Artı bir!

Ben öyle evleneyim, şöyle bir gelinliğim olsun, bilmem nerede düğünüm olsun, ayy parmağımda bir tek taşım olsun diyen bir insan olmadım. Hiç hayalini kurmadım. Zaten tek taşa da gıcığım, ne demeye dünyanın geri kalan bilmem kaç milyon kadınıyla aynı yüzüğü takayım ki, tek olsun, bana özel olsun, hatta Güney tasarlasın, eliyle büksün teli, getirsin,  “ayyy aşkımızın simgesi” o olsun diye bıt bıt söylendim durdum. Yok öyle çok söylenen bir insan değilim. Eleştirel bir bakış açım var diyelim. O da mesleki deformasyon, valla benim suçum değil. Mimarlık eğitiminin %80’i eleştirmek – ama öyle böyle değil, lüzumlu lüzumsuz herşeyi, yıllarca jüri kisvesi altında yiyip yiyip oturduğun lafların acısını, dünyanın kalanından  çıkarma isteği de etkili olabilir- , %10’u bir konuyu derinlemesine bilsen de bilmesen de biliyormuş gibi konuşma yetisi kazanabilmek -kemik çerçeveli gözlüğün, ayağında ya Camper ayakkabın yada havalı bir stiletton, parmağında tasarımlı bir yüzüğün, totonun altında da bir Barselona ya da Eames Lounge Chair’ın varsa, söylediklerinin ciddiye alınma olasılığı yükselir-, %10’u da ee işte sanat tarihi, proje çizmek falan..

Hiç öyle düğün, gelinlik hayalleri kurmadım ama belki kuracak zamanım da olmadı, 25 bile olmadan evlendim. Yani öyle havalı! olduğumdan değil, belki daha “Ayy evlilik mi çok sıradan hiç bana göre değil, ben daha dünyayı gezeceğim, yurtdışında master yapacağım, mesleğimde zirve yapacağım, büyüyüp Zaha Hadid olacağım, kemik çerçeveli gözlük takacak yaşa geleceğim, sonrasında mı yoo hayır o zaman da evlenmek için fazla cool olacağım” yaşlarında olduğumdan..

Ama evlendim işte. Elbette ki çok ‘cool’ bir evlenme süreci geçirdim! Düğünde masanın üzerindeki örtüler o renk olmasın dememe rağmen, o renk olduğunda, gelinliğimi diken kadın gelinliğini son gün al eve götürüp turşusunu mu kuracaksın dediğinde kendisiyle esaslı bir sohbete başladığımda, sehpamız illaki de yerden sadece 20 cm yüksek olacak diye cümle alemi ikna etmek için sesimi biraz yükselttiğim anlarda, makyajım muhteşem olsun, eldeki malzeme ne olursa olsun -evet, benden bahsediyoruz- ortaya bir Miranda Kerr çıksın, ama bir taraftan da hiiiiç makyaj yapılmamış gibi dursun, doğal güzelliğim gibi olsun, saçım mı o zaten doğuştan bebeksi ipekliğe sahip, lüleler zaten Michalenjelo’nun meleklerini kıskandırır cinsten, ee tabi ki doğuştan, gibi dursun deyip de durmadığı anlarda sakinliğimi biraz kaybetmiş olabilirim. Evet. Biraz.

Düğünde oynamak, Hüdaydada gerdan kırmak falan? Yo hayır. Bu cool bünyeyi elbetteki bozar. Halay falan, daha neler! Düğünü 700 kişi olduğundan, herkesi tek tek öpmekten vakit kalmadı da içinde mi kaldı diyorlar arkamdan? Peh!

E aradan 7 yıl geçmiş, Güney’in abisi tam da bizimle aynı gün evlenmeye karar vermiş, ben zaten düğün derneğe karşı, ama abimiz de evleniyor, fikirlerin kendine, abiye hep destek tam destek.

 

Hayır, düğünde giymek için elti elbisesi gibi olmayan, kimselerde bulunmayan, biraz da mimar elbisesi gibi olan elbise bulacağım diye aylarca gezmiş olsam, bizim zamanımızda düğün fotoğrafçısı mı vardı, şimdi siz ikiniz şu ağaca bakıyorsunuz, haberiniz yokmuş gibi yapıyorsunuz diyen, her çektiği havai fişek fotoğrafını gelip bize gösteren – yok canım, düğünümüzde tabiki havai fişek yoktu, karı-koca mimarız diyorum, cool aile diyorum alooo- fotoğrafçı amcayla idare ettik diye, gelinle damadı kıskanıp, fotoğraf çekimi için getirilen balonları çalsam, bugün damadın kardeşinin deevlilik yıldönümüymüş diye orkestrayı gaza getiren, bize özel şarkı çaldıran arkadaşımı fazla gösterişli bir mutlulukla sarılıp öpsem, alışık olmadığım topuklu ayakkabılarımla, çekilecek fotoğraftan eksik kalmayayım diye koşsam ve iki seksen yere uzanmaktan “Aaa Çıngı’ların büyük gelini de olay oldu valla” dedikosundan son bir arkadaş hamlesiyle kurtulsam, Hüdaydada gerdan kırıp, Roman havasında pek havalı asimetrik elbisemin etekleriyle çamaşır yıkasam, Yolcu yolunda gerek şarkısıyla sahneyi terk edecek orkestraya bir daha bir daha diye bağırsam, tüm bunlar olurken yanımda kravatı çözük Güney’le ve kendim gibi cool! arkadaşlarımla hop hop hopluyor olsam, evlilik, düğün, gelinlik, cool olmak üzerine söylemlerim inandırıcılığını kaybederdi değil mi?

Oh çok şükür ki Çıngıların büyük gelini de pek havalı canım!

 

Defne mi? O gayet halk insanı! Giyer elbisesini, tarar saçını, düğün de sever, kına gecesi de , Hüdayda da oynar, Damat halayı da. Yarın öbürgün sevgilisinden tek taş da isterse şaşırmam! Hiç annesine çekmemiş. Cık cık cık! 🙂

Hayatımıza hoşgeldin Mizyaaaal! 🙂