Van Gogh diyorum Van Dogh değil!

Pazar günü uzun zamandır aklımızda olan Cer Modern’deki Van Gogh Alive sergisine gittik. Uzun zamandır gitmekti de niyetiniz niye bugüne bıraktınız dersen, bu pazar son güneşli pazar, hadi Odtü’ye, yok asıl bu son güneşli pazar Hayvanat Bahçesi’ne, aaa yollar kar buz olursa taaa Nata Vega’ya nasıl gideceğiz, hadi bu pazar oradaki akvaryuma, ohooo yılbaşına bu kadar kala İkea’ya uğrayıp tüm süslerden almadan olmaz, hadi bu pazar İkea’yaya diye diye bugünlere geldik. Sanatla ilişkimiz biraz sığ mı göründü sana? Yoo, sığ biraz ağır bir kelime. Mevsimsel diyelim istersen. (Yazar burada, karı-koca mimar olduklarını, yıllarca sanat tarihi okuduklarını, bir müze binası görmek için Avrupa’nın bir ucundan bir ucuna günübirlik gittiklerini ama o zaman çok genç, çok hevesli olduklarının unutulup, sadece Türk olduklarının hatırlanmasını ve bu veriyle yargılanmayı talep etmektedir.)

Defne doğduktan sonra sanatla ilişkimizin Luli Tv’deki Van Dogh’la sınırlı olduğunu düşünürsek -hayır google’lamana gerek yok, tam da adından anladın işte, ressam bir köpek ve adı bingo! çok yaratıcı bir biçimde Van Dogh!- ve sanatsal eleştirilerimizin kaynağının “Van Dogh resmi düzensiz buluyor, düzeltip, tahmin etmekten istiyor.” dan ibaret olduğunu düşünürsek Defne kadar bizim için de heyecanlı bir deneyim olacaktı.

Pazar sabahı saat 10 olmadan -evet 10 olmadan, prensip olarak pazarları da erken kalkıp, günümüzü dolu dolu ve kaliteli geçirmeyi benimseyen bir aileyiz. Hayır, tabi ki öyle değiliz, Defneee lütfen 6’da kalkma artık, lütfen!- düştük yollara. Defne evden çıkarken, ayakkabılarını giymemek, iki eline iki ayrı eldiven giymek, kafasına benim yazlık hasır şapkamı takmak gibi eylemlerde bulunup ve bütün bunları yaparken işin içine bir miktar çığlık katarak  durumu sabote etmeye çalıştıysa da yılmadık!

Saat 10’da kimsecikler de olmaz, ooh rahat rahat gezeriz diye geldiğimiz sergide, kapıda onlarca ama onlarcaaa küçük çocuğu sırada görünce, bir içimiz ısındı, bir çocuk sevesimiz geldi, böyle bağırıp çağıran, gürültü yapanları tek tek esirgemek istedim. Kendimden! Anneyim diye huysuzluktan vazgeçecek değilim!

Sergi? Gerçekten heyecan vericiydi.  Heyecan vericiydi, çünkü kapkaranlık, çok yüksek tavanlı bir salondaydı. Heyecan vericiydi, çünkü işin içinde müzik vardı. Heyecan vericiydi, çünkü ekranları, duvarları, kolonları, tavanı ve hatta yeri de dolduran, coşkulu renkler ve canlı detaylar vardı. 3000’den fazla görüntü, dev boyutlarda her yere yansıtılmıştı, ve bu görüntüler durmadan  güçlü bir klasik müzikle senkronize şekilde oradan oraya akıyordu. Serginin sloganı “Çerçeve yok, içindesin.” idi. Gerçekten de o hissi yaşadık.

Defne mi? Beni bile şaşırtacak kadar çok ilgilendi. Beni bile diyorum çünkü Defne “değişik” olan herşeyi sever. Daha önce görmediği herşey, her yer onu heyecanlandırır. O yüzden hoşuna gideceğini zaten biliyordum ama bu kadar ilgileneceğini hiç düşünmemiştim. Hele de sergiye kafasında koca hasır bir şapka, ağzında emzik, elinde iki değişik eldiven ve Sultanahmet Köftecisi balonuyla, ve huysuz bir suratla geldiği düşünülürse! O huysuzluk geçti. Annieeaa çiçek, anniiea avaba, annieaaa guş diye her şeyi anonslu bir şekilde tüm sergi gezenlere gösterdi. Detayları çok anlaşılmayan resimlerde, bazen bizim görmediğimiz minik detayları farketti, yerdeki resimlere bakmak için yerlere yattı. Yüksekten geçen görüntüleri heyecan çığlıklarıyla karşıladı. Girişte uyarmışlardı, bazı çocuklar karanlıktan ve yüksek müzikten korkabiliyorlar diye, Defne belki de henüz küçük olduğu ve “korku” kavramını henüz çok da bilmediği için öyle bir sorun yaşamadık. O kapıda “esirgemek!” istediğim bir dolu çocuk da bizimleydi sergide. Hepsi yerlere oturmuş, kimisi ilgiyle izliyordu, kimisi sınıftaki Buse’nin en iyi arkadaşının kim olduğunu tartışıyordu. Defne’yi de onların yanına oturttum, sanırım kendisini sınıf atlamış gibi hissetti, aynı onlar gibi davranıp gülenle güldü, öksürenle öksürdü. Buse’nin en iyi arkadaşı için meniiim diye yorum bile yaptı.

Buse'nin en iyi arkadaşı konusunda tartışma yaşanıyor.

 

Arkadaşlarıyla sanat tartışıyor.

Defne de, biz de gerçekten keyif aldık. Çıkışta sıcak çikolata ve kahve, Divan Pastanesi çalışanlarının Defne’yle arkadaşlık edip, onunla oynamaları ve hatta Defne’ye yaptıkları ikramlar -Defne’ye verdik, siz yemeyin dediler, ne büyük nezaketsizlik!:)- keyfimizi ikiye katladı.

 

Hala görmediyseniz, bence gidin. Ufaklıkları da götürün.

Kar da yağdı. Kış planımızı açıklıyorum. MTA Tabiat Tarihi Müzesi, Rahmi Koç Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi… E tabi Gordion, Cepa, Kent Park, İkea. Bilumum cafe ve arkadaş evleri! İştirakçileri bekliyoruz!

 

 

 

12 Responses to “ “Van Gogh diyorum Van Dogh değil!”

  1. nazli dedi ki:

    Biz de İstanbul’da gitmiştik, ben o kadar etkilenmiştim ki 2. kere başka arkadaşlarımızı götürme bahanesine gittik ma-aile. Sanatsal aktivitelerinizi yakın takipteyiz, keşke diyorum şehirleri tuttursaydık 🙂

    Defne ne kadar büyük görünüyor o kırmızı kabanıyla, hele o gülüşüne bittim bittim 🙂

    • tuba dedi ki:

      E yolunuzu bir düşürseniz Ankara’ya o zaman, siz ki dünyanın öbür ucuna gitmiş bir ailesiniz Ankara’ya mı gelemeyeceksiniz? (Nasıl yeterince provokatif oldu mu? :))

      Kıyafetler görüntülerini inanılmaz değiştiriyor, pantolon-kaban vs ile koca kız, evde tulumu giyince bebek 🙂

  2. modaerator dedi ki:

    anne çocuk blogları arasında,
    bir yemek saati&uykusu&tuvaleti vs. için paragrafsız bir sayfa yazıyı yazmak kendi için güzel arşiv
    ama onu kendi dışında başkaları için yazıyorsa hissettiği titizlikte okumak diğerlerini bayıyor. blogroll’de link verdiğim uslubunu severek okuduğum tubi&defne ikilisi tatlı mısınız nesiniz

    • tuba dedi ki:

      Ne kadar güzel sözler bunlar:) Ben de yazarken boydu kiloydu arada notlar düşşem de asıl yıllar sonra hatırlamak istediklerimi, Defne’yle tekrar paylaşmak istediklerimi yazıyorum. Bunları okumak sana da keyif veriyorsa ne mutlu bana! Ve söylemeye tabi ki gerek yok asıl tatlı sizsiniz Tubi&Rüzgar ikilisi:)

  3. Niffea dedi ki:

    Vaaay Defenin simdiden sanata olan tutkusuna diyecek yok;-) Kizceez Pazar sabahi kalkip sergilere gitmis, akilli uslu durup arkadas bile edinmis daha naapsin anne babasi;-) Ayy bu cocuklar buyukdukce bizim planlarimiza mi dahil olacaklar, ne guzel;-)

    Bu arada en son fotograf cok nadide bir eser olmus<3

    • tuba dedi ki:

      Evet Nilüfer haklısın, pozitif bir bakış açısıyla sanatsever çocuğum, sana uğruna pazar sabahı 6’da kalktı:) Büyüdükçe daha çok paylaşmak, beraber gezmek yaramazlık yapmak bence de çok keyifli, ama zorluklar hiiiç azalmıyor, sadece şekil değiştiriyor:)

      Hemen getir Koza’yı aynı yerde onu da çekelim, ışığı çok güzeldi oranın…

  4. idilik dedi ki:

    bu haftasonu tanıştığım cafe deki tatlı mı tatlı kadın bana dedi ki Çocuklarını Anadolu Medeniyetleri müzesinde büyütmüş, çocuklar için süpermiş, e tabii ben de merak ediverdim. Ne dersin İstanbul’da inci sefasından sonra da Ankara’da bir Anadolu Medeniyetleri müzesi çıkarması yapalım mı beraber 🙂 ?

    • tuba dedi ki:

      Anadolu Medeniyetleri Müzesini ben de çok severim İdil, belki de içindekilerden çok mekanı, çevresini. Beraber çıkarma yapmaya kesinlikle varım, ama niye İstanbul sonrası diye sınırlandırıyorsun, bakarsın öncesi olur:)

  5. Pınar dedi ki:

    Bizim de geçen hafta tiyatroya alternatifimiz bu sergi olacaktı ki, Ece’nin “teyte”si bizi pembe kurbağa tiyatrosuna götürdü. Bebek Tiyatrosu. Ankara’da yapılabileceklerin kısıtlı olduğu düşünülünce fena bir seçenek olmadı. Tavsiye ederim..
    http://www.pembekurbağa.com.tr Mybilet’ten online bilet alınabiliyor. Dilerseniz girişte de satış yapıyorlar…

    • tuba dedi ki:

      Pınar, önerin için çok teşekkür ederim. Dediğin gibi Ankara’da, özellikle kışın yapılacaklar kısıtlı, bu seçenek çok iyi oldu. İlk fırsatta gidip, sana da teşekkürlerimi göndereceğim..

  6. New York Turca dedi ki:

    Allahim o kirmizi paltosuyla sergi mi gezmis o oyyy 🙂 cok seviyorum Defne’nin bu ozgur hallerini kendisinide seviyorum cok 🙂 bi sonraki postu da okudugum icin onada burdan yorum yapacagim yemesin cok zaten minyon kalsin kizim olursa minyon olmasi kadar istedigim bisey yok cok tatli oluyorlar hem o ne kadar yiyecegini bilir zorlama kizi! bide bugun cuma ona gore :p

    • tuba dedi ki:

      Bir kere taaa Amerika’dan baktığın için kırmızı görünüyor olaiblir ama o palto fuşya bir kere! O özgür halleri var ya Hande, beni de bitiriyor, umarım ileride iyi anlamda da “özgür” olur.

      Ben de minyon kızları pek severim, yeme sorunu olmasında kilolu olsun diye hiç derdim yok zaten.

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir