Babalar ve kızlarıymış! Peh!

Tamam sen hep kıskanç bir insandın. Doğduğun günden beri. Anneni babandan, babanı ablandan, ablanı komşunun çocuğundan, komşunun çocuğunu bakkal amcadan, bakkal amcayı çok sevdiğin berber Üzeyir Amca’dan kıskandın. “Çok konuşma” hastalığına yakalanan Üzeyir Amca’ya doktor “çok konuşmama” uyarısı verince inanmadın, kıskançlığından, bir tek benimle mi konuşmuyor, yoksa herkesle mi diye gizli gizli seyrettin. İlkokulda Yaemin’i Gülşen’den, Gülşen’i Hakan’dan kıskanırken, hadi hop okul değiştirdin, Çiğdem’i Yaprak’tan derken, hadi üstüne bir de şehir değiştirdin. Dokuz yaşında çocuğa yapılır mı bu? İlkokul, üç ayrı okulda okutulur mu? Okul değiştirirken, şehir değiştirirken, yeni okulda ne halt edeceğim, herkes birbiriyle arkadaş, yalnız mı kalacağım derdine düşmedin de, geride kalan okulda, geride kalan arkadaşlar şimdi birbirlerini benden daha mı çok sevecek diye dertlendin.

Ortaokula başlayınca büyüdün, akıllanırsın sandılar, sandın. Zira kıskanç olmak, öyle yaşamak zor zanaat! Bu defa, Özlem’le oturduysan sırada, Özge’yi, Özge Deniz’le oturduysa Deniz’i kıskandın. Hatta abartıp, genç, yakışıklı -ve o dönem bekar- İngilizce hocan Güven Bey’i tüm dünyadan kıskandın. Sonrasında o Güven Hoca dünyanın en çirkiiin, en tipsiiiz, en huysuuuz, şişe bacaklı, kazma dişli kadınıyla evlendi de onu bari kıskanmayayım dedin de  bir gün o kadın evlerine davet edince, pasta börekleri dizince, sımsıcak sarılınca, o şirinlikleri yemedin tabi  ama güzele yakın -pek tabi ki güzel değil- olduğunu görünce kıskançlığın dibine vurdun. O an on yaşındaydın, ama on beş sene sonra dünyanın en güzel, en akıllı, en başarılı kadını olacaktın, on beş sene bekleyemedi akılsız adam, o “neredeyse güzel” kadına kandı!

Bütün bunlar olurken biri de sana yuh demedi, çüş demedi, az akıllı ol demedi. Akrep burcu o dediler, kıskanır dediler, hatta bazıları sevimli bulup güldüler. Hayır kıskanacaksan, birinin başarısını kıskan, ona özen, hırs yap çalış, ya da ne bileyim birinin spora yatkınlığını kıskan, uğraş çabala! Yok! Seninki sevgi arsızlığı.

Üniversiteye geldin, bitirdin, 30’unu geçtin. Başak, o kızın düğününe gitti diye kıskandın, öbür kızla buluştu diye kudurdun. Son umudun “anne” olmaktı artık. Bu kadar kutsal, yoğun duygular yaşarken, pamucuk bir insan olacaktın artık. Sen herkesi sevecektin, herkes birbirini sevecekti, dünya güzel bir yer olacaktı. Anne olunca akıllanacaktın. Hamilelik pek işe yaramadı. Benim zamanım doğumdan sonra mı gelecek derken, bir baktın ki, hem ulan bu çocuk hiç uyumuyor, ağlayıp duruyor diye dertlenirken, bir taraftan da şimdi bütün çocuksuz arkadaşlarım benim yokluğumda birbiriyle kanka oldu diye verdin coşkuyu, verdin coşkuyu. Tabi kendine.

32 yaşında anladın ki can çıkıyor, huy çıkmıyor!

Yani diyorum ki Defneeee, hani baban sana “Ben kimim?” diye sorunca şımarıp “Meniii babaaaa” diye sarılıyorsun ya, ben sorunca da ben kimim diye, “Anne” deyip totonu dönüp gidiyorsun ya…

Hani “Defne bir şarkı söyler misin?” deyince, dansıyla birlikte Pepee’nin şarkısını, o sonundaki M’leri bastıra bastıra “babaaaaammmm, babaaaammm” diye söyleyip, “Defne, sen anneli bir şarkı biliyor musun?” deyince “Gok.” diyorsun ya…

Hani babanla yatakta yatarken aranıza uzanınca “Annieea. Gak.” diyorsun ya…

Herşeyin babayla aynı olsun, babanın yemeğinden, babanın çorabından olsun istiyorsun ya…

Bozuluyorum valla. Az da olsa. Beni de çok seviyor desem de kendime. Bunu herkes de söylese de. Az değil işte yaaa! Kıs-ka-nı-yo-rum!

Çıldırtmayın beni!

Anneme özel not: Küçükken sen de öyle babacıydın, babanın kucağından inmezdin, sana çekmiş diye teselli etme beni! O huyu da çekmeyiverseymiş!