Defne 25 aylık!

fotoğraf

Ben hiç başka bir ülkede yaşamayı düşünmedim. Kısa süreli hayallerim oldu, dönem dönem gitmek istediğim oldu, fırsat buldukça yeni yerler görmek için can attım. Ama? Ama yurtdışında “yaşamayı” hiç düşünmedim. Eksisiyle, artısıyla, kavgasıyla, tantanasıyla, rengarenk insanlarıyla, ben buradaki kaosu hep sevdim. Benim ülkem, mahalleye çukur kazılırken başına toplanıp seyredenler ülkesi. Benim ülkem aklına esince arabadan inip, kaldırımda halay çekenlerin ülkesi. Benim ülkem kucağında çocukla gezerken, üşür o üşür diye üstünü örtenlerin ülkesi,  dedim hep. Güney de dedi ki, bu ülke aynı zamanda trafik kuralına uymayan bir manyağın yüzünden, başka insanları öldüğü ülke, maç sonrası sevineceğim diye silah patlatıp, balkondaki insanı öldürdüğü ülke, çocuğunun iyi eğitim alabilmek uğruna daha 8-10 yaşlarında deli gibi “ders” çalışmak zorunda olduğu ülke. Umutsuzluğa kapıldığım oldu. Ama insanların sıcaklığı, duygusallığı, çoğu zaman iyi niyeti, “insan” olma hali vazgeçilmez oldu benim için.

Bugünlerde bu ülkede yaşama mutluluğuma, bu ülkede çocuk yetiştirme mutluluğum da ekleniyor. Korkularımla beraber.

Okuyorum, dinliyorum, izliyorum. Ve hayran oluyorum!

Sokaktaki çocuklar muhteşem!

Haksızlığa tahammülsüzlük…

Hep “ben”cilik, bencillik yerine hepimizcilik, herkese özgürlükçülük…

Fikrini, hissini olduğu gibi, istediği gibi söyleme güdüsü. Ve hatta şekli…

Gülüyorum, imreniyorum, tamam azıcık da kıskanıyorum.

Çok akıllısınız be!

Bugün Defne 25 aylık…

Düşünüyorum, hayal kuruyorum, umut ediyorum.

Dua ediyorum.

İyi bir insan olsun diyorum, ama sadece kendi iyiliği için değil.

Özgürlük için hep sesi çıksın diyorum, ama hem kendi, hem yanındaki, gerektiğinde karşısındaki için bile.

İstediği gibi bir işi olsun, yeterince parası olsun, arkadaşları, dostları olsun. Ama mutlu olsun. Ne yaparsa yapsın.

Herşey hakkında fikri olsun, okusun, araştırsın, gezsin, tozsun, gözüyle görsün…

Daha 25 aylık.

Ama her sabah benim iş mesaimle, onun park mesaisi başlıyor. Park dediğin salıncak, kaydırak değil sadece. Ot demek, böcek demek, kuş demek, kum demek. Üç-beş ağaç demek.

Karıncaya parmağınla basarsan canının acıyacağını öğrenmek, köpeği zarar vermeden sevmek, salyongazları 10 dakika seyretmek demek.

Arkadaşıyla oyunu, oyuncağı paylaşmayı öğrenmek ama yeri geldiğinde de istediğini elde etmek için mücadele etmek demek.

Gün be gün büyüyor önümde. “Birey” oluşunu hayranlıkla izliyorum.

Nasıl bir insan olacak, merakla bekliyorum.

Gurur duyacağım bir “evlat”, gurur duyacağı bir “anne” oluruz inşallah diyorum.

Dua ediyorum…

 

 

 

 

 

 

 

Politiğini bilmem ama romantik devrim kapıda…

Hem bu kadar mutlu, hem bu kadar mutsuz…

Hem bu kadar umutlu, hem bu kadar umutsuz…

Hiç olmamıştım.

Bu kadar insanın, kadının, erkeğin, çocuğun, ergenin, dedenin, ninenin…

Sadece tek bir masum amaç için, “özgürlük” için..

Ama kendi özgürlüğü, ama yanında namaz kılanın özgürlüğü, ama diğer yanında içki içenin özgürlüğü için..

Ama 15 yaşında, okul-ders-dershane dışındaki herşeye “Aman sen ne anlarsın, okulunu oku.” dışında birşey duymamışlar için…

Ama o üç-beş ağacın özgürlüğü için… Ama o ağçalarda yaşayan üç-beş kuş için…

Ama daha 2 yaşında olup, hayatı öğrendiği yer “park” olan, “doğa” olan çocuklar için…

Kandil günü inancını özgürce yaşamak isteyenler için…

Başı kapalı diye, illa zihni de kapalı sanılanlar, oraya giremez, buraya giremez diye ötelenenler için…

Sokaklarda olması beni umutlandırmasın da ne yapsın?

Ama iki kalbi nefretle, zihni sapkınlıkla dolu insanın Bergüzar Korel için yazdıklarını görünce…

Bir insan çıkıp Taksim’dekiler topluca ölsün deyince.

Diğer taraftan “Ohh polis ölmüş, Allah belasını verdi.” diye sesler gelince…

Deliriyorum, küfrediyorum, çıldırıyorum.

Ama yine de ben artık daha iyi bir insanım. Yan komşum da öyle. Karşı apartmandaki de, sen de.

Bugünden sonra artık kimse sokakta yerde yatan birini görünce, aman neme lazım diye dönüp arkasını gidemez, gidemem.

Kimse Fenerbahçe’yle Galatasaray maç yaptı diye birbirini linç edemez, Çarşı izin vermez, vicdanı izin vermez.

Haftada iki gün AVM’ye giden kimse, acaba demeden duramaz, duramam.

Söyle şimdi, senin de artık içinden, mahallenin bakkalından gazoz içmek gelmiyor mu, çilekli smoothy içmek yerine.

Sen de tabureni çekip Mehmet Abi yaa, bir çay versene demek istemiyor musun, bir grande white chocolate mocca demek yerine.

Sen de parkta çimlerde yayılıp, hiç tanımadığın insanlarla sohbet etmek istemiyor musun?

Geçmez mi bu haller? Geçer elbet. Bir süre sonra yine “şehirli” oluruz. Ama eskisi gibi olmaz hiçbirşey. Olamaz.

Biliyorum çok romantiğim bugünlerde. Biraz hüzünlü, bolca umutluyum.

Kötü herşeye rağmen.

Politik bir devrim olur mu bilmem.

Anlamam da…

80 doğumluyum ben.

Ama sence de “romantik devrim” başlamadı mı çoktan?

 

 

 

Düşün. Sadece…

images

Senin gibi düşünene saygı duymak ne kadar kolay.

Ve senin gibi düşünmeyene saygı duymak ne zor.

Halbuki maharet o iken.

Benim için de. Senin için de.

Hala “üç-beş ağaç” uğruna sokakları birbirine kattılar, polise taş attılar, şiddete başvurdular, değer mi diyenler var.

Kibarca.

Kibarca olmayanları da var.

Düşün. Sadece düşün. Ama etraflıca.

O üç-beş ağacın sembol olduğunu, o sokaklara dökülen insanların kendi için değil, benim için değil, senin için değil, hepimiz için orada olduğunu.

Bugün “özgürce yaşamak için direnen” insanların bahsettiği özgürlüğün seni de kapsadığını…

Kendi bir kadeh rakısını keyifle içsin, sen ibadetini istediğin gibi yapabil diye.

Kadın-erkek farketmeden hepimiz istediğimiz eğitimi alabilelim diye.

Bugün başbakanı birşeyler dayatırsa milletine, yarın kadına kocası dayatmış çok mu zihniyeti olmasın diye.

Kaç çocuğum olacağına ben karar vereyim, sen karar ver diye.

Fikrimi söylediğimde, fikrini söylediğinde üç-beş çapulcu olarak anılmayalım diye.

Başbakana soru sorma “cesareti” ni gösteren gazeteci de, sen de ben de, çocuk gibi azarlanmak yerine “siz” diye hitap edilmeyi hakettiğimizi cümle alem duysun diye.

Bu ülkede üç-beş ağaç konusunda da, Kürt meselesinde de, türban konusunda da kimse uyutulmasın, basın özgürce, hem benim düşündüğüm gibi, hem de benim düşünmediğim, bazen de düşünemediğim gibi haberler versin diye.

Sen de kendini benim yerime koy. Ben, senin yerine koymak için elimden geleni yapıyorum.

Evet zor.

Ama deniyorum.

Sen sen olmaya devam et. Ben de ben. Farklı düşünceler, fikirler, inanışlar, hayat tazrları olsun. Hayat böyle güzel, böyle zengin zaten.

Birarada yaşarken “biz” de olalım. Bizi biz yapan, ortak dil, ortak din olmasın ama.

İnsan olmak olsun.