği bilmemne gecesine sunucu yaptılar. Niye? Çünkü sesim kötüydü ama çalışkandım.

Kırık gururum tamir oldu mu?

Hayır.

Yani önümde “çok çalışırsam illa olur.” diye bir yol yok.

“Çok çalışsam da bok olur.” diye bir gerçek var.

Olsun.

Ben susarım. Mehmet Erdem söyler.

Oluuuur o zamaaannn, oluuur o zamaaannn

Aklıııın doğruyu, buluuuurrr o zamannn…