Şükür…

Defne doğduğunda, ben “ben” değildim.

Anne olmaya hazır değildim-değilmişim.

Hayatımızın merkezine oturan bebeğe hazır değildim-değilmişim.

Ben; anne olamıyordum.

Bebek; Defnem, kızım olamıyordu.

Ama eski halime de dönemiyordum.

Arafta gibi.

Arkama dönüyorum. Çoook uzak puslu bir geçmiş.

Önüme bakıyorum. Boşluk.

İyi değil. Kötü değil. Sadece boşluk.

Mutlu değildim. Mutsuz da. Sadece hissiz.

Bebek ağlıyordu. Bebek emmek istiyordu. Bebek kucak istiyordu. Bebek uyumuyordu.

Halimi görenler “şükret” dedi. Haline şükret.

Uyumuyor diyorum. Bak bilmem kimin bebeği daha fena. O hiç uyumuyor.

Ağlıyor diyorum. Bak bilmem kimin bebeği daha fena. O daha çok ağlıyor.

Şükrettim. Benimkinden daha kötü bebekler gibi olmadığı için.

Daha kötüsü de olabilirdi diye, daha iyi hissetmem gerekliydi.

İyi hissettim.

O boşluk hissi geçince, ben kendimi bulunca, bebek; Defnem olunca anladım.

Ne ikiyüzlüymüşüm.

Dedim.

Kendinden kötüyü görüp, onun gibi olmadığına şükretmek.

Ay Allah korusun ya öyle olsaydı demek.

Şükür mü ki bu.

Çok “şükür” geçti gitti o günlerim.

Uzaklarda kaldı.

Doğa doğdu.

İlk hafta emip uyuyan, sakin mi sakin bir bebekti. Şükrettim.

Hiç “bebek” demedim ona. Bebeğim dedim. Oğlum. Canım.

“Kolay” olanı sevmek ne kolay diye düşündüm. Sana uyanı.

Marifet öyle olmasa da sevebilmek.

Bir hafta geçince, Doğa da her bebek gibi oldu. Defne gibi.

Uyumadı, yemedi, ağladı, hep kucak istedi.

Şükrettim.

Allah bize onu verdiği için.

Ağlayacak, uyumayacak, kucak isteyecek kadar sağlıklı olduğu için.

Bizi seçip, bize geldiği için.

Bir saat ağlayıp sallayıp on dakika uyuduğu için.

On dakikanın sonunda gülerek uyandığı için.

Ve dua ettim. Daha kötüleri gibi olmasın diye değil, daha kötüleri de iyi olsun diye.

Her zaman böyle miyim?

Asla.

Deliriyorum, kızıyorum, yoruluyorum.

Ay çok şükür, bilmem kim gibi değil neyseki diye rahatlatırken buluyorum kendi kendimi.

İnsanım. Zaaflarım, zayıflıklarım var.

Ama artık şükretmenin kıymetini daha çok biliyorum.

Ve ne için şükretmem gerektiğini.

 

 

Doğa 3 aylık!

fotoğraf

Çocuk 3 ayı geçeli iki hafta oldu, yazıya ancak fırsat buldum. Evde bir tantana, bir cangama sorma gitsin! Ay büyüğü yolluyor tüm gün okula, yanında el kadar bebe, o da tüm gün uyur zaten, hem bakıcı da yok muydu bunlarda, anneler de emrine amade zaten diyen olursa, hiç affetmem, ağzını burnunu dağıtırım!

Yok zaten bakıcı da. Gitti. Kaçtı da denebilir.

Benden mi?

Daha neler?

Şimdi bir beni gaza getirenler silsilesi vardı ya, ayyy ikisi bir büyür, bir bakmışsın, ikisi bir ilkokula başlamış, satmışsın sıpaları anneanneye, babaanneye, kolunda kocan, artık paşa gönlün nereyi çekerse, artık Maldivler mi dersin Prag mı gezersin diye, hani onlar diyordu ya, amaaaan ikinciler çok kolay büyüyor, uyuyor, yiyor, kendi kendine büyüyor, farkına bile varmıyorsun diye, önünde zaten ablası var örnek, her aşama kolayca geçiyor diye. Hah işte, onlara sesleniyorum. Nerdesiniz ulan?! Niye kimse bana demedi 2 çocuk, bir çocuk çarpı iki değil, çok çocuk demek diye. Oolum manyak mısın daha ilki bebek, deli misin diye. Misal büyük olan (hani abla diyorsunuz ya), dün gece 5 kere kalkıp, sabah da terliğimi uzağa fırlatmak istiyorum ama fırlatmak istemiyorum diye bir saat ağladı. Ağladı dediysem kibarlığımdan. Höykürdü bildiğin. Terliği ağzına fırlatmamı ister misin yavrum diye yapıştıracaktım iki tane de valla modern anneliğim durdurdu. Bizim örnekte mi sıkıntı acaba?! Doğa’ya da eğlence valla. Sırf Defne’nin bağırtısını ve biz evdeki üç zavallı yetişkinin (evet bakıcı kaçtı ama babaanne tam destek) çabalarını seyredeceğim, olayı kaçırmayayım diye, sabah uykusunu 1.5 saat erteledi çocuk!

Doğa için hayat şu şekilde geçiyor zaten. Gözler kocaman açık, ağız gözlerden de açık, salyalar çoraplarımızı sulaya sulaya (evet bizimkileri de), Defne’yi seyredip, çete liderinin disiplinli eğitim sürecinin her dakikasını aklına yazarak. Yürüdüğü gün, Defne bunun eline de verecek bir hortum parçası, kağıtları kıvırtıp, ok yapacaklar, ikisi bir olup totomuza totomuza üfleyecekler diye çok korkuyorum! Ucuna toplu iğne de koyar bu zirzoplar!

Ay ben Doğa’nın üçüncü ayını anlatacaktım, yavruma hatıra kalacaktı. Bir başlayınca duramadım, ohh söylendim söylendim de rahatladım.

Efenim, Doğa üçüncü ay itibariyle, onu yapıyor, bunu yapıyor, uyumuyor, durmuyor, bizi mahvediyor ama bir gülüyor, hah işte o an dünya duruyor aşamasına geldi. Evet, geldi. Bildiğin gülüyor. İnsanı fena yapıyor.

Akşam 11 yatmışsın.

Gece 1. Kalkmışsın.

Gece 3. Kalkmışsın.

Gece 5. Kalkmışsın ve bu defa dalacaksın, ne kalkıp duruyorsun çocuum diye. Tam o anda şeytan dürtüyor, bu sefer de babası kalksın, ona da adilik olsun, hem uyumazsa o gezdirir azıcık da kucağında diye. Emzirip, babasına kakalayıp, ölü numarası yapıp yastığa kafayı gömmek niyetindesin. Güney’i dürtüyorsun, sevgiliiiim* oğlumuz ağlıyor, bir zahmet bakar mısın diye. Güney de lafına istinaden bir zahmet kalkıyor, yatağın başına gidiyor. Başlıyor kıkırdamaya. Aha da bunun da kafa gitti, devreler yandı diyorsun. Ne gülüyorsun sevgiliiiim*, evet oğlumuz pek tatlı ama deli misin nesin derken, gülüyo yav bu diyor. Atma la -ay pardon sevgilim- nereden gördün karanlıkta derken, şeytan dürtüyor sen de bakıyorsun ve evet gülüyor.

İşte o gün bittiğimiz gün.

Şimdi her gece zırt pırt kalkıp gülüyor adam. Ayıp olmasın diye mecbur biz de gülüyoruz. Haydaaa, ondan sonra eller havaya!

Şundan 4 sene önce biri sabahları 5 te kalkıp güleceksin dese biri, totomu dönerdim, artık güler miydim napardım kimbilir. Bozdu bu annelik müessesi beni.

(Şimdi bunca yazının üstüne biri de ay ne var, üç aylık bebek 2 saatte bir kalkmış çok mu derse, ona da dalarım, zira diğer iki saatte bir de Defne’nin kalktığından bahsetmiyorum burada. Sırf için şişmesin, çocuk yapasın varsa, hevesin kaçmasın diye. Bak yukarıdaki yıldız işaretli yerlerde de evlensen, çocuğun olsa ve hatta iki tane bile olsa kocanla hala aşk yaşayacağını gör de umudun kırılmasın diye, evdeki hitap şeklimizi bile yazıyorum. Hayır, öyle olmasa Güneeeeey diye bir höykürürdüm de komşular bile duyardı. Var mı duyan? Yok. Teşekkürler.)

E işte, 3. ayın özeti, gülüyor, yuvarlanıyor, aguluyor, bıdır bıdır sesler çıkarıyor, ve en önemli aktivite tüm heyecanıyla Defne’yi izliyor.

Bir de yalan yok, çooook ama çok seviliyor.

Yerim. Yiyorum da.