Defne 23 aylık!

defne23aylık

Konuşuyor.

Hoşuna gidecek şeyler. Anni üzledim. Anniyi seviyom. Anniye büüle sarılıyom.

Delirtecek şeyler. Anni. Anniiii. Efendim? Anniiii. Anniiiiii. Söyle Defnecim. Anniiiiiieee. Anniiiiiieeeeaaa. Ne var çocuuum, ne var evladım, ne var?!!! Anni.

Komik şeyler. Defne sen çorabını giyecek misin? Men çovap giycem yok. Defne sen yemek yer misin? Men yemek yicem yok.

İtirazcı şeyler. Defne parka gidelim mi? I ıh, gittiiiiiiik! Defne uyuyalım mı? I ıh, uyuduuuuk!

Şaşırtıcı şeyler. Defne montunu giy. Gerek ok, hava sovuk diiil. Defne cereyan kesildi. Cevyan diilll, elektrik.

Konuşuyor. Anlamlı. Anlamsız.

Çok.

Çok fazla çok!

Yerken, oynarken, gezerken, arabadayken, sen başkasıyla konuşmaya çalışırken, sen çalışmaya çalışırken.

Durmadan.

Gülüyorum, eğleniyorum, bolca söyleniyorum, kafam şişti diyorum, bazen kelimeler ağzımda dolanıyor konuşamıyorum, çünkü oraya gelene kadar beynimin içinde karmakarışık oluyor. Gürültüden.

Herkes halime gülüyor.

Ve annem beni en zayıf noktamdan vuruyor. Cık, böyle çok kibar oldu. Annem beni çok pis satıyor! Sen de böyleydin.

Bu kadar mı çok anne?

Daha çok.

Susuyorum, diyecek birşeyim yok 🙂

Madem kaşı, gözü, yüzü bana benzemiş, çenesi de ödülü mü cezası mı, benzesin napalım.

Olan Güney’e oluyor. Evde iki kız. İkisi de durmadan konuşan kız.

İki yaş krizi?

Bir kriz var evde ama adı iki yaş krizi mi bilmem. Bizim kriz daha ziyade “başka” krizi. O “an” geldiyse, Defne’nin canı illa kriz çektiyse, dünyaya “başka” bir yerden bakmak istiyor. Al evladım boya. Başkaaaa boyaaaaeeeaaaa?!!!! Al evladım bardak. Başkaaaa bağdaaaaakkk?!!!! Defnecim yemek. Başkaaa memeeeeeekk! Canım hadi üzerini değiştirelim. Başkaaaa eteeeeekkkk! Evet canın sıkkın, seni anlıyorum, üzüntünü paylaşıyorum, hadi gel sarılalım. Başka annieeeeaaaa!!! (Hay o çocuk gelişim kitaplarının, tepki vermeyin empati yapın diyenlerin!)

Ama sonunda geliyor, anni düzeeeel diye seviyor ya, içinin yağları eriyor. Valla güzelliğe düşkün değilim.

Çok yoruldum, sırtım ağrıyor deyince, anni masaaajjj diye sırtını ovalıyor ya, gözyaşların sel oluyor. Billa masaja bağımlı değilim.

Yatakta 45 dakika debelenip, uyutamayıp, aaaa yeter ama diye kıçını dönüp yatınca, anni üzledim diye gelip sokuluyor ya. Kat’a rüşvete yatkın değilim.

Biliyorum bunların bir sebebi var.

Anne “başka bebeeeeeeek” sınırına gelmeden, oradan çevirmek.

Bir sonraki deliliğe kadar.

Olsun kanıyorum ya.

Seviyor işte çocuk. Daha ne yapsın!

 

 

 

Her işte bir hayır var(mış)!

IMG_1161

Fuar süresince ayrı kalmanın fuar sonrasında acısı fena çıkar sendromundan sonra taa aylar öncesinden bileti alınmış Mersin seyahati gözümü öyle bir korkutmuştu ki. Allahım Allahım, daha İstanbul’dan döner dönmez her gece uyumam diye çığlık çığlığa bağırdıkça Defne, ben de çığlık çığlığa bağırıyordum, 15 gün geçecek, Güney İtalya’ya gidecek, ben Defne’yle yalnız başıma Mersin’e gideceğim, zaten düzen bozuldu, keyfi bozuldu, oyun bozuldu, İMDAAAT BEN NE HALT ETTİM diye. Tabi içimden.

Ben hayatta bir şekilde şuna inandım. Her yeter, bittim, öldüm, dayanamıyorum dediğinde, konu iş-çocuk-aşk-para ne olursa, gerçekten bıçak kemiğe dayanmışsa, bir şekilde bir ışık yanıyor. Gözlerin faltaşı olmasa da birini açıyorsun en azından. İnandım dediysem, öyle kolayına değil. Ben öyle iç huzuru tam, kendi içinde bütün bir insan değilim. Buna her seferinde inanıyorum ama süreçte değil, o ışık geldiği anda. Işık gelene kadar ver yansın kadere, dünyaya, şansına, kocana, kızına:)

İşte tam Defne’nin uyumama sendromundan delirmişken, gece bir anda elektrikler gitti. Defne şaşırdı. Sadece şaşırdı. Jeneratör devreye girene kadar ki 1 dakikada, aaa elektrik gitti, tüh müh napsak diye şaşkınlığından faydalanıp koydum pusete -ışık yandı dediysek, minik bir ampul, tabi ki hala pusette uyuyor!- Güney çaktırmadan sigortayı kapadı, Defne uyudu. Ertesi gün, uyku saati geldiğinde yine sigortayı kapadık, elektrik gitti dedi, yattı uyudu! Al sana ışık!

Mersin günü geldi çattı. Bu sefer de aldı mı beni “uçak” sendromu. Geçen sene aynı zamanlarda yine uçakla gitmiştik de kek ezip her yere ufalamaktan, yanımdakinin gazetesine musallat olmaya, yerimde oturmam krizinden, hele o kemeri asla takmam krizine herşey gözümün önünde film şeridi. Korku filmi!

Bindik uçağa. Bilinçli, ideal ve çok konuşan anneyim ya anlatıyorum günlerdir, uçakta sana bebek kemeri verecekler, sen onu takacaksın, çok havalı olacaksın diye. Daha uçağa binmeden her gördüğü görevliye başladı kemer sormaya. Uçaktaki görevli adamcağızı bunaltıp aldı kemeri, taktı oturdu. Sonra her gelene “Baaak bebek kemeri, güzeel.” diye bir havalar, bir havalar. Yan tarafta ağlayan bebeğe, “Bebek ağlama, mu kemeeer menim, abiii kardiş bebek kemeri” diye ona da kemer sipariş edip, bir de “Bebek ağlama uçak güzel” dediği anda gözyaşlarım sel olmuş akıyordu. Mutluluktan! Yok canım, o kadar da değil. Ama çok mutluydum ulan! Al sana ışık!

Ve Mersin. Pusette uyuyor diye hergün saydırıyorum ama anneyim ya kıyamıyorum da, rahat etsin diye koca 12 kg’luk puseti yüklendim de gittim oralara. İlk gün gezdi, tozdu, oynadı, yoruldu, akşam yanıma geldi, elimden tuttu, “Anne elektrik gitti” diye tuttu götürdü elimden içeri. Annemlerin işgal ettiğimiz yatağına. Açık ışık, açık TV’ye rağmen. Yanına yattım ve UYUDU! Şans dedim, ihtimal vermedim. Ertesi gün öğlen, Mersin’in cayırdayarak parlayan güneşine bakarak, elektrik gitti diye tuttu götürdü beni yatağa, sarıldık, yattık. Acaba dedim. Akşama da ben elektrikler gidecek hadi hemen yatalım diye ben götürdüm ve yine uyudu. İşte o zaman gözyaşlarım sel oldu, üçte üç dedim, bu da mı gol değil dedim. Al sana ışık!

Hayır, elektrik geldi gitti diye çocuumun kafasını karıştırıyorum, uyumasını gerektiğini açık yüreklilikle anlatmıyorum, neredeyse 2 yaşına gelmiş yavrumu hala usulüne uygun uyutamıyorum diye hiiiç vicdan yapmıyorum. Ben uyuyan çocuk seviyorum!