Doğa 7 aylık!

Efenim, yine bir çoook geç kalmış, aydönümü yazısıyla huzurlarınızdayız. Buraya yazmaya başlama sebebim, taaa milyor yıl önce Defne için bir nevi günlük tutmaktı. Defne hedebödedört aylık olana kadar yazmıştım da yazmıştım. Kim bilirdi ki, bir gün yine anne olacağım, çok işim, az vaktim, az çalışan beynim, bol griden pembeye dönmüş beyin hücrelerim olacak ama vicdanım “ay illa da Doğa’ya da yazman lazım, çocuk demez mi ay ikinciyim diye mi vıdı vıdı bıdı bıdı…” Doğa ileride birşey der mi bilmem ama kendi iç sesime çene yetiştirinceye kadar şuraya iki satır da oğlum için birşeyler yazayım.

Hayır yazacağım yazmasına da, şu iki çocuklu hayatta çok temel bir sorunum var. Çözebilen varsa beri gelsin, elimden tutsun, yardım etsin. Eminim her anne, hatta anne olmasa bile her kadın üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri yaşıyordur da, bendeki etkisi genel olarak yarımlık, hatta çeyreklik! Çeyrek anne, çeyrek çalışan kadın, çeyrek çocuklara oyun arkadaşı, çeyrek evin yemek yapıcısı, çeyrek gün gezmecisi! İşten geliyorum, yemek yap, ye ve yedir, oyna, oynat, yıka, yıkan, kurut, kudurt, uyut… Geçti mi sana bir akşam daha. Şu çocuklara günde yarım saatçik de kendi kendilerine oynamayı öğretebilsem hayatım değişecek yeminle! Hah işte, tam da bu sebeplerden valla hep çok şey yapasım ve azıcık zamanım var. Şöyle planlı programlı yaşayan insanlara imreniyorum ve hatta hasetleniyorum. Ben de isterim, çocuklarıma dörtdörtlük anne, kocama saçı fönlü, yüzü BB hatta yetmez CC kremli, “nude” rujlu, çok bakımlı ama çooook doğal gibi, kendinden güzellikli, akşam yemeği arkadaşı olayım, arkamdan “ayyy Tuba hanım, işinde dörtdörtlüktür” desinler, akrabalarım “ayyy Tuba mı, vefa kumkumasıdır o, hep arar sorar”, arkadaşlarımla gün gezmekten, altın toplayan Mario Bros gibi olayım. Üstüne de akşamları yatmadan, afillisinden Oscarlık bir film seyretsem, iki satır kişisel gelişim kitabı okuyup, bir kadeh de pahalısından şarap yuvarlasam. Saten geceliğimle, hadi coşmayayım saten pijama da olur, saatler 12 yi vurduğunda misler gibi uyusam.

Hayaller Adriana Lima, gerçekler Kibariye diyorlar ya. Hah işte o hesap.  Ay o bile, kocama geyşa, çocuğuma bilmem ne, halkıma da bilmem neyim demiş. Bir bende numara yok! Patlat Kiboş arkadan müziği: Eller kadir kııııyyymet bilmiyor annnnnnee…

Geçen Doğa’nın vücudunda döküntüler başladı. Doktora fotoğraf çekip yolladım. Durum bu geleyim mi dedim? Yok dedi, fotoğraflar “premium qualitat” olmuş, gözümle görmüş kadar oldum. Senin vaktin yoktur dedi. Ertesi gün baktım, elde, ayakta, ağzında çoğaldı döküntü, çok akıllıyım ya, bildim hemen lan bu el-ayak-ağız hastalığı diye. Doktora hemen iki fotoğraf daha. Dedim bildin mi, el-ayak-ağız bu. Geleyim mi, gelsem de yapacak birşey yok, virütik değil mi dedim. Gelme bebeğim dedi, sen bir gelme. Artık 8. ay kontrolüne gelirsin. Çocuğun 7. ay kontrolünü bile salladık yani. Öyle bir vakitsizlik.

Nasıl yoğunum, ölüyorum, bitiyorum ya. Ama fena da hırslıyım. Doğa’ya günde 5 saat çak yapmayı, 3 saat gel gel yapmayı, 2 saat baybayı çalıştırıyorum. Öğrendi ama zibidi. Emekler işe yaradı. Vakit yok ama neyseki zamanımı çok verimli kullanırım. Çocuk herrrrkeslerden önce baş baş yapmazsa dünya yıkılır, başı kel kalır falan neme lazım.

Bir de erkek sesiyle heeeeööövvv, hööööööyyygg, bebüüüüü diye bağırıp duracağına annem eline sağlık, babam kesene bereket demeye başlarsa, oldu bu iş! Ondan sonra Doğa’ya kreş yolları, bana gezmeler!

Pek yakında “Kardeş kıskançlığına muhteşem çözümler!”,  “Yanyana kuzu gibi oynayıp, kedi gibi yemek yiyip, köpek gibi guguşarak uyuyan çocuklar hayal değil!”, “Kelin ilacı olsa başına sürerdi demeyin, kel ile empati kurun” kitaplarımla piyasadayım gençler. Israrla bekleyin.